Mikro kredinin mucidi sayılan Bangladeşli Muhammed Yunus 2006’da Nobel Barış Ödülüne layık görülmüştü. Sözde yoksulluğa çözüm olarak sunulan sisteme göre, verilen düşük meblağlı kredilerle yoksullar kendi işlerini kuracaklar ve yoksulluğa elveda diyeceklerdi. Yoksulluğun kaynağının kapitalizm olduğunu bilenler açısından mikro kredinin yoksulluğa ancak mikro düzeyde bir çözüm bulabileceği, gerisinin makro yalanlardan ibaret olduğu açıktı. Nitekim bunu doğrulayan yeni gelişmeler ortaya çıktı. Artan faiz oranları, mikro finans kuruluşlarının borçlulara baskıları ve intiharlar!
Mikro kredi sisteminin burjuvazi açısından işlevi ve yoksulluğa çare olup olamayacağı dört yıl önce Marksist Tutum sayfalarında şöyle dile getirilmişti: “… özelde Yunus’un genelde ise çeşitli burjuva kuruluşların sözde yoksullukla savaşım programları, yoksulluğu ortadan kaldırmayı değil, onu yönetilebilir, kontrol edilebilir bir düzeyde tutmayı amaçlar. Ayrıca, krizler ve iktisadi durgunluk içinde debelenen burjuvazi, Yunus sayesinde, yepyeni bir yatırım alanı bulmanın sevincini de yaşıyor. Böylelikle yalnızca yoksul kesimler içerisinde biriken patlayıcı barutun bir kısmı yok edilebileceği gibi, onların sırtından milyar dolarlar kazanmak hâlâ mümkündür.”(Oktay Baran, Mikro Kredi ve Makro Yalanlar, MT, 2006 Aralık)
Madalyonun öteki yüzü
175 ülkede uygulanan mikro kredi projesi Türkiye’de de 2003 yılında pilot il olarak Diyarbakır’da başlatılmıştı. Daha sonra diğer illerde de yaygınlaştırıldı. 2009 yılında 30 bin kadın mikro krediye başvurdu. 2010’da ise 40 bin kadına ulaşılması planlanıyor. Bunun için medyaya servis edilen haberlerle mikro kredinin reklâmı yapılıyor, sözüm ona her gün yeni bir hayat kurtuluyor! Aldığı birkaç yüz liralık krediyle terzi dükkânı, terlikçi açan veya inek alıp sütünü satan kadınların hikâyeleri abartılarak anlatılıyor. Sayıları azalsa da benzer haberler çıkmaya devam ediyor hâlâ.
Burjuvazi mikro krediden faydalanan milyonlarca insan arasından bir iki tanesinin “başarı hikâyesini” anlatırken, büyük resmi kitlelerden gizlemeye çalışıyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinde mikro kredi yüzünden yaşanan sıkıntılardan bahsedilmiyor. Örneğin 1998’de Güney Afrika’daki krizde aldıkları mikro kredileri ödeyemeyenlerle birlikte mikro kredi firmaları da batmıştı. Keza on yıl önce Bolivya’da yaşanan krizde mikro kredi borçlarının iptali için açlık grevleri yapılmıştı. Yoksulluğun yoğun olduğu Latin Amerika’da da mikro kredi yoksulluktan kurtuluş fırsatı olarak takdim edilmişti. Bu yüzden milyonlarca insan mikro finans kuruluşlarının eline düştü. Kimi ülkelerde bu yasal tefecilere karşı kitlesel gösteriler düzenlendi. Örneğin 2008’de Nikaragua’da yüksek mikro kredi faiz oranları yüzünden, “No Pago” (Ödemeyeceğiz) hareketi başlatılmış, hatta bazı mikro finans şubeleri ateşe verilmişti. Borçların ödenebilmesi için hükümet yeni yasa çıkarmak zorunda kalmıştı. “No Pago” hareketi finans kuruluşlarını tedirgin etmiş ve bu kuruluşlardan bazıları 400 bin mikro kredi borçlusunun olduğu ve toplam kredi meblağının 472 milyon dolara ulaştığı Nikaragua’dan çıkmak zorunda kalmıştı.
Şimdi ise Hindistan’dan intihar haberleri gelmeye başladı. Andhra Pradesh eyaletinde sadece son altı haftada 56 yoksul köylü ödeyemedikleri mikro kredi borçları yüzünden intihar etti. Eyalette faiz oranlarının düşürülmesi ve borç ödemelerinin kolaylaştırılması talebiyle mikro kredi karşıtı bir hareket başlamış durumda. “Devlet kamu bankaları aracılığıyla yeniden %3 faiz oranıyla yoksul köylülere kredi vermeye başladı. SKS Microfinance hisseleri bir anda borsa değerinin dörtte birini kaybetti. Andrah Pradesh eyaleti komünist partisi yoksulların borçlarını bu ağır koşullarda değil, kamu bankalarının uyguladığı kredi koşullarında ödemeleri için geniş bir «sivil başkaldırı» hareketi başlatmış durumda. Birçok köyde köylüler borçlarını ödemeyeceklerini ilan ettiler.” (Ahmet İnsel, Radikal, 09/11/2010)
İntiharların yaşandığı yerlerden gelen haberler kapitalizmin kâr uğruna yapabileceklerinin sınırının olmadığını gösteriyor. Mikro finans şirketleri, alacaklarını sigorta şirketlerinden tahsil edebilmek için borçluları intihara sürüklüyorlar. Uyguladıkları yöntemlerle gayrı resmi tefecilere rahmet okutuyorlar. Kızgın güneşin altında bekletmek, ağaca bağlamak gibi engizisyon cezalarıyla borçlarını ödeyemeyenler yıldırılmaya çalışılıyor. Yunus övünerek kredilerin %100’e yakınının geri ödendiğini söylüyor ama tahsilâtın hangi yöntemlerle yapıldığından hiç bahsetmiyor. Kredilerin kefilsiz, şartsız verildiği söyleniyor, oysa bu doğru değil. Krediler beşer kişilik gruplara veriliyor. Böylece kredi alanlar bu gruplar sayesinde sürekli denetim altında tutuluyor. Tabii sadece bununla da sınırlı kalmıyor Grameen Bank gibi “hayırsever” kuruluşların yöntemleri. Kredi alanlar görevliler tarafından düzenli olarak “ziyaret” ediliyor, kontrol ediliyor, borcunu ödeyemeyecek durumda olanlara ise çeşitli baskılar uygulanıyor. Güya yoksulluktan kurtarılmaya çalışılan yoksullar korkutuluyor, hakarete uğruyorlar. Banka görevlileri yeri geldiğinde eşyalarını, hatta çocuklarını satmalarını bile söyleyebiliyorlar borcunu ödeyemeyenlere.
Bir taşla iki kuş
Mikro kredi sistemini burjuvazi ideolojik propaganda aracı olarak kullanıyor. Krizin içerisinde debelenip duran kapitalist düzen bekası için kitlelere “umut” aşılamaya çalışıyor. Bu yüzden de mikro kredi sistemini sözde “başarı hikâyeleri” ile allayıp pulluyor. Eskiden okuduğumuz “işçiydi patron oldu” haberlerinin yerine bol bol “mikro kredi ile hayatı kurtuldu” haberleri yayınlanıyor. Böylece sınıf mücadelesi düşüncesi işçilerin zihninden çıkartılıp yerine sınıf atlama hayalleri pompalanmaya çalışılıyor: “Yunus, liberalizmin bireysel girişimciliği öven, kutsayan ve dokunulmaz ilan eden görüşlerini aynen benimsemekle kalmıyor, geliştirdiği mikro-kredi sistemi üzerinden yoksulluğun ancak «kendi kendinin efendisi olmakla» yani küçük bir girişimci olmakla üstesinden gelinebileceğini propaganda ederek, emekçilere küçük-burjuva hayaller pompalıyor. Bir işçi olarak kurtuluşunu diğer sınıf kardeşlerinle birlikte verilecek bir mücadelede aramak yerine, küçük bir dükkân aç, minnacık bir atölye kur ve bireysel kurtuluş hayalinin peşinden koş!” (Oktay Baran, age)
Burjuvazi yoksulluğun yoksulların kabahati olduğuna inanmamızı istiyor. Kafasını kullananın küçük bir sermayeyle sınıf atlayabileceği hayalini pompalaya çalışıyor. “Kefilsiz, şartsız mikro kredi veriyoruz; hâlâ yoksulsanız sizin ahmaklığınız” demeye getiriyor akıllı sermaye sahipleri! Yunus’un kurduğu Grameen Bank’ın Türkiye temsilcilerinden biri bunu açıkça söylüyor da: “Mikro Kredi Projesinden, iş kurma isteğinde olan, bilgi, beceri ve yeteneklerine inanan ve iş yapma kapasitesine sahip her yoksul kadın faydalanabilir.” Mikro kredi alanlar yoksulluktan kurtulamıyorsa bu onların beceriksizliği, onların kapasitesizliği, onların yeteneksizliği!
Mikro kredi sermaye açısından yeni bir yatırım alanı aynı zamanda! Mikro krediyi hem ekonomik hem de ideolojik bir araç olarak kullanan burjuvazi böylece bir taşla iki kuş vuruyor. Daha önce pek rağbet görmeyen mikro kredi, büyük kârlar getiren bir alan olduğu fark edilince büyük finans kuruluşlarının ilgisini çekti. Özellikle Meksika’da Compartamos adlı mikro finans kuruluşunun hisselerinin 458 milyon dolara satılması ve 2008’de patlak veren kriz, finans kapitalin bu ilgisini daha da arttırdı. Uluslararası finans tekelleri sinekten yağ çıkarırcasına yoksulluktan para kazanmaya girişti adeta. 2009 mikro kredi zirvesi sonuç raporunda, 2007 sonu itibariyle %83’ünün kadın olduğu 154 milyon müşteriye ulaşıldığı ilan edildi. Bu da milyarlarca dolarlık bir pazar anlamına geliyor. Bu pazara gözünü dikmiş 3500’den fazla mikro finans kuruluşu var. Raporun verilerine göre pastanın %72’sine sadece 16 mikro finans kuruluşu el koyuyor. Faizler ise normal kredi faizlerinden daha yüksek. Çoğu ülkede %40’lara varan faiz oranı Meksika’da %100’ü geçiyor. Bu rakamlar burjuvazinin yoksullukla neden bu kadar çok ilgilendiğini gösteriyor!
Peru eski başkanı Toledo, zirvenin sonuç raporunda yer alan şu sözleriyle aslında mikro kredi sisteminin sermayedarlar için ne anlama geldiğini itiraf ediyor: “Dünyanın Wall Street’leri, sadece etik veya ahlâki nedenlerle değil, ama onlar için iyi bir iş olduğu için de yoksullukla kucaklaşmaları gerektiğini şimdi her zamankinden daha çok anlamalılar.” Büyük mikro finans kuruluşlarında danışmanlık ve yöneticilik yapan Chuck Waterfield ise “Mikro finans sektörünün büyüklüğü 60 milyar dolara ulaştı. Hayırsever kökleri çok geçmişte kaldı” diyerek, mikro finansın makro kâr getiren bir yatırım alanı olduğunu açıkça söylemekten imtina etmiyor.
Yoksulluk sorunu çözüldü mü?
Mikro kredi sisteminin kofluğu, uygulandığı ülkelerdeki yoksulluk ve sefaletin devam etmesinden de anlaşılıyor. Yoksulluğa çözüm olarak sunulan bu proje hiçbir yerde külkedisini prensese çevirememiştir. Yoksulluk sorununun mikro kredi ile çözülebileceğine inanmak için çocuk masallarına inanabilecek kadar saf olmak gerekir. “Yoksulluğa savaş ilan ettiğini iddia eden mikro-kredi sisteminin dürüstlüğüne ve içtenliğine bir an için inanacak kadar saf olsak bile, bu sistemin gerçekte günde 1 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda kalan 1,1 milyar insanı, olsa olsa günde 1 ilâ 2 dolar arasında bir gelirle yaşama düzeyine çıkartmaktan ötesini hedeflemediği ortadadır. Ama onlar bu son derece mütevazı hedefi bile tutturmaktan acizler.” (Oktay Baran, age)
Örneğin mikro kredinin anavatanı Bangladeş dünyanın en yoksul ülkeleri arasında hâlâ ilk sıralarda. 160 milyon nüfuslu ülkenin neredeyse yarısı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Mikro kredi alanlardan sadece %5-10’unun yaşam standartlarında iyileşme söz konusu olmuştur. Ancak bu iyileşme yoksulluktan tamamıyla kurtulmak anlamına gelmediği gibi, bu kısmi iyileşme bile ancak başka ek gelirleri olanlara nasip olabilmiştir. %50’si ise ancak başka yerlerden mikro kredi alarak mevcut pozisyonunu koruyabilmiştir. Geriye kalan %45 ise daha kötü duruma düşmüştür. Köylerini terk etmek ya da topraklarını satmak zorunda kalmışlardır. İntihar vakaları Bangladeş’te de yaşandı. Borcunu ödeyemeyen bir köylü kadın zorla kapatıldığı banka odasında intihar etmişti.
Yunus’un Bangladeş’te 42 köylüye verdiği 27 dolar ile mikro krediyi başlattığı anlatılır. Peki, bu köylülere ne olmuştur? Söylendiği gibi köylüler yoksulluktan ve sefaletten kurtulmuş mudur? Hayır, tersine sefalet devam etmektedir ve üstelik şimdi bir de mikro kredi borçlarıyla boğuşulmaktadır. Bangladeş’te yoksulluk kol gezerken “yoksul babası” Yunus ise büyük bir sermaye grubunun sahibi haline gelmiştir.
Mikro kredi alanların yoksulluktan kurtulamadığı ortadadır. İntihar vakaları, mikro kredi karşıtı hareketler, borçlarını ödeyemeyenler mikro kredi hayallerini tuzla buz ederken şu gerçekliği ise tekrar gözler önüne sermiştir: Kapitalizm emekçiler için yoksulluk ve sefalet üretir. Kapitalizm olduğu sürece bir avuç azınlığın refah içerisinde yaşayabilmesi için, büyük çoğunluğun yoksulluk ve sefalet içinde yaşaması gerekiyor. Ne mikro kredi ne de başka bir şey kapitalizmin bu temel niteliğini değiştirebilir. Yoksulluk ancak kapitalizmin olmadığı, sınıfsız bir dünyada ortadan kalkar. Herkesin refah içerisinde yaşayacağı böyle bir dünya için de burjuvazinin ideolojik yalanlarına inanıp sınıf atlama hayallerinin peşinde koşmak yerine sınıf mücadelesi içerisinde yer almak gerekiyor. Kurtuluşun başka yolu yok!
link: Suphi Koray, Kurtuluş Mikro Kredide Değil Sınıf Mücadelesinde, 1 Aralık 2010, https://marksist.net/node/2554
Üç Kişiye Yardım Edince Yoksulluk Bitiyor mu?
Burjuvazinin “Torba”ya Gizledikleri