Bu söz arada bir kulağımıza çalar. “Kendinize çeki düzen verin, bakın etrafımız düşmanlarla sarılı, en değerli yerlerde yaşıyoruz, yeraltı, yerüstü kaynaklarımız vs.” diye uzar gider. Yaşadığımız ekonomik sıkıntılardan dolayı oturduğumuz mahallelerden dışarı çıkamayan, hayatında bir kere olsun diğer ülkelerin güzelliklerini göremeyen, hatta içinde yaşadığımız topraklarda bile o muhteşem güzelliklere ulaşamayan biz işçiler, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının nasıl talan edildiğini görmeyiz. Bu kaynaklar üzerinde nasıl bir servet biriktiği de hiç açıklanmaz bize. Yasalar değişirken, haklarımız gaspedilirken bizlere hiç fikrimiz sorulmaz; o zaman kimse Türk olduğumuzla ilgilenmez, çünkü o zaman susmamız istenir.
Oysa dünyada en değerli kaynak olan insanlığımız, onurumuz ve kişiliğimiz bir avuç çapulcunun çıkarına göre kalıba sokulmaya çalışılmaktadır. Yeryüzünün efendileri her şeyi kendi servetlerinin daha çok artması için düzenlemek isterken, bir taraftan da üretimin içindeki emekçilerin hayatlarını zehir etmektedirler. Kıdem tazminatımız, emeklilik hakkımız, sağlık hakkımız bir bir gasp edilirken kimse senin Türk olup olmamanla ilgilenmemektedir. Çünkü burada söz konusu olan efendilerin daha çok sömürmesidir.
Yeryüzünün en değerli kaynağı olan emeğimizi sömüren burjuvazi, biz işçileri duyarsızlaştırmaya, yanıbaşımızdaki bir insanın bile sorunlarıyla ilgilenmemeye, kendimizle meşgul olmaya sürükler. Kendileri dünyanın kaymağını yerken, bilinçleri köreltilmiş işçilerin eline çocuk gibi bir şeker tutuşturur ve sen onunla avunurken geriye sapı kalır. Bir taraftan alınterimiz sömürülürken bir taraftan da insani değerlerimiz sömürülmektedir. Yeryüzünde her şey rengarenk. Oysa Türk egemenler yıllardır bir halkı yok sayıyorlar. Yeryüzünde her canlının bir dili varken, Kürt halkı bu iletişim aracından, yani anadilinden mahrum bırakılmaktadır. Kimliksiz bir toplum haline dönüştürülmek istenmektedir. Kürt halkını asimile etmeye çalışan Türk egemenler yıllar boyunca binlerce Kürt gencini hayatlarının baharında katlettiler. Uysallaştırdıklarını sürüye katıp, uysallaştıramadıklarına “terörist” damgası vurdular. Her fırsatta da Türk emekçilerinin beyni “Türkün Türkten başka dostu yoktur” yalanlarıyla dolduruldu.
Biz Türk emekçiler, yanı başımızda duran, yanyana bir tezgâh başında çalıştığımız, acılarımızı, mutluluklarımızı paylaştığımız Kürt halkının sıkıntılarını iyi algılamalı, Türk egemenlerin oyununa gelmemeliyiz. Omuz omuza sınıf mücadelesi vereceğimiz Kürt halkının acılarına ortak olmalıyız. On binlerce ölüden sonra bile Kürt sorunu hâlâ çözülmeden ortada duruyor.
Bugün hem Kürt halkı üzerinde, hem bu halkın önemli bir kesiminin önder olarak gördüğü Abdullah Öcalan üzerinde, hem de 3 milyonun üzerinde oy alarak milletin vekilliğini hak eden BDP’li ve HDK’li milletvekilleri üzerinde yoğun bir baskı vardır. Kimliksiz bir halkın kurtuluşunun imkânsız olduğunun bilincinde olan 700’e yakın Kürt siyasi tutsak, süresiz-dönüşümsüz açlık grevine girerek bedenini ölüme yatırdı. Anadilde eğitim ve savunma hakkı, Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi amaçlı başlatılan açlık grevleri kritik aşamaya ulaşıncaya dek egemenler tarafından görmezden gelindi. Ancak nihayetinde mızrak çuvala sığmadı ve emekçilerin gündemine girmeye başladı. Bu kez de hükümet ve medya tarafından karalama kampanyası başlatıldı. Türkiyeli emekçiler olarak Kürt halkının demokratik taleplerinin derhal karşılanmasını istiyoruz.
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
link: Kıraç’tan bir işçi, "Türkün Türkten Başka Dostu Yoktur" Yalanı, 17 Kasım 2012, https://marksist.net/node/3128
Türkiye İşçi Sınıfını Zorlu Mücadeleler Bekliyor
İşçilerin Şanlı Ekim Devrimi