1880’li yıllarla birlikte Çarlık Rusyası’nda sanayinin gelişimi büyük hız kazanmış, bu durum işçi sınıfının kitlesinin katlanarak artmasına neden olmuştu. Büyük şehirlerde artık büyük fabrika ve işletmeler görülmeye başlamıştı. Kadın hareketi de 1870’lerden itibaren cılız da olsa kendini çeşitli örgütlerle ifade etmeye başlamıştı. 1914’te patlak veren emperyalist savaşsa Rus kadınlarının hayatında köklü ve derin bir değişim yaşanmasını sağlayacaktı.
Savaşın daha ilk aylarından itibaren çalışan erkeklerin neredeyse %40’ı cephelere gitmişti. Onların yerini kısa zamanda kadınlar aldı. Savaşla birlikte ev içindeki görevlerinden kopan kadınlar fabrikalarda, hastanelerde, cephelerde, sokakta, yani dışarıdaki hayatta yerlerini aldılar. Rakamlar bu durumu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır: 1913-1917 yılları arasında Petrograd’ta metal sektöründe çalışan kadınların oranı %3’ten %20’ye çıkmıştı. Ağaç işlerinde çalışan kadın sayısı 7 kat artmıştı. Kâğıt, matbaa, gıda gibi sektörlerde de sayılar ikiye katlanmıştı. Sanayi kollarındaki kadın istihdamının bu artışı nedeniyle işçi kadınlar, ekonomik ve siyasal örgütlülük ihtiyacını derinden hissetmeye başlıyorlardı. Elbette bu durum Ekim Devrimine gidilen süreçte Bolşevik Partinin saflarına da yansıdı. Bolşevik Partinin saflarında yer alan kadınların yoğun çalışmaları ve partinin önderi Lenin’in teşvik edici rolü sayesinde kadınların partideki etkinliği arttı. Devrimin gerçekleştiği günlerde, Rusya gibi geri bir ülkede olunmasına rağmen partinin üye sayısının %10’u kadındı ve kadınlar her düzeyde önemli görevler üstleniyorlardı.
Klavdiya Nikolayevna, matbaa işçisiydi ve bu yeni kuşak devrimci kadınlardan biriydi. Klavdiya, 1892 yılında doğdu. 1905 devriminde henüz çocuk yaştaydı ama işçi sınıfının bu haklı ve görkemli mücadelesi onu derinden etkilemişti. 1908’de henüz 16 yaşındayken Bolşevik Partiye üye oldu. Son derece alçakgönüllü, hatta çekingendi, ancak ateşli bir mizacı vardı. Klavdiya, partiye girdikten bir müddet sonra tüm enerjisi ve coşkusuyla kadınlar arasında yürütülen çalışmaları koordine eden ekibe dâhil oldu.
Rusya’da ilk 8 Mart kutlamaları 23 Şubat (8 Mart) 1913’te gerçekleştirildi. Pravda, o gün özel bir sayı yayınladı ve proletaryanın saflarına katılan kadınları selamladı. Çalışan kadınlar Pravda’ya yaşadıkları sorunları anlatan mektuplar yazıyorlardı ve bu mektuplar Pravda’nın yayınlayabileceğinden çok daha fazlaydı. Bir kadın dergisi çıkarmak artık şart olmuştu. 1914’te Pravda’nın editörlerinden Konkordiya Samoilova’nın önerisi ve Lenin’in desteğiyle sosyalist kadın gazetesi Rabotnitsa yani İşçi Kadın çıkmaya başladı. Klavdiya Nikolayevna, Inessa Armand, Nadejda Krupskaya, Konkordiya Samoilova, Ludmila Stal bu gazeteye büyük emek veren Bolşevik kadınlardandılar.
Rabotnitsa’nın editörlerinden biri olan Klavdiya Nikolayevna, gazetenin ve Bolşevik kadınların çalışmalarının büyüyen etkisini şu sözlerle anlatıyordu: “Bir toplantıda pek çok kadın ve cepheden gelen asker vardı. Birdenbire bir grup Bolşevik işçi kadın salona daldı ve konuşmacının olduğu platforma doğru ilerledi. Platforma ulaşan kadınların ilki ve ikincisi oraya çarptı ve platforma çıkamadı ama üçüncüsü tutunmayı başardı ve kürsüye çıkıp devrimin hedefleri konusunda öyle ateşli bir konuşma yaptı ki, bütün kadınlar ve askerler toplantıdan Enternasyonal’i söyleyerek ayrıldılar. Salonda sadece bir Menşevik kalmıştı.”
1916’ya gelindiğinde iki yıl önce patlak veren savaşın coşkun milliyetçi hezeyanları kalmamıştı. Petrograd’ta kadınların ekmek kuyrukları kilometreleri buluyordu. Bolşevikler kadınlara savaşın ve açlığın nedenini anlatıyorlardı ve kitleleri bilinçlendiriyorlardı. Bu sayede kadınlar “erkeklerimizi geri istiyoruz” sloganını sahiplenmeye ve savaşa son verilmesini istemeye başladılar. İşçilerin ellerine geçen Bolşevik gazetelerde, Rabotnitsa’da erkekler için acı gözyaşları dökmekle yetinmenin hiç de yoldaşça olmayacağı işleniyordu. Kadınlar, “kocalarımızı, oğullarımızı, erkek kardeşlerimizi korumak için mücadele ediyoruz, sesimizi yükseltiyoruz” diyorlardı. Daha fazla kan akmasına izin vermeyeceklerini söylüyor, “kahrolsun savaş ve otokrasi” sloganını haykırıyorlardı.
Şubat Devrimine şahit olan anti-Bolşevik sosyolog Pitirim Sorokin “Rus Devrimi ekmek ve ringa balığı isteyen aç kadın ve çocuklar tarafından başlatıldı” demiş ve geleceğin tarihçilerini başka bir teori icat etmemeleri konusunda uyarmıştı. 1917 8 Mart’ında 90 bin işçi, kadınların grev çağrısına kulak vermişti. Giderek yükselen eylemler Çarlığın yıkılmasına neden olmuştu. Bunun üzerine Pravda’da şu satırlar yer almıştı: “Devrimin ilk günü kadınlar günüydü, İşçi Kadınlar Enternasyonali’nin günüydü. Şan olsun Enternasyonal’e”. Kendi günlerinde Petrograd sokaklarını ezen yumruk kadınlarınkiydi! Kadınlar arasında yürütülen çalışmalar işte böyle hayati bir önem taşıyordu ve Klavdiya her zaman bunun bilinciyle hareket etmişti. Rabotnitsa’nın, kadınları devrime örgütlemenin bir aracı olarak güçlenmesini sağlamıştı.
Devrimci bir işçi kadının yaşamındaki tüm zorluklar Klavdiya’nın da yaşamının bir parçası olmuştu. Bolşevik Partinin saflarına güç veren, devrim mücadelesi içinde pişen Klavdiya’nın pek çok yoldaşı, onun kararlılığının ve sarsılmaz cesaretinin diğerlerini de yüreklendirdiğini, yeniden azme kavuşturduğunu söylerdi. Polis kovuşturmalarına uğramak, defalarca tutuklanmak, sürgüne gönderilmek onu yolundan döndüremememişti. 1917 Şubat Devrimi başladığında sürgünde olduğu Vologda’daki keten bezi fabrikası işçilerini örgütlemekle uğraşıyordu. Haberi alır almaz tıpkı diğer sürgünler gibi devrime güç vermek için Petrograd’a dönen Klavdiya’nın devrim davasına adanmışlığı bu süreçte daha da arttı. Klavdiya, devrimden sonra da kadın işçiler arasındaki çalışmalarını sürdürdü ve büyük yararlılıklar gösterdi. Konkordiya Samoilova ile birlikte Rabotnitsa ve Kommunistka gazetelerinin kalbi haline geldi. Merkez Komiteye bağlı olarak kadın örgütü Genotdel’in kurulmasında ve kadınların politik yaşama, sosyalizm davasına çekilmesi çalışmalarında yer aldı.
Ancak işçi iktidarının Stalinist karşı-devrimle yıkılıp yerine bürokratik-despotik bir diktatörlük inşa edilmesiyle birlikte Klavdiya da politik yaşamda etkisini yitiren kadın Bolşevikler arasında yer aldı ve 1944’te hayata gözlerini yumdu.
Konkordiya Samoilova, 1876 yılında doğdu. Bir rahibin kızıydı ve başarılı bir eğitim hayatı olmuştu. 1897’de henüz üniversite öğrencisiyken katıldığı bir gösteri sırasında tutuklandı. İlk hapishane deneyiminin ardından okuldan atıldı. 1902’de Paris’e giderek Lenin ve Martov’un da ders verdiği Marksizm eğitimlerine katılmaya karar verdi. 1903’te Bolşeviklerin tarafında yer aldı. Konkordiya, devrim davasına ve Bolşevizme bağlılığı nedeniyle zaman zaman Nataşa Bolşevikova ismini kullandı.
Konkordiya, tıpkı diğer kadın Bolşevikler gibi partinin kadın çalışmasına büyük önem veriyordu. Bu kadınlar, işçi sınıfının mücadele saflarında yer alarak kendi kuşaklarının feminist kadınlarından ayrılıyorlardı. Kadının ezilmişliğinin üretim araçlarının özel mülkiyeti ve insanın insanı sömürmesi ile başladığını anlamışlardı. Bu binlerce yıllık sorun ancak sosyalizmde çözülebilir, kadın ve erkeğin gerçek özgürlüğü ve eşitliği sınıfsız toplumla sağlanabilirdi. Bolşevik kadınlar bunu Marx, Engels ve Lenin’in kitaplarından okuyarak bilince çıkarmış, kendi hayatlarındaki deneyimlerle doğrulamışlardı.
Lenin, Clara Zetkin’e verdiği bir röportajda, eve sıkıştırılmış, tekdüze ev işlerine mahkûm edilmiş emekçi kadınların güç ve enerjilerinin harcandığını, heba edildiğini; zihinlerinin daraldığını, köhnediğini; kalplerinin daha yavaş attığını; iradelerinin zayıfladığını söylemişti. Gerçekten de durum buydu ve Çarlık Rusyası’nda kadınlar son derece geri bir bilince sahiptiler. Bu, Bolşevikler için mutlaka değişikliğe uğratılması gereken bir durumdu. Aynı röportajda şöyle diyordu Lenin: “Proletarya içinde çok az erkek, kadın işlerine bir el atmakla kadınları ne büyük sorunlardan ve emekten kurtarabileceklerinin farkına varıyor. Bunun «erkeklik hakkı ve onuru»na ters düştüğünü düşünüyorlar. Huzur ve konforlarından taviz vermek istemiyorlar. Bir kadının ev yaşamı onun her gün milyonlarca önemsiz fasa fisoya kurban edilmesidir. Erkeğin kölesi üzerindeki efendilik hakkı gizlice devam ediyor. Ama kölesi de intikamını sessizce alıyor. Kadınların geriliği, erkeğin devrimci ideallerini anlamada sergilediği eksiklik, erkeğin mücadele sevincini ve kararlılığını azaltıyor. Onlar görünmeyen küçük kurtçuklar gibiler, yavaşça ama kararlı bir biçimde çürütüyor ve aşındırıyorlar. İşçilerin yaşamını biliyorum, üstelik kitaplardan değil. Bizim kadınlar arasındaki komünist çalışmamız, politik çalışmamız, erkekler arasında geniş bir eğitim çalışmasını da içeriyor. Eski «efendi» fikrinin köklerini kurutmalıyız. Hem partimizde hem de kitleler arasında. Emekçi kadınlar arasında çalışmayı sürdürmek için teori ve pratikte iyi eğitilmiş kadrolar oluşturmak acil ve zorunlu politik görevlerimizden bir tanesidir.”
Kuşkusuz Konkordiya bu iyi eğitilmiş kadınlardan biriydi ve onun gibi Bolşevik kadınların varlığı ve kadın işçiler arasında çalışmaya duydukları güçlü istek partide etkisini gösterdi. Kadınlar arasındaki çalışma yıllar içinde güçlendi. Konkordiya’nın büyük emek verdiği Rabotnitsa işçi kadınların etrafında toplandığı bir gazete haline geldi.
1917 ilkbahar ve yazında Bolşevikler emekçi kadınlar arasındaki çalışmalarını yoğunlaştırdılar. O tarihlerde Lenin’in önerisiyle bir kadın konferansı toplandı. Tüm Petrograd Çalışan Kadınlar Konferansında 80 bin çalışan kadının seçtiği 500 delege vardı. Konferansta devrimin zaferinden sonra kurulacak Sovyet iktidarının yürütmesi gereken program, bu programda kadınlar ve annelerin durumunun düzeltilmesi için neler yapılabileceği gündeme alındı. Bolşevik Partinin önde gelen üyelerinden biri olan Konkordiya Samoliova konferanstaki konuşmacılardan biriydi. Konuşmasında sanayi işçisi kadınlar arasındaki çalışmanın Bolşevik örgütlerin öncülüğünde yürütülmesi önerisini yaptı. Elbette öneri diğer politik gruplardan kadınların tepkisini çekti. Temel itiraz kadın hareketinin bağımsız olduğu ve hiçbir siyasi partinin etkisi altında olmaması gerektiğiydi. Buna rağmen Samoilova’nın önerisi konferansta kabul edildi. Bu durum Bolşeviklerin işçi kadınlar arasında güçlenen etkisini ortaya koyuyordu.
Bolşeviklerin sanayi işçisi kadınları örgütlemede gösterdiği kararlılık sayesinde Temmuz başındaki gösterilerde, örgütlü kadın ve erkek işçiler Bolşeviklerin bayrağı altında birleşti. İşçiler “daha önce hiçbir şey olan ama şimdi her şey olan bizler yeni ve daha güzel bir dünya kuracağız” diye haykırıyorlardı. Ancak şiddetlenen çatışmalar havayı değiştirdi. Bolşevikler, çatışmaların ve ölümlerin sorumlusu olarak gösteriliyordu. Buna rağmen emekçi kadınlar arasında fedakâr bir çalışma yürüten Bolşevik kadınlar işçi kadınların gerçekleri görmesini sağladılar ve bu zehirli propagandayı boşa çıkardılar. Konkordiya’nın ve yoldaşlarının bunda payı büyüktü. Temmuz günlerinin karanlığı atlatıldığında işçi kadınlar yine Bolşeviklerin arkasındaydı.
Lenin, “Ekim Devriminde kadınlar olmadan kesinlikle kazanamazdık” demiştir ve kesinlikle haklıdır. Lenin’in övgüyle bahsettiği o kadınlardan biri olan Konkordiya, kitlelerin ruh halindeki dalgalanmalardan, bunun yarattığı zorluklardan yılgınlığa kapılmamıştı. O, özverili olmasıyla bilinirdi. İyi bir konuşmacıydı, gözüpekliği ve kararlılığı ile işçilerin güvenini kazanırdı. Son derece disiplinliydi, yapılması gerekeni yapılması gerektiği zamanda yapardı ve genç yoldaşlarını da böyle eğitirdi. Devrim böyle kadrolar sayesinde mümkün olmuştu.
Konkordiya, devrimden sonra da kadınlar arasında çalışmayı güçlendirmek için görev aldı. Kasım 1918’e gelindiğinde iç savaşın yükselen alevlerine rağmen Tüm Rusya İşçi ve Köylü Kadınlar Konferansının toplanmasına karar verildi. Ülkenin dört bir yanına ajitatörler gönderildi. Zorlu koşullar nedeniyle 300 delegenin katılması öngörülen ve 16 Kasımda başlayan konferansa tam 1147 kadın delege katıldı ve bu delegeler kadınların çözüm bekleyen sorunlarını derinlemesine tartıştı. Konferansın başarısı Bolşevik Partinin tümünde heyecan yaratmıştı. Mayakovski bu heyecanı şiirinde şöyle yansıtıyordu:
Makinelerin
Çamaşır teknelerinin başından geldiler
Kırmızı çatkıları başlarında
Zincire katıldılar
Yüzbinlerce kadının
İnşa etmek ve yönetmek için seçilen
Delegeleriydiler
Inessa Armand ve Konkordiya Samoilova bu konferansta toplumun en geri bıraktırılan kesiminin kadınlar olmasından hareketle bir öneride bulundu. Partiye, komünizm fikrini pratiğe geçirmek üzere kadınlar arasında ajitasyon ve propaganda yapmak için partinin en aktif kadın unsurlarından oluşan özel gruplar kurma çağrısı yapıldı. Partinin konferansın bu çağrısına yanıtı olumluydu. Inessa Armand, Merkez Komiteye bağlı bir komisyon kurmakla ve çalışmaları yönetmekle görevlendirildi. Bu komisyonun çalışmaları sonucu bir yıl sonra İşçi ve Köylü Kadın Bürosu (Genotdel) kuruldu.
Genotdel, kadınları politik yaşamın içine çekmek için önemli çalışmalar yürüttü ve kadın işçileri partiye ve komünizm mücadelesine kazanmakta büyük işlev gördü. O dönemde Rusya’da okuma yazma bilmeyen 17 milyon insan vardı ve bunların 14 milyonu kadındı. Bu nedenle eğitim hem kadınlar açısından hem de genç Sovyet iktidarının kaderi açısından hayati önem taşıyordu. Genotdel’de örgütlenen kadınlar, okuma yazma öğrendiler, sanayiye katıldılar, Kızıl Ordu saflarında dövüştüler, kadın haklarını ilerlettiler. Ancak Ekim Devrimi bürokratik karşı-devrimle yenilgiye uğradığında kadınların kazanımları da birer birer yok oldu. Yine de Kollontay bu çalışma için şöyle diyecekti: “Kuşatılsak bile çok büyük işler başardık. Biz buzu kırıp yolu açtık…”
Konkordiya belki de bir açıdan şanslıydı, bu kuşatmayı, devrimin yenilgisini görecek kadar uzun yaşamadı. 1921’de koleradan öldü.
Ludmila Stal, 1872’de şimdi Ukrayna’ya bağlı olan Yekaterinoslav’da doğdu. Orta sınıf bir ailede doğmuştu ve küçük yaşlardan itibaren duyarlı, haksızlıklara isyan eden bir karaktere sahip olduğu açığa çıkmıştı. Henüz öğrenciyken illegal bir Marksist çevreye katıldı. Çarlık rejiminin yıkılması için çağrı yapan bildiriler, broşürler dağıttığı gerekçesiyle okuldan atıldı. Bu durum devrimci faaliyetlerini yoğunlaştırmasıyla sonuçlandı. Ludmila 23 yaşına geldiğinde güneybatı Sibirya’da bulunan Omsk’a giderek orada Marksist bir gazetenin çıkarılmasında görev aldı. Bir sene sonra Moskova’ya geçerek çeşitli illegal sosyalist çevrelerin ve öğrenci örgütlerinin çalışmalarına katıldı. O dönemlerde devrimci gençlik büyük bir tutkuyla Çarlığın hangi yollarla yıkılabileceğini tartışıyordu. Baskın görüş halkın köylülüğün önderliğinde Çar’a karşı birleşmesini savunan Narodnik görüştü. Ludmila bu fikre güçlü bir biçimde karşı çıktı. O, işçi sınıfının önderliğine, Marksizme inanıyordu.
1899’da polis evini bastı. Artık aranıyordu ve rahatça faaliyet yürütemiyordu. Yoldaşlarının önerisi üzerine Paris’e gitti. Orada Rus devrimciler Plehanov, Martov ve Lenin’in editörlüğünü yaptığı Iskra ile tanıştı. Iskra’yı Rusya’ya sokmak için sınırdan geçerken tutuklandı ve hapse atıldı. Enerjik ve asi kişiliği burada da kendini gösterdi. Hapishanedeki bir tutukluya yapılan kötü muameleyi protesto etmek için eylemler yapınca hapishane müdürleri onu “tehlikeli devrimci” olarak damgaladılar. Takip eden 10 yıl boyunca hapse girdi çıktı, pek çok kez kaçma girişiminde bulundu. 1912’de yeniden Paris’e döndü. Orada Fransız komünistleri ile birlikte çalıştı. 1914’ten itibaren Inessa Armand ile birlikte Rabotnitsa gazetesinin çıkarılmasında görev aldı.
1914’te savaş patlak verdiğinde Almanya ve Fransa’daki sosyal-demokrat partiler savaşı desteklediler. Emperyalist yağma savaşına, şovenizme karşı mücadele yürüten nadir partilerden biri de Bolşevik Parti idi. Ludmila Fransız Sosyalist Partisi içinde illegal bir grup örgütlenmesine yardım etti. İllegal deneyimi olmayan Fransız sosyalistleri arasında Şovenizme Karşı Barış için Mücadele Grubunun kurulabilmesi, Ludmila’nın illegal çalışmadaki deneyimi sayesinde mümkün olacaktı. 1914’ün sonunda Ludmila, Armand ve Krupskaya ile birlikte Uluslararası Kadın Konferansı İçin İnisiyatif’i örgütledi. Konferans Bern’de toplandı ve burada savaşa karşı açık mücadele çağrıları yapıldı.
Şubat 1917’ye gelindiğinde, tarihteki en büyük genel grevin ardından Çarlık rejimi yıkıldı. Yurtdışındaki sürgünler Rusya’ya geri döndüler. Ludmila sürgündeyken tıpkı diğer sürgünler gibi büyük zorluklar yaşamıştı. Dilini, kültürünü bilmediği bir ülkede yurdundan uzakta olmanın acısını yaşadığını sık sık dile getirmişti. Dostlarına yazdığı mektuplarında, anılarında sık sık polis pusularından kurtulmaya çalışmanın, her an tutuklanma korkusuyla yaşamanın, illegal koşullarda, her geceyi başka bir evde geçirerek yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlatmıştı. Çok kez yanında kaldığı insanları tehlikeye atmanın sıkıntısını yaşamıştı. Elbette sürgünde olmak Rusya’da hapiste olmaktan iyiydi. Yoldaşlarına para göndererek, yayınların çıkarılmasına, sürgünlere ve hapisten kaçanlara yardım ederek devrim davasına büyük yararlılıklar göstermişti ama sürgünde yaşamak ve polis takibi altında olmak hiç de kolay değildi. Bu nedenle Şubat devrimiyle birlikte Rusya’ya dönebileceği haberini aldığında büyük mutluluk yaşadı, yıllarca beklediği an gelmişti. Haberi aldığında gözyaşlarının sel olup akmasının nedeni buydu.
Nisan ayında Bolşevikler devrimin yöntemini tartışıyorlardı. Lenin Bolşeviklerin, Menşeviklerin de içinde yer aldığı hükümeti desteklememesi gerektiğini savunuyordu. Bunun kapitalist bir hükümet olduğunu vurguluyor, yeni hükümetin Rusya’nın derhal savaştan çekildiğini açıklaması gerektiğini söylüyordu. İşçilerin ve askerlerin fabrikalardan, işyerlerinden, cephelerden, semtlerden gelen ve her an geri çağrılabilen delegelerinden oluşan sovyetlerin tüm iktidarı eline alması gerektiğini savunuyordu. Ludmila bu devrimci tutuma sonuna kadar destek verdi. Aleksandra Kollontay, Klavdiya Nikolayevna ve Konkordiya Samoilova ile yakın çalışma halinde Tüm Petrograd Çalışan Kadınlar Konferansının ilkinin örgütlenmesinde görev aldı ve bu fikirlerin emekçi kadınlar arasında yayılmasını sağladı.
Kısa süre sonra Lenin’in önderliğinde Bolşevikler devrimi zafere ulaştırdılar. Silahlanmış sovyetler iktidarı ellerine aldılar. Burjuvazi 1918’de genç işçi iktidarına karşı savaş başlattığında Ludmila Kızıl Ordu askerleri için yayınlanan bir gazetenin editörü olarak görev aldı. Bu gazetenin amacı Kızıl Ordu askerlerini bilinçlendirmekti. Ludmila “Kızıl Ordu askerlerinin hangi dava uğruna dövüştüklerini iyice anlamalarını istiyoruz” diyordu. İç savaşın kazanılmasında bu yayınların yarattığı etkinin de önemi vardı. Ludmila, 1939 yılında ölünceye kadar partide çeşitli görevler üstlenmeye devam etti.
Varvara Nikolayevna Yakovleva, 1884’te doğdu. Orta sınıf Moskovalı bir ailenin çocuğuydu. 1905 Devriminden önce henüz 20 yaşındayken Bolşevik Partiye üye oldu. 1905 devrimi sırasında göğsünden ağır yara aldı ve bu durum hayatı boyunca sağlık sorunları yarattı. Ama o karşısına çıkan engellerden hiçbir zaman yılmadı. Çalışkan bir devrimci kadın olarak 1916-1918 yılları arasında partinin Moskova bölge komitesinde yer aldı. 1917 yılında Bolşevik Parti Merkez Komitesine aday oldu. Devrim kararının alındığı Merkez Komite toplantısının tutanaklarını o tutmuştu. Büyük bir heyecan, coşku ve onur duyarak yerine getirdiği bu görev onu her zaman mutlu edecekti.
1917 Ekiminde devrim gerçekleşmiş, işçi, köylü ve asker sovyetleri iktidarı ele geçirmişti. Ancak bu genç işçi iktidarının düşmanları çoktu. Eski düzenin taraftarları, ABD, Fransa, İngiltere gibi emperyalist-kapitalist ülkeler işçi iktidarını acımasızca ezmeye hazırdılar. Böyle bir dönemde Yakovleva devrim düşmanlarına karşı amansız bir mücadele yürütmek üzere zorlu görevler aldı.
Varvara, 1918’de Almanlarla yapılan Brest-Litovsk barış anlaşmasına devrimi koruma ve dünya devriminin önünü açma düşüncesiyle karşı çıkan Bolşeviklerin arasında yer aldı. Almanya’da Rus devriminin imdadına yetişecek bir devrimci durumun olmaması, yeni Sovyet devletinin Almanlara karşı savaşacak bir ordusunun olmaması, Sovyet iktidarının nefes almaya ihtiyaç duyması gibi nedenler barış anlaşmasına karşı çıkan bu Bolşeviklerin üzerinden atladığı gerçeklerdi. Bu nedenle Lenin tarafından eleştirildiler. Daha sonra Varvara da Lenin’in o günün somut koşullarında haklı olduğunu anlayacaktı.
Varvara Yakovleva, çok yönlü bir Bolşevik kadındı ve üstlendiği çok çeşitli görevleri başarıyla yerine getirdi. 1922’de eğitim halk komiserliği görevine getirildi. Sonra gıda komiserliği yürütme kurulunda görev aldı. O dönemde süregiden kıtlık nedeniyle çok sert önlemler almak zorunda kaldı. 1923’ten itibaren sol muhalefette yer alması, sendikalar sorunu konusunda Buharin’i desteklemesi, Troçki’nin başını çektiği 46’lar Bildirisini imzalaması, partide demokratikleşme talebini savunması gibi nedenlerle Stalinist karşı-devrim makinesinin hedefi haline geldi. 1937 yılında Moskova Mahkemelerinde terörist bir gruba üye olmakla yargılanıp suçlu bulunarak 20 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla daha da güçlenen Stalinist bürokratik karşı-devrim cephesi tarafından infaz edildi. Stalin’in sağ kolu ve pek çok Bolşevik komünistin katili olan Lavrentiy Beria’nın emriyle Oryol cezaevinde kurşunlanarak öldürüldü. Ömrünü devrim davasına adamış, Moskova barikatlarında savaşmış bu kadın devrimcinin ölüm şekli belli olsa da öldürüldüğü tarih kesin olarak belli değildir.
Natalya Sedova, 1882’de varlıklı bir ailede doğmuş, iyi eğitim almış, kültürlü bir kadındı. Daha genç yaşında Marksizme ilgi duymuş ve devrimcileşmişti. Sürgün olduğu Sibirya’dan kaçan Troçki ile karşılaştığında henüz 20 yaşındaydı. Natalya bir süre sonra Troçki ile evlenerek Paris’e gitti.
O zamanlar Martov ve Plehanov gibi isimler Iskra çevresinde saygı duyulan, sözü dinlenen devrimcilerdi. Ama Lenin’in onlara karşı mücadelesi başlamıştı. 1903’te Londra’da yapılan ikinci parti kongresinde Lenin parti üyelerinin işçi sınıfının en adanmış, en fedekâr unsurları olması ve bu üyelerin parti örgütlerinde çalışması gerektiğini savundu. Martov’sa tüm bunların partiyi daraltacağını öne sürerek parti programını kabul edip aidat ödeyen herkesin üye sayılması gerektiğini savundu. Bu durum partide bölünme yarattı. Lenin, savunduğu görüşlerin ne denli derin bir ayrılık yarattığını görüyor ve bunu göze alıyordu. Bu tutumda gösterdiği kararlılık Bolşevik-Menşevik ayrışmasına yol açmıştı ve bu, devrim için gerekli, hayırlı bir ayrışmaydı.
Troçki ise Martov, Akselrod ve Vera Zasuliç ile olan yakın kişisel ilişkisi nedeniyle onların etkisi altındaydı. Lenin’i anlayamıyor, Menşeviklerin yanında yer alıyordu. Bölünme düşüncesi, Lenin’in Iskra içinde başlattığı mücadele onu ürkütüyordu. Troçki’nin bölünme konusundaki endişeleri elbette Natalya’nın da tutumunu etkiliyordu. Natalya, kongre henüz devam ederken Fransızca bir sözlük içine yerleştirdiği, mikroskobik bir el yazısıyla yazılmış kongre raporları ile birlikte Rusya sınırını geçti ve bu belgeleri Petersburg’taki yoldaşlarına ulaştırdı.
Natalya ve Troçki’nin devrimden önceki hayatı tam bir göçebe hayatıydı. 1905 devrimi patlak verdiğinde Rusya’ya döndüler. Natalya, Mayıs ayında tutuklandı, Troçki ise Finlandiya’ya kaçmak zorunda kaldı. Haziranda patlak veren Potemkin isyanının ardından askerler ve sanayi işçileri de ayaklanınca siyasi atmosfer değişti. Ayaklanmayı yatıştırmak isteyen Çar, Duma’nın kurulmasını kabul etti ve demokratik hakları kısmen genişletti. Böylece Troçki Petersburg’a geri döndü, Natalya ise serbest bırakıldı. Troçki Petersburg sovyetinin başına seçildi ve devrimin yoğun pratik işlerine gömüldü. Ancak egemenler sovyetleri ezip devrimi bastırdılar. Troçki tutuklandı. Finlandiya’ya giden Natalya burada ilk çocukları Lev Sedov’u doğurdu. İki yıl sonra, 1908’de Sergey doğduğunda Natalya bu defa Viyana’daydı. Natalya Viyana’da sakin bir hayat sürüyor ve Almanca ile Rusçayı son derece akıcı konuşan oğullarını eğitiyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Viyana’yı terk etmek zorunda kaldılar. Önce Zürih’e giderek savaşa destek veren Alman Sosyal Demokratlarına karşı bir yayın çıkardılar. Sonra Paris’e geçtiler. Burada da savaş karşıtı propagandaya devam ettikleri için Troçki tutuklandı. İspanya’ya sürüldü. İspanyol polisinin sürekli takibi nedeniyle bu defa Amerika’ya New York’a gittiler. Burada Buharin ve Kollontay ile çalışarak Novy Mir adlı bir yayın çıkardılar.
1917 Şubatında patlak veren devrim neticesinde kurulan yeni hükümet siyasi sürgünlerin Rusya’ya geri dönmesine izin vermişti. Troçki ve Natalya ve daha pek çok sürgün ülkeye geri döndü, Lenin de dönenler arasındaydı. Natalya, Ekim Devriminin öngününde Bolşeviklerin güçlü olduğu ağaç işçileri sendikasında çalışıyordu. Her yerde ayaklanma konuşuluyordu. Kadetler, SR’ler her yerde Bolşeviklerin önünü kesmeye çalışıyorlardı. O günlerde Natalya ve Troçki’nin başını kaşıyacak zamanı yoktu. Bu süreçte çok çalışıp çok az uyuyorlardı.
Natalya iktidarın alındığı 25 Ekim gecesini şöyle anlatır: “Smolni’de bir odaya girdim ve Lenin’i orada Troçki, Cerjinski, Joffe ve diğerleri ile birlikte gördüm. Yüzleri uykusuzluktan yeşilimsi bir griye çalıyordu, gözleri kan çanağıydı, yakaları kir içindeydi. Oda sigara dumanıyla doluydu. Herkes onlardan gelecek emirleri bekliyordu. Onları görünce emirlerin uykudaki insanlar tarafından verildiği izlenimine kapıldım. Konuşmalarında ve hareketlerinde uyurgezerlere özgü haller vardı. Bir an için her şeyin rüya olduğunu, devrimin tehlikede olduğunu, eğer iyi bir uyku çekip temiz elbiseler giymezlerse devrimin yok olacağını düşündüm.” Yoğunluğun ve yorgunluğun yol açtığı bu görüntüye rağmen, o güçlü ve kararlı devrimciler ayaklanmayı başarıyla yönetecek ve iktidar o gece işçilerin ellerine geçecektir.
Natalya, devrimden sonra çok önemli görevler üstlenir. Bir süre sonra eğitim komiserliğinde çalışmaya başlar. İşi, müzelerin, anıtların, kiliselerin, tarihi ve kültürel varlıkların korunmasıdır. Ancak eski düzene karşı öfke dolu olan yeni düzenin sahibi işçiler, müzelerin, sarayların, anıtların, tarihi kiliselerin kaderiyle ilgilenmemektedir. Bu durum Troçki’nin görevli olduğu savaş komiserliği ile Natalya’nın görevli olduğu müzeler bürosu arasında bitmez tükenmez kavgalara neden olur. Bu süreçte Natalya ve Troçki arasındaki tartışmalar sık sık yoldaşlarının şakalarına neden olur. Ancak ne yazık ki Natalya’nın sorunları kültür varlıklarının korunması ile sınırlı kalmaz. Lenin’in ölümünün ardından siyasi çatışmalar kızışır.
Zamanla tüm ipleri eline geçiren Stalin, Natalya ve ailesi için büyük bir tehlikedir. Kendisi de Sol Muhalefette yer alan Natalya kocası ile beraber sürgüne gönderilir. Troçki’ye en sık söylediği sözlerden biri şudur: “Güçlü ol!” Bürokratik karşı-devrime karşı savaşırken ve evlatlarını korumaya çalışırken ikisinin de güce ihtiyacı vardır. Nitekim korktukları başlarına gelir. Düzmece mahkemelerde yargılanırlar, sürgün edilirler. Oğulları Sergey tutuklanır ve 1937’de öldürülür. Sol Muhalefette yer alan ve Stalin’in düzmece mahkemelerinin iç yüzünü açığa çıkaran yazılar yazan büyük oğlu Lev Sedov da sürgünde olduğu Fransa’da Stalin’in ajanlarınca 1938’de katledilir. Troçki ve Natalya sadece oğullarını değil en yakın arkadaşlarını ve yoldaşlarını kaybetmenin derin acısını yaşarlar. Meksika’da sürgünde olan Troçki 1940 yılında Stalin’in emriyle bir NVKD ajanı tarafından katledilir. Natalya, Troçki’nin son çığlığını duyar, kanlar içindeki yüzünü fark eder ve katilin kim olduğunu görür. Katil de ilerleyen yıllarda bu cinayeti Stalin’in emriyle işlediğini itiraf eder. Ama ne yazık ki Stalin’in döktüğü kanların ve boğazlanan devrimin hesabı sorulamaz.
Büyük acılar yaşayan Natalya geri kalan ömrünü, gerçeklerin açığa çıkarılması için mücadeleye, Stalinizmi teşhir etmeye ve komünizm mücadelesini güçlendirmeye adamıştır. Troçki’nin fikirlerini değersiz dogmalar düzeyine indiren “Troçkist”lerle mücadele etmiştir. Büyük acıların ve büyük mücadelelerin ardından 23 Ocak 1962’de Paris’te yaşam yolculuğunu tamamlamıştır.
Kuşkusuz Ekim Devriminin yenilgisi ve Stalinizm dünyanın ve dünya işçi sınıfının sonraki kuşaklarının kaderini derinden etkilemiştir. Devrim için ortaya konulan muazzam emeğin, çekilen acıların boşa gitmemesi için tarihin o kesitinden doğru dersler çıkarmak büyük önem taşıyor. Devrimci kadınların tarihin sunduğu derslere daha derinden bakması, geleceğin atılımlarına daha kararlı bir biçimde hazırlanması şarttır. Ekim Devriminin yüzüncü yılında, Ortadoğu savaş cehenneminin kıyısında bulunan Türkiye’deki sınıf devrimcisi kadınların Bolşevik kadınların yaşamı ve mücadelesinden öğreneceği çok şey var. Elbette bu dersler Türkiye işçi sınıfı hareketinin ve emekçi kadın mücadelesinin gelişiminden çıkarılacak derslerle de birleştirilmelidir.
link: Ezgi Şanlı, Kadınların Mücadelesi, Mücadelenin Kadınları /3, 30 Mayıs 2017, https://marksist.net/node/5693