Egemenler sindiremedikleri, boyun eğdiremedikleri insanları cezaevlerine doluşturmaya ve onları hem psikolojik hem de fiziksel olarak yok etme politikasını uygulamaya devam ediyorlar. Toplumu bastırma ve sindirme araçlarından biri olarak hizmet gören cezaevleri, siyasi tutsaklara karşı ekstra baskıların uygulandığı, onların en kötü yaşam koşullarına maruz bırakıldıkları yerler. Türkiye’de devlet planlı biçimde cezaevlerinin kapasitesini ve sayısını arttırmaya devam ediyor. İnsanlar, siyasi nedenlerle, saçma sapan gerekçelerle içeri tıkılıyor. Rejim çoğu kez hiçbir delil göstermeden, hukuki dayanağı olmayan davalarla insanları cezaevlerine gönderiyor. Bu yolla da topluma daha fazla korku salmayı umuyor.
Elbette bu yeni bir şey değil. Bu topraklarda yıllarca bu zulüm komünistlere, devrimcilere, Kürtlere ve kimi muhalif unsurlara sistematik biçimde uygulandı. Devletin bu geleneğini sahiplenen mevcut rejim de, koltuğu tehlikeye düşeli beri gaddarlığını daha da arttırıyor ve iktidarını kaybetmemek için her şeyi yapmayı mubah sayıyor! Bu bakış açısıyla cezaevlerine attıkları siyasi mahkûmlara karşı adeta intikam politikasıyla hareket ederek onları en kötü koşullarda “yaşatmak” istiyor. Hatta ölüme terk ediyor. İnsanlık dışı koşulları dayatan egemenler, burjuvazinin yıllar içerisinde oluşturduğu normları bile hiçe sayarak yoluna devam ediyor.
“2005 yılında cezaevlerinde 55.870 kişi varken, 2021 yılında bu sayı yaklaşık 300.000 kişiye ulaşmıştır. Bu korkunç artışta dönüm noktası 15 Temmuz sonrasında girilen OHAL dönemidir. Bu süreçte estirilen baskı ve saldırı dalgasıyla on binlerce insan cezaevine tıkılmıştır. Bugün Türkiye, tutuklu sayısının nüfusa oranı bakımından Avrupa birincisidir! Sadece 2016 yılından 2021 yılına kadar 127 yeni cezaevi inşa edilmiştir. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’de kapasitesi 251.229 kişi olan 369 cezaevi bulunuyor.” Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla Resmi Gazetede yayınlanan 2022 yılı yatırım programına göre de Türkiye’ye 36 yeni cezaevi “müjdesi” verilmiş bulunmakta!
Mahpuslara ve ailelerine yapılan insanlık dışı uygulamalar gösteriyor ki devlet siyasi tutsaklara her türlü insanlık dışı muameleyi yapmayı kendinde hak görüyor. Tam da bu yüzden onur kırıcı çıplak aramalar, hasta tutsaklar için alınan insafsız kararlar, cezaevlerinde kalan çocuklara psikolojik baskılar, tutuklu ve hükümlü yakınlarına onur kırıcı davranışlar artarak devam ediyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre cezaevlerinde en az 1605 hasta tutsak bulunuyor. Bunların 604’ünü ağır hastalar oluşturuyor.
Cezaevinde durumu ağırlaşan tutsaklardan biri de 2016 yılından beri Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevinde tutulan Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk’tur. Kronik ve ilerleyen demans teşhisi konulan eski milletvekili Tuğluk’un hastane tarafından verilen “cezaevinde kalamaz” raporu dikkate alınmadan içeride tutulması rejimin düşmanlığını yansıtıyor. Ona büyük bir travma yaşatarak bu noktaya gelmesine neden olan, annesinin cenazesinde yapılanlar da bu nefretin, düşmanlığın ulaştığı düzeyi açıkça ortaya koyuyor. Açık değil mi? Devletin inkâr, imha, asimilasyon ile Kürt düşmanlığı politikalarıdır aslında Tuğluk’u hasta eden! Bu politikaya doğru bir şekilde değinen sanatçı Pınar Aydınlar “Tuğluk’a yapılan haksızlık ve hukuksuzluk, annesinin mezarından çıkarılıp başka bir yere defnedilmesi, ona yaşatılanlar tamamen bir faşizmin göstergesidir. Bu faşist uygulamalara karşı da biz kadınlar olarak Aysel Tuğluk’un yanındayız” demişti.
Bir başka örnek ise Turgay Deniz’in başına gelenlerdir. Maltepe 1 No’lu L Tipi Cezaevine konulan Deniz, İstanbul Süreyya Paşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin verdiği raporda, tüberküloz hastalığı nedeniyle sol akciğerinin işlevsiz olduğu, sağ akciğerinde ise lezyon olduğu ve yaşamını tüple sürdürebileceği belirtilmesine rağmen tahliye edilmemişti. Hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmamasına, %80 engelli ve sol akciğeri alınmış bir hasta olmasına rağmen cezaevi cezaevi dolaştırılmıştı. Nitekim tutuklu bulunduğu Metris Cezaevinde fenalaşması üzerine kaldırıldığı Yedikule Göğüs ve Hastalıkları Hastanesinde yaşamını yitirmişti.
Cezaevinde doğup büyüyen çocuklar da bu politikalardan nasibini alıyor. Bugün 800’ü aşkın bebek ve çocuk hapishanede büyümek zorunda kalıyor. Çocukların oyuncakları bile yönetmeliğe aykırı bulunduğu için ellerinden alınıyor. Kreş olduğu söyleniyor fakat çocuklar kreşe giderken bile birden fazla kez aramaya tabi tutuluyor. Çocukların psikolojisi daha fazla bozulmasın diye anneler çocuklarını kreşe gönderemiyorlar, çocukların ihtiyaçları karşılanmıyor ve çok zor koşullarda gelişimlerini tamamlamaya çalışıyorlar.
Bu yaşananlar bir, iki değil elbette. Sayı azalmak bir yana katlanarak artmaya devam ediyor. Hasta tutsaklar kendi kaderine bırakılıyor. Gitmek istediklerinde sürekli çıplak arama yapılıp yıldırma politikası uygulanıyor. Bazı mahkûmlar hastaneye götürüldüklerinde çıplak aramaya maruz kaldıkları için gitmemeyi tercih ediyorlar. “Cezaevlerinde işkence yok” diyenler çeşitli taktiklerle en yozlaşmış biçimde işkencelerine devam etmektedirler bu şekilde. Koğuşlara kapasitesinin üzerinde mahpus yerleştiriyorlar ve buralara sığmayan mahpuslar yerde yatmak zorunda bırakılıyor. Mevsimsel şartlara uygun hale getirilmeyen bu koğuşlar pislikten geçilmiyor ve bundan kaynaklı çeşitli hastalıklar kendini göstermeye başlıyor. Kaloriferler yeterince yakılmıyor. Sosyal aktiviteleri yasaklayıp psikolojik yıpratmalarını da sürdürüyorlar. Cezaevlerinde tehditler, yıldırmalar, her türlü şartlara zorlamalar var. Aflar çıkarıp kendi paramiliter çetelerini ya da azılı katilleri, tecavüzcüleri bu cezaevlerinden ellerini kollarını sallayarak çıkaran siyasi iktidar; fikirleri, mücadeleleri yüzünden içeri atılmış insanlara ise cezaevlerinin kalabalık olmasından dolayı yerde yatmayı, en temel ihtiyaçlarını bile gidermemeyi reva görüyor.
Yaşanan bunca olayla birlikte insanın aklına, burjuvaların dilinden düşürmediği insan hakları, çocuk hakları, adalet gibi kavramlar geliyor. Elbette kapitalist düzende soyut kelimelerin hiçbir anlamı, karşılığı yoktur. Bu sistem burjuvaziye hizmet eden, onun egemenliğinde bir sistemdir. Egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda kullanılan bir yasalar bütünü var önümüzde. Mücadelenin olmadığı koşullarda bu hakların da pek bir anlamı kalmıyor. Eğer bu bahsettiğimiz hakların gerçekten işlerliği olsaydı bugün cezaevlerinde çocuklar çıplak aramaya maruz kalmazlardı. Hasta tutsaklar en azından son günlerini ailelerinin yanında geçirirdi. İnsanlar çıplak aramaya maruz bırakılıp hastane ve onuru arasında seçim yapmaya zorlanmazdı.
Çocuklara bile insanlık dışı bir şekilde muamele eden bu tiranların karşısında ancak ve ancak örgütlü bir mücadele sergilersek durum değişir. Cezaevi şartlarını düzeltmek de sadece siyasi tutsakların sorunu değil tüm işçi sınıfının sorunudur. Pek çok şey gibi, dışarıda verilen sınıf mücadelesinin seyri belirleyecek bu kötü koşulların gidişatını. Ekonomik kriz derinleştikçe sokaklara dökülen emekçi sayısı da fabrikada direnişe geçen işçi sayısı da artmakta. Bizler biliyoruz ki baskı ve zulüm arttıkça işçi sınıfının mücadeleleri daha da artacak. Çekilen pek çok çile gibi siyasi tutsaklara yapılan eziyetlerin hesabı da bu mücadeleler başarıya ulaştığında gerçekten sorulacak. Bunun için, umutla mücadele etmeye devam edelim. Dört elle mücadelemizi büyütelim!
link: Mersin’den MT okuru bir grup genç, Rejimin Siyasi Mahkûm Düşmanlığı!, 23 Şubat 2022, https://marksist.net/node/7579
Totaliter Rejim Altında Medyanın Durumu
Komintern Döneminde Cephe Taktikleri ve Pratikleri /2