Kamu hastanelerinde randevu bulamama sorunu uzun zamandan beri can yakıyor. Özellikle büyük kentlerde ve bazı branşlarda Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) ve 182 üzerinden talep edilen randevular günler, haftalar, hatta aylar sonraya alınabiliyor. Kimi hastalar sabahın çok erken saatlerinde hastanelerde kuyruk oluşturarak muayene olmaya çalışıyor, kimi acil servislerden giriş yaparak tedavi olmanın yollarını arıyor. Kısa süre içinde tedaviye başlaması gerekenler, kritik rahatsızlığı olanlar, hastalığın teşhis sürecini hızlandıracak işlemler için (kan testleri, ultrason, biyopsi, MR, EKG...) erken randevu bulamama sorunu yüzünden hayati risk altında yaşıyorlar. Muayene olmak için randevu alamayan hastalar yeterince paraları varsa özel hastanelerin yolunu tutmak zorunda kalıyorlar. Kamuoyunda bu soruna karşı tepkiler giderek artmaya başlayınca Sağlık Bakanlığı (iktidar) her sorunda yaptığı gibi bu sorunu da içinden çıkılmaz hale getirecek akla ziyan “çözümler” üretmeye başladı. Oysa AKP iktidara geldikten sonra hastanelerde randevu çilesine son vermekle övünüp durmuştu. Güya gece yarıları hastanelerde randevu almak için oluşan kuyruklar bitmiş, hastane çilesi sona ermişti! Evet, doğru, hastanelere gidip gece yarılarından itibaren beklemeler bitmişti ama günlerce randevu almak için telefonlara esir olma ya da internetten randevu bulma çilesi başlamıştı. “Çözdüm” dediği her sorunu daha da büyütmek, içinden çıkılamayan bir yumak haline getirmek bu iktidarın tescilli “başarılarından” artık! Son yıllarda çözdüğünü iddia ettiği tüm sorunlar teker teker çığ gibi büyüyerek emekçi kitlelerin hayatını kaosa çeviriyor. Yıllarca sağlık sistemini “şaha kaldırmış” olan iktidar, tedavi olmak isteyenlerin randevu bulunmadığı için giderek artan şikâyetleri karşısında asıl “suçluyu” buldu nihayet ve meseleyi “çözdü”! Hastanelerde ayyuka çıkan randevu bulamama sorununun gerçek suçlusu meğer hastalarmış! Çözüm: Bin bir zorlukla bulduğu randevusunu onaylamayanı cezalandırmak ve sağlık emekçilerinin iş yükünü daha da arttırmak!
Bakan Koca, “geçen yıl 23 milyon kişi, aldığı randevulardan en az birine gelmedi. Nüfusun yaklaşık dörtte biri demek. Gelinmeyen toplam randevu sayısı 81 milyon. Üç-dört saat kala iptal edilen randevu sayısı ise 21 milyon. Bu gibi sebeplerden randevu kapasitesinin yüzde 30’u kullanılamadı” diyerek sağlık sistemindeki krizin nedenini randevularına sadık olmayan halka bağladı. Yıllardır yarattığı her soruna kendisi dışında bir “müsebbip” bulmakta maharetli olan iktidar, tıpkı yüksek zamları “fırsatçılara” bağladığı gibi, döndü dolaştı bu sorunu da onu iliklerine kadar yaşayan halka bağladı. 13 Mayıs itibariyle yürürlüğe giren “Onaylı Randevu Sistemi”yle hastalar bir gün önce en geç saat 20:00’da randevusuna gideceğini onaylamak zorunda. Randevuyu onaylamayanlar (65 yaş üstü ve kanser hastaları hariç) randevu hakkını kaybediyor ve aynı branşta 15 gün içinde tekrar randevu alamıyor. Böylece hastaların randevu bulma sorunları çözülecekmiş! Oysa bu uygulama sorunu ortadan kaldırmadığı gibi daha da kaotik hale getirdi. Hastaların randevu bulamama sorunu devam ederken, randevu almış olanlar bu defa ya randevu iptali ya da çift randevu sorunu yaşıyor. Hastalar hastaneye geldiklerinde kendilerine verilen randevuyla aynı zaman dilimine başka birine de randevu verildiğini görüyorlar. Randevusuna geldiği halde randevusu iptal görünen hastalar, hastanın iradesi dışında iptal edilen randevular... Doktoru raporlu olduğu için muayene olamayan hasta bile sistem doktorun raporlu olduğunu hesaba katmadığı için belli bir “ceza süresi” geçmeden tekrar randevu alamıyor.
Kamu hastanelerindeki yetersizlikler nedeniyle yığılmanın önüne geçilmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı son yıllarda her bir hasta için muayene süresini kısaltacak uygulamalar dayatarak sorunu “çözmeye” çalıştı. 2021 Eylülünde Merkezi Hekim Randevu Sistemini 10 dakikada iki hastaya randevu verecek şekilde düzenlemişti. Yani bir hastanın muayene edilme hakkını 10 dakikadan 5 dakikaya indirmiş, mesai saatleri içinde bir doktorun bakmakla yükümlü olduğu hasta sayısını arttırarak (günde ortalama 90 hasta civarında) sorunun üstesinden gelmeye çalışmıştı. Sosyal medyadan birçok hekimin ve birçok insanın Sağlık Bakanlığına gösterdiği tepkilerden ve İstanbul Tabip Odası ve SES’in buna karşı yaptığı eylemlerden sonra kısmi olarak bu uygulamadan geri adım atılmıştı. Buna rağmen zaman zaman doktorların ekranlarına “yanlışlıkla” fazladan yazılan hastalar oluyordu. Oysa doktorlar 10 dakikada ne bir hastanın şikâyetlerini ayrıntılı bir şekilde dinleyebilir ne gerekli olan muayeneyi yapabilir. Bir hastaya ayrılması gereken asgari süre 20 dakika olması gerekirken Türkiye’de birçok hastanede bu süre 10 dakikanın altına, hatta 5 dakikaya indirilerek hastaların sağlık hakkı adeta gasp edilmiş durumdadır. Bu yolla bir yandan hastalara kamu hastaneleri dışındaki seçenekler dayatılırken diğer yandan ucuz işgücü haline getirilen sağlık emekçilerine, hekimlere günlük muayene ettikleri hasta sayısını en üst seviyeye çekme dayatılıyor.
Bu konudaki kimi örnekler insana âdeta pes dedirtecek türden! 8 Mayısta Göztepe Prof. Dr. Süleyman Yalçın Şehir Hastanesinde hekimler sabah mesaiye geldiklerinde randevu ekranlarında 10 dakikalık muayene süresinin her bir hasta için bir-iki dakikaya indiğini gördüler. Hekimler randevu sistemini açıp kapattılar, bilgi işlemi aradılar, bu yanlışlığın düzeltilmesi için Başhekimliğe ulaşmaya çalıştılar. Ama bu işte bir yanlışlık olduğuna dair herhangi bir geri dönüş alamadılar. İstanbul Tabip Odasının hemen bu durumu gündemleştirip kamuoyuna taşıması üzerine Başhekimlik ve Sağlık Bakanlığı bunun sehven olduğunu, sistemden kaynaklı bir yanlışlık olduğunu açıkladı. Bunun üzerine İstanbul Tabip Odası ve SES Anadolu Şubesinde örgütlü sağlık emekçileri de “sistemsel bir hata değil sisteminiz hatalı” diyerek durumu protesto ettiler. Hastane önünde “Sağlık 2 Dakikaya Sığmaz”, “Yap Boza Dönüştürdüğünüz Sağlık Sisteminin Kölesi Olmayacağız” pankartlarıyla yapılan basın açıklamasında iktidarın sağlık sistemini piyasalaştırarak yarattığı yıkımın boyutları, sağlık emekçilerinin sorunları, emekçi kitlelerin sağlık hakkının nasıl gasp edildiği dile getirildi.
Randevu sorunuyla hastalar özel hastanelere mecbur bırakılıyor
Gelinen noktada kamu hastanelerinde sistem, hastanın neredeyse yalnızca hastaneye gitmesi ve sorununa en ufak bir çözüm sağlayamayacak bazı işlemleri yaptırması üzerine kurulmuş durumda! Dolayısıyla sorunlarına çözüm bulamayan hastalar hastanelere gidip gelmeye, randevu üstüne randevu almaya devam ediyor. Tam da kamu hastanelerini ticarethane mantığı ile yürüten, hastayı müşteriye dönüştüren bu sistemin istediği bir durum ortaya çıkmaktadır! Kamu hastanelerinin döner sermayesi her tetkik, her işlem için SGK’dan pay alırken, hekimlerin ücretleri de yaptıkları işlem sayısına göre düzenleniyor. Hastalara gerçek bir sağlık hizmeti vermek yerine insanların sağlıksızlığından daha fazla kâr elde etmenin yollarını arayan bir sistem var ortada! Dolayısıyla kamu hastanelerinde derdine deva bulamayan hastaların bir kısmı bütçesi uygun olmasa da eninde sonunda borç harç özel hastanelerin yolunu tutuyor. Ortada öyle bir çelişki var ki, emekçi sınıf yoksullaştıkça, alım gücü daha da düştükçe, en temel insan hakkı olan sağlık hizmetlerine erişimi güçleştikçe, sağlık alanında özel sektörün payı da her geçen gün artıyor.
2003 yılında hayata geçirilen “sağlıkta dönüşüm” programı ile sağlık hizmeti sermayeye peşkeş çekilip özel hastaneler pıtrak gibi çoğalırken, kamu hastanelerinin sayısı da yıldan yıla giderek yetersiz hale gelmeye başladı. Yirmi yılda Sağlık Bakanlığına bağlı hastane sayısı yüzde 18,2 artarak 2022 yılında 915’e, üniversite hastanesi sayısı yüzde 36 artarak 68’e çıkarken, aynı dönemde özel hastane sayısı yüzde 111 artarak 572’ye çıktı. Özel hastanelerin hâkimiyeti altındaki İstanbul’da ise çok daha vahim bir tablo söz konusu! Türkiye genelinde yüzde 36 olan özel hastane oranı İstanbul’da yüzde 70’e kadar çıkıyor. Sağlık Bakanlığının 2022 verilerine göre İstanbul’da toplam 234 hastane var. Bu hastanelerin 54’ü Sağlık Bakanlığına, 16’sı üniversite hastanelerine, 164’ü ise özel sektöre ait. İstanbul’un toplam nüfusu 6 milyon 581 bin 208 olan 19 ilçesinde yalnızca birer devlet hastanesi varken, toplam nüfusu 715 bin olan 2 ilçesinde (Kâğıthane, Güngören) tek bir devlet hastanesi bile yok! İstanbul’da 26 eğitim ve araştırma hastanesi ve 4 tane de şehir hastanesi var. Fakat Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın kurucusu olduğu ve bakan olduktan sonra yönetimini kardeşlerine devrettiğini beyan ettiği Medipol Hastanesinin sadece İstanbul’da 9 hastanesi var![1]
Özel sektöre kaynak aktarımı sadece hastaları özel sağlık kurumlarına mecbur bırakmakla yapılmıyor elbette. Bu mekanizmanın önemli ayaklarından birini de son yıllarda pıtrak gibi inşa edilen şehir hastaneleri oluşturuyor. Sağlık Bakanlığı aslında özel sektörün inşa ettiği ve içindeki tüm araç ve cihazlarla devlete kiraladığı bu hastanelere her yıl milyarlarca lira ödeme yapıyor. 2017-2022 yılları arasında şehir hastanelerine ödenen 187,7 milyar lirayla sadece 28 bin 548 yataklı 18 şehir hastanesi inşa edildi. Oysa bu parayla 107 bin 192 yataklı 214 devlet hastanesi inşa edilebilirdi. Dolayısıyla bu politika sonucu toplum 78 bin 644 yataklı tam 196 hastaneden mahrum bırakıldı. Bu durum kamusal sağlık hizmetine sekte vururken, özel hastanelerin payını daha da arttırdı, emekçiler özel hastanelere mecbur bırakıldı.[2]
Sağlık sisteminde iktidarın sermayeyi önceleyen tercihlerinden kaynaklı sorunlar büyüdükçe sağlık merkezlerine başvuru sayısı yıldan yıla ciddi bir şekilde artış göstermeye başladı. 2000’lerin başında yıllık hekime başvuru sayısı 200 milyon civarında iken 2022 Sağlık İstatistikleri Verisine göre bu sayı 850 milyona yükselmiş durumdaydı. Pandemi döneminde ihmal edilen sağlık sorunları yüzünden de sağlık emekçileri büyük bir hasta yüküyle karşı karşıya kaldı ve bu eğilim artarak devam etmektedir. Sağlıklı olma halini değil sağlıksızlığı, daha çok hasta başvurusunu önceleyen bir anlayışla yönetilen sağlık sistemi, toplumun nitelikli kamusal sağlık hizmeti alma hakkını ve sağlık emekçilerinin haklarını gasp etmektedir.
Sağlık emekçilerine şiddet
Sağlık sistemindeki iktidarın yarattığı sorunlar büyüdükçe sağlık emekçilerine dönük şiddet olayları yıldan yıla artıyor. 2020 yılında sağlık emekçilerine yönelik 22 bin, 2021 yılında ise 60 bin saldırı olması bu durumun ne derece ciddi boyutlarda olduğunu göstermeye yetiyor. “Onaylı Randevu Sistemi” ise bu durumu daha da yaygınlaştırma potansiyeli taşıyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) İkinci Başkanı Dr. Ali İhsan Ökten de bu sistemin uygulamada bir karşılığının olmayacağını, aksine kaosa yol açtığını ve hasta ile doktoru karşı karşıya getireceğini belirtiyor.[3] Randevuya gelmeyen hastaya herhangi bir şekilde yaptırım uygulamanın insan haklarına ve kişilerin sağlık hakkına aykırı olduğunu belirten Ökten sağlık sistemini çökme noktasına getiren “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”nden vazgeçilmesi gerektiğine vurgu yapıyor. “Bakan Koca, sorumluluğu yurttaşlara ve sağlık emekçilerine atmak yerine randevu sorununun asıl nedenlerinin Sağlıkta Dönüşüm Programı ve bu yönde uygulanan yanlış politikalar olduğunu kabul etmelidir” diyor. Acilen basamak sistemine geçilmesini, aile hekimleri sayısının arttırılmasını, aile hekimleri başına düşen nüfus sayısının azaltılmasını, bölge tabanlı sağlık sistemine geçilmesini öneriyor. Hastaların aile hekimliklerinden hastanelere sevk edildiği bir sisteme geçilmeden, nitelikli sağlık hizmeti verilemeyeceğini söylüyor. Ancak her işte olduğu gibi sağlık hizmetinde de sermayenin ihtiyaçlarını önceleyen iktidar, sağlık sistemini tepeden tırnağa, her yönüyle hastaları özel sağlık kuruluşlarına mahkûm edecek şekilde tasarlamış durumdadır. Aile hekimliği sistemi kurulduğunda her bir hekime 4 bin kişi bağlanmış, bu sayının zamanla kademeli olarak azaltılacağı ve 2 binlere kadar ineceği söylenmişti. Aradan geçen yıllar içinde bu sayı azalacağına giderek artmıştır. Buralarda da hasta sayısına çözüm olarak randevu sayısı arttırılıp randevu süreleri kısaltılmaktadır. Dolayısıyla bu sistem de kilitlenmiş durumdadır.
Sorunun bir başka önemli boyutu ise Erdoğan’ın giderlerse gitsinler dediği binlerce sağlık çalışanının ülkeyi terk etmesidir. Öyle ki, kamu hastanelerinde pek çok branşta uzman doktor sıkıntısı had safhadadır. Kalanların ise iş yükleri katlanılmayacak durumda artmıştır.
Gelinen noktada sağlık sistemi bugün tamamen ranta ve özelleştirmeye dayalı, sağlık emekçilerinin gerçek bir sağlık hizmeti veremediği ama nefes almadan köle gibi çalıştırılmak istendiği ve hastaların sağlık hakkının yok sayıldığı bir sisteme dönüşmüş durumdadır. Bu sorun genel olarak tüm emekçilerin sorunudur. Bıraktık özel hastaneye gitmeyi evine ekmek götürmekte zorlanan, tüm bir ay boyunca açlık sınırının altındaki asgari ücretle hayatta kalmaya çalışan milyonlarca insanın sorunudur. Bu rejime ve bu hastalıklı sisteme karşı işçi sınıfının tüm kesimleri birlikte mücadele etmeden sağlıklı olmak mümkün değildir!
link: Aylin Dinç, Randevu Krizi Sağlık Sistemindeki Krizin Sonucudur, 23 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8303
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /11
Kapitalizmin Vahşi Yüzü: Çocuk İşçilik