Gün geçmiyor ki bir işçi daha bu düzenin yarattığı çıkışsızlık nedeniyle hayatına son vermesin. En temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan aileler için her doğan gün bir eziyete dönüşüyor. Bu koşullarda aynı aileden insanlar hayatlarına son veriyor. Gençler, öğrenciler geleceksizlik korkusuyla çıkmaza giriyor ve aynı yola başvuruyor. İşsiz kalan, atanamayan öğretmenler, adını duymadığımız, tanımadığımız ama tıpkı bizim gibi yaşayan emekçiler ve emekçilerin çocuklarıdır bir bir hayattan kopartılanlar. Birkaç satırla denk geldiğimiz haberlerde genellikle “psikolojik sorunları nedeniyle hayatına son verdi” gibi manipülatif bir yaklaşım sergileniyor. İntihara yönelen insanların nasıl yaşadıkları, ne düşündükleri, ne hissettikleri, ne istedikleri, nasıl insanlar oldukları üzerinde hiç durulmuyor. Hangi süreç, hangi koşullar bu insanlara “yaşanmaya değer bir hayat yok” dedirtiyor, hiç anlatılmıyor.
Ankara Batıkent’te yaşayan 15 yıllık öğretmen olan İnan Avşar bu dünyanın adaletsiz olduğunu haykırarak hayatına son verdi. Severek öğretmenlik mesleğini seçtiğini söyleyen Avşar, emek verdiği eğitim kurumlarının nasıl bir işleve sahip olduğunu şu sözlerle ifade ediyordu: “Okul şu an tamamen ticari bir hapishane. Çocuklar saçma sapan bir eğitim sistemine adapte edilmeye çalışılıyor.” Okullarda çocuklara arabaya koşulan birer at gibi muamele ediliyor, sürekli yarış içinde oldukları tekrarlanıyor. İçinde yaşadığı düzeni sorgulatmayan, sorgulayanları ise “oyun dışı” bırakan bir işleve sahip olan bu kurumlar, öğretmenini de öğrencisini de bir cendere içine hapsetmiş durumda. Kendisine hiç sorulma gereği duyulmadan çalışma saatlerinin arttırıldığını, uzun çalışma saatlerinin olağanlaştırıldığını anlatıyordu İnan Avşar. Gençlere sürekli kariyer masallarının anlatıldığı, hayallerin satıldığı, bireyciliğin aşılandığı bu okullarda, öğretmenlerin durumunu dile getiriyordu İnan öğretmen. Bilim yuvaları diye pazarlanan ticarethaneye dönmüş sözde eğitim kurumlarının temel işlevi, çocukların, gençlerin beyinlerinin hırs, rekabet, bencillik, bireycilik ile zehirlenmesidir, düzene itaatkâr nesillerin yaratılmasıdır. Oysa insanın özünde dayanışma, paylaşım, dostluk, kardeşlik duyguları da vardır. Bunlar olmadan, toplumsal sorunlara kafa yormadan, adaletsizliklere karşı çıkmadan insan nasıl insan olabilir ki? Bu kahrolası kapitalist düzen insanın hayallerine, umutlarına zerre kadar önem vermemektedir, gencecik işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin umutlarını karartmaktadır. Bu düzende tek gayenin daha fazla kâr elde etmek olduğu İnan öğretmenin yaşadıkları üzerinden tekrar doğrulanıyor.
Bu kokuşmuş düzende ekonomik sorunlar, toplumsal sorunlar gün geçtikçe katmerleşiyor. İnsanlar kendilerini giderek daha fazla yalnız hissediyorlar. Dünyanın hali ortadadır; bir yanda işsizlik, yoksulluk, sefalet derinleşiyor, öte yanda kadın çocuk demeden yüz binlerce insanın canına mal olan savaşlar, milyonlarca hayvanı yok eden yangınlar, doğanın talan edilmesi, on binlerce insanın canını alan virüs salgınları yaygınlaşıyor! Tam bir korku filmini andıran keşmekeş içindeyiz… Vicdanlı, namuslu insanlar bu sorunları görebilir, belki öfkelenir, küfreder. Ancak bu sorunların kaynağı olan sömürü düzeni kapitalizme karşı örgütlü bir mücadele içine girmezse işte o zaman tam bir çıkışsızlık söz konusu olur. İliğine kadar sömürülen İnan öğretmen de bu sorunları görüyor, derinden yaşıyordu ancak ne yazık ki bugün işçi sınıfının geniş kesimleri gibi örgütsüzdü. Bu yüzden de bu namussuz düzende bu kadar sorunla tek başına daha fazla baş edemedi ve bir tepki olarak canına kıydı.
İnan öğretmenin dediği gibi insan güvenmek istiyor, yanında yöresinde bataklıktan kurtulmak için tutunacağı dallar bulmak istiyor. “Kimseye güvenmemelisin, babana bile!” diyenlere inat o şöyle devam ediyordu son sözlerine: “İnsan insana güvenmedikten sonra bu dünyada yaşamanın ne anlamı var ki?” Elbette ki güven olmadan yaşamanın anlamı kalmaz, insan kendini yalnız ve çaresiz hisseder. Bugün tüm dünyada egemenler toplumu paramparça etmeye çalışıyor, biz işçilerin, emekçilerin birbirimize karşı güven inşa etmesini engellemeye çalışıyor. Oysa yalnız değiliz milyonların içinde… Öğrenci de olsak öğretmen de, hangi sektörde çalışıyorsak çalışalım bizler emekçiyiz; emekçi çocuklarıyız. İşsizlikle boğuşan sadece ben değilim, sen değilsin! Bir şeylerin yanlış gittiğini, başka bir şeyler yapmak gerektiğini düşünen milyonlar var. Tüm sorunların esas kaynağının kapitalist sömürü düzeni olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkartmamalıyız. Sorunlarımızın ortak olduğunu, bu sorunları ancak birbirimize güvenerek ve birlik içinde hareket ederek, mücadele ederek aşabileceğimizi bilmeliyiz.
link: Pendik’ten MT okuru bir işçi, Bir Öğretmenin İntiharı, 29 Şubat 2020, https://marksist.net/node/6849
İran Seçimleri: Rejimin İstikrarı mı, Yeni Krizler mi?
Küresel İklim Değişikliği ve Burjuvazinin İkiyüzlülüğü