20 Mart cumartesi günü yapılan Newroz kutlamaları sırasında Mersin’de yaşanan olay öyle bir yaraya parmak bastı ki, Türkiye’nin vatanseverleri etlerine ateş düşmüşçesine her yandan bağırmaya başladı.
Şehirler, şehirlerin sokakları, sokaklardaki evler, “vatanını seven” sıfatına layık olabilmenin basıncını iliklerinde hissediyor günlerdir. Küçük bir ilin küçük bir kasabasında, üç gündür, “bayrağa saygı” yürüyüşü yaptırmak için belediyeden anons üstüne anons yapılıyor. İlk gün yeterli katılım sağlanamadığı için daha bir hırslanan AKP’li belediye yönetimi, parsayı MHP’ye kaptırmamak için var gücüyle bu “miting”i organize etmeye çalışıyor ve “vatandaşlar”dan evlerine, işyerlerine bayrak asmalarını rica ediyor. Nihayetinde Cuma günü bu miting Tokat ve çevre ilçelerde yapılabildi. Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine.
Bütün bu sömürüyü ilişkilerinde ve bu “milliyetçi faşizan kudurganlığa” karşı öfkeyi yüreğinde hisseden bizler açısından durumun vahameti ortada. Çünkü işçi ve emekçilerin yüzünü dönüp gerçekleri görebileceği, patronlar sınıfının yalanlarına inanmalarına engel olacak ve ona kendi sınıfının çıkarlarını anlatıp tarihsel hafızasını yeniden kazandıracak bir önderlik henüz yaratılamadı.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra nerdeyse tek kalabalık miting bu kasabada Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin ardından gerçekleşmişti. Yoksulluğu ve işsizliği ilmek ilmek dokuyup köylerinden büyük kentlere genç kuşağı göç vermiş ve geriye bozkırı bırakmış bir kasabanın sokaklarında egemenlerin siyasal örgütlenmesi olan devlet denilen devasa bürokratik ve askeri aygıtın “bölücü” eli, kin ve nefret tohumları saçarak dolanıyor. Evlerimizde, okullarımızda, marketlerde, milliyetçiliğin, diğer etnik kökenlerden olanlara düşmanlığın fırınlarda alev alev pişirildiğini acı içinde seyretmek zorunda kalıyoruz. Uzun yıllardır Kürt, Laz, Alevi, Sünni, Balkan Göçmeni içiçe yaşayan insanlar, yanı başlarında acılarına ortak olmuş, çocuklarına kirvelik yapmış Kürt komşusuna kin ve nefretle bakıyor.
Onlarca yıldır kendi kimliğini kullanamayan, Türkçe bilmediği için hastanelerde tedavi göremeyen ya da horlanan, potansiyel hırsız, katil vs. olarak görülen, yüzlerce evladını bu varolma savaşında kaybeden, nice acılarla sarmalanmış Kürt halkı, bugünlerde ezen ulus burjuvazisinin, yani Türk egemenler sınıfının, şu ya da bu kesiminin ya da tümünün geleceğe dönük plan ve projelerine alet ediliyor.
Mersin’de yaşananlar provokasyon mudur, değil midir? Bunun bir önemi yok, çünkü bu Türkiyeli işçi ve emekçiler için hiç de belirleyici olmamalı. Hayatının her santimetrekaresinde, bu bayrağın gölgesinde bu ayrımcılığı, bu ezilmişliği, Kürt olmanın “doğuştan suçlu”luğunu yaşamak zorunda bırakılan bir çocuğun, onu yırtma, parçalama arzusu duymasını bazılarının aklı almadı, almıyor. Bugünlerde Türkiye’nin her yerinden naralar atan milliyetçiler mal bulmuş mağribi gibi bu olayın üstüne atladılar. “Bayrak inmez, vatan bölünmez” diyenlere en güzel cevabı bir zamanlar yine bu vatansever soysuzların vatan haini diyerek yargıladıkları işçi sınıfının büyük komünist ozanı Nazım Hikmet veriyor.
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
….
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Ulus devlet, bayrak ve bunun gibi unsurlar kapitalizm ve onun yarattığı ulusal sınırlar ortadan kalkmadığı sürece, egemen sınıfın kitlelerin bilincinde yarattığı puslu atmosfer de ortadan kalkmayacak. İşçi ve emekçi sınıfları ulusal sınırlarla, etnik kökenlerle, mezhepsel farklarla vb. yüzlerce parçaya bölen dünya burjuvazisinin ekmeğine yağ sürmeme ve sınıfsız sömürüsüz bir dünyayı yaratma görevi önümüzde duruyor. Günlerdir milliyetçi-şoven propagandalarla kirletilmiş bu havayı solumak zorunda olup, bu basıncın altında kalıp, ezilen ulus olan Kürt halkının özgürlük mücadelesine ve kendi ulus devletini kurma hakkına şerh koyan sözde solcular, sınıfsız toplumu yaratma mücadelesinde işçi sınıfına çare olamazlar.
link: Tokat’tan bir MT okuru, Fabrikalarda Al Kanımızı İçenlerin Bayrağı!, 26 Mart 2005, https://marksist.net/node/177
19 Mart Savaş Karşıtı Eylemden İzlenimler
Serna/Seral İşçilerinin 8 Mart Etkinliği