Temmuz ayında Meclis Genel Kurulunda yeni bir infaz düzenlemesi (7456 sayılı kanun) kabul edildi ve Erdoğan tarafından onaylandıktan sonra 15 Temmuzda Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu düzenlemeye göre 31 Temmuz itibarıyla Covid-19 izninde bulunan hükümlülerden denetimli serbestliğe ayrılmalarına 5 yıl veya daha az süre kalanlar tekrar cezaevine dönmeyecek ve kalan süreleri denetimli serbestlik altında infaz edilecek. Ayrıca kapalı cezaevinde bulunan ve cezasının belirli bir süresini bu kurumlarda geçiren “iyi halli” hükümlülerin de üç yıl daha erken açık cezaevine geçmeleri sağlandı. Cezaevlerinde siyasi “suçlular” hariç cinayet, kasten adam yaralama, tecavüz, çocukların cinsel istismarı, dolandırıcılık, hırsızlık, yağma, rüşvet ve uyuşturucu suçlarından hüküm giyenler başta olmak üzere onlarca suçtan mahkûm olanların yeni infaz düzenlemesiyle “iyi hal”den serbest kalmalarının yolu açıldı. Peki siyasi “suçlu”lara ne olacak? Onlar içerde yalnız kalmayacaklar. Boşalan yerler daha fazla siyasi “suçlu”yla doldurulacak!
Muhalefetten, kadın örgütlerinden ve hukukçuların bir kesiminden bu yasaya çeşitli tepkiler geldi. Tümüyle adi suçluları koruyup kollayan bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu, devletin kendisine karşı işlenmeyen suçları af etme yetkisi bulunmadığı, katillerin, tecavüzcülerin çok daha rahat suç işleyecekleri, özellikle kadınlara ve çocuklara dönük şiddet ve taciz suçlarının artacağı vurgulandı. Örtülü aflar son yıllarda giderek artmaya başladı. Anayasaya göre af çıkarmak için Meclis üye tam sayısının beşte üç çoğunluğuna ulaşılması gerektiğinden rejim çıkardığı kanunlara “af” demiyor, yaptığı örtülü af düzenlemelerini “cezaların ertelenmesi”, “koşullu salıverme” veya “infaz indirimi” kılıfına sokuyor. Normalde koşullu salıverilme, cezaevinde cezasını “iyi halli” biçimde çekmiş olan mahkûmların ceza süresinin bir kısmını, bazı şartlara uyarak cezaevi dışında geçirmesidir. Benzer bir uygulama da daha ceza verilirken hükmedilen “denetimli serbestlik”tir. İnfaz rejimi yıllar içinde değiştirile değiştirile hukukçuların bile içinden çıkmakta zorlandığı bir sisteme dönüşmüş durumda. 2012 yılında çıkarılan bir kanunla cezasının son altı ayını açık cezaevinde kesintisiz olarak geçiren suçlular için koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalmışsa “denetimli serbestlik” uygulaması öngörüldü. 2013 yılında geçici bir kanun maddesi daha getirildi ve 2021 yılına kadar belirli bir sürenin altında hapis cezasına çarptırılan suçlulara açık cezaevine hiç geçmeden veya cezalarının belirli bir kısmını çekmeden tahliye olanağı verildi. 2016 yılında OHAL sürecinde, İnfaz Kanununda değişiklikler yapan bir KHK ile, koşullu salıverme için, cezanın üçte ikisi yerine yarısını çekmek yeterli hale getirildi. Denetimli serbestlik uygulaması için öngörülen bir yıl şartı iki yıla çekildi. Siyasi mahkûmlar hariç birçok suçlunun tahliyesi daha erken zamana kaydırılmış oldu. 2020 yılında ise Covid-19 gerekçesiyle “Alaattin Çakıcı Affı” olarak da bilinen örtülü afla açık cezaevinde olanlar ve çeşitli biçimlerde denetimli serbestlik uygulananlar 31 Mayıs 2020 tarihine kadar izinli sayılmışlardı. Aralarında Alaattin Çakıcı, Kürşat Yılmaz, Mehmet Aydın gibi kişilerin de olduğu yaklaşık olarak 200 bin civarında suçluya verilen bu izinler üç yıldır uzatılarak devam ediyordu.
Adi suçlular söz konusu olduğunda erken salıverilme artık Türkiye’nin rutini olmuş durumda. Bir tweet attı ya da Cumhurbaşkanı’na hakaret etti diye bir kişi kolaylıkla cezaevine atılıyor ve bu “suçları” işleyenler yargıda yapılan düzenlemelerden de yararlanamıyor. Bir kişinin “örtülü af”lardan yararlanabilmesi için cinayet, cinsel istismar, uyuşturucu vb. suçları işlemiş olması gerekiyor! Hukuk sisteminde yapılan bu değişikliklerin ve müdahalelerin özünde tek bir amaç var: Rejimin makbul gördüğü suçlulara ödül vermek, cezaevinden erken çıkmalarını sağlamak! Rejim kendisine muhalif olmayan suçluları ödüllendirerek, cezaevlerinde bunlardan boşalan yerleri daha fazla siyasi mahkûm ve muhalifle doldurarak, örgütsüz toplumun sinir tellerini daha fazla gerip, muhalifleri teslim almak istemektedir.
Türkiye’de çok sayıda kanun, kararname, karar vb. aracılığıyla adi suçluların cezalarının “yatarı” alabildiğine kısaltılmıştır. İpleri rejimin elinde olan yargı sistemi makbul gördüğü suçluları cezasızlıkla ödüllendiriyor adeta. Rejime hizmet edenler, rüşvet çarkını besleyenler, rejimin çeşitli kanalları üzerinden işini bağlayanlar, işledikleri suçlardan ceza almayacaklarını biliyorlar. Devlet gözetiminde uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet, haraç, fidye vb. pis işleri yürütenler, defalarca müebbet hapis cezası almış olan mafya liderleri çeşitli kılıflardaki aflarla salıveriliyorlar. Bugün rejimin egemenliğini sürdürmesinde en önemli dayanaklardan olan mafya örgütleri toplumun hem susturulmasında hem uyuşturulmasında rejime büyük hizmet vermektedir.[1] Rejim suç örgütlerinden güç aldıkça onlara daha fazla güç bahşediyor. Diğer tüm kurumlar gibi yargı da rejim yandaşlarını koruyan, işine yarayan suçluları kollayan bir mekanizma haline gelmiş durumda. Rejimin önünde el pençe divan duran yargı kurumu, muhalifler dışında kimseye icazet almadan ceza yazamıyor. Daha önceki burjuva iktidarlar dönemlerinde de dört başı mamur bir yargı sistemi yoktu ve neredeyse her dönem büyük ölçüde iktidarın sopası olarak kullanılıyordu. TC tarihi boyunca “adaletin” sopası Kürtler üzerinde, devrimci, sol, sosyalist kesimler üzerinde tüm şiddetiyle kullanıldı. Gerektiğinde devrimciler yaşı büyütülerek idam sehpasına gönderildi. Ama hiç olmazsa ortalama vatandaş için kör topal işleyen bir “adalet” sistemi vardı. Mevcut faşist rejim altında artık o da yok!
Rejim yargısı, anti-demokratik uygulamalara ve haksızlıklara karşı sesini çıkaran herkes üzerinde tepiniyor. Kürt halkının seçilmiş siyasi temsilcileri, milletvekilleri, basın emekçileri, sosyalistler, toplumdaki çeşitli muhalifler düzmece iddialarla cezaevine tıkılarak, müebbet hapis dâhil ağır cezalarla cezalandırılıyorlar. Fakat bu rejim, adaleti sadece muhalifler için rafa kaldırmış değildir. Bu nedenle geniş halk kitlelerinde de adaletin tecelli etmediği hissi son derece yaygındır. Milyonlarca yoksul işçi ve emekçinin başına gelen herhangi bir trafik kazasında bile mağduriyetini kanıtlama imkânı giderek sınırlı hale gelmektedir. Mağdur tarafın avukatlarının dava dosyalarına ulaşması, dosyaların incelenmesinin gecikmesi, delillerin karartılması ve bu koşullar altında haklıyken haksız duruma düşmek de rejimin hukuk sisteminin olağan hali!
“Silivri” Demokles’in kılıcı gibi!
İktidar 21 yılda 7 yargı paketini Meclise getirmiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun üye sayısını azaltıp, üye niteliğini değiştirerek yargının iplerini eline geçirmiştir. Rejime hizmet eden, onun emir kulu olan yargı mensupları ödüllendiriliyor, terfi ediyor. Biat etmeyen hâkimler, savcılar, avukatlar ise baskı altına alınıyor, görev ve yetki alanları kısıtlanıyor, yer değiştirme adı altında sürgüne uğruyor veya çeşitli gerekçelerle hapse atılıyor. Osman Kavala’nın tahliye edilmesi yönünde oy kullanan İstanbul Ağır Ceza Hâkimi Sercan Karagöz’ün Ağrı’ya sürülmesi, Ekrem İmamoğlu’nun siyasi yasak talebiyle yargılandığı davada erteleme kararı veren hâkimin Samsun’a gönderilmesi ve daha benzer birçok vaka yaşanıyor. 301 madencinin katledildiği ve ülke tarihinin en büyük işçi kıyımı olan Soma faciası davalarında ne yaşandı peki? Sorumlularla ilgili iddianameler hazırlandı, dava üstüne davalar görüldü. Ama ne yazık ki sekiz yıl boyunca verilen mücadelelerin sonunda Somalı ailelerin adalet isteyen feryatları havada kaldı! Bugün gelinen noktada Somalı aileler için mahkeme salonlarında adalet arayan iki avukat, Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı tutuklu! İhmaller sonucu büyük bir katliama neden olan gerçek sorumlular ise serbest! 2022 “Dünya Adalet Projesi Hukukun Üstünlüğü Endeksi” Raporuna göre Türkiye’nin 140 ülke arasında 116. sırada olmasının anlamı somut olarak ortadadır!
Türkiye’de yargı kararları dâhil birçok sorun burjuva muhalefet tarafından yalnızca tartışılırken, rejim planlarını hayata geçirmekten geri durmuyor. “Onlar konuşuyor, biz yapıyoruz” diyerek icraatlarına devam ediyor. Toplumu konuşamaz hale getirmek için biteviye yeni cezaevleri inşa ediyor. Makbul görülen suçluların büyük bir kısmı örtülü aflarla dışarı salınırken, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı yıldan yıla katlanarak artıyor. Soruna çözüm olarak da yeni cezaevi inşa projeleri gündeme getiriliyor. 2002 yılında toplamda 59 bin 429 kişi hükümlü ve tutuklu olarak cezaevindeydi. 2006 yılından bu yana toplam 269 yeni cezaevi açılarak veya mevcut cezaevlerine ek binalar yapılarak 216 bin 607 kişilik kapasite arttırımına gidildi.[2] Son olarak 2022 yılında 22 cezaevi açıldı. 1 Ocak 2023 tarihi itibariyle ülkede toplam kapasitesi 289 bin 974 kişi olan 399 cezaevi bulunuyor. Bu yıl açılacak olan 20 cezaeviyle birlikte ülkedeki toplam cezaevi sayısı 419’a yükselecek. 2024 yılında 4, 2025 yılında da 4 cezaevi daha açılması hedefleniyor. Cezaevlerinde hâlâ kapasitenin üstünde mahkûm var. İstatistiklere göre Türkiye OECD ve Avrupa ülkeleri arasında cezaevi yoğunluğu en yüksek ülke durumunda. Adalet Bakanlığının yayımladığı ceza infaz kurumu istatistiklerine göre 2022 yılında cezaevi nüfusu 341 bin 294 kişiyle tarihi rekorunu kırdı. Bakanlığın verilerine göre 2022 yılında cezaevlerine 301 bin 410 kişi hükümlü statüsünde giriş yaptı. Yine aynı yıl 264 bin 844 kişi hükümlü statüsünde çıkış yaptı. Birbirine çok yakın olan bu giriş ve çıkış sayıları hem bir yandan artan suç oranlarını hem de hapishanelerin artık sayıları giderek artan “kimi” suçlular için bir nevi geçici konaklama merkezine dönüştüğünü gösteriyor.
Rejim cezaevi sayısını arttırarak sesini çıkaranların sesini boğmak isterken, ülkeyi kocaman bir hapishaneye çevirmiş durumda. Rejime muhalefet eden herkesin üstünde “Silivri” Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor: Kürtlerin siyasi temsilcileri, muhalif milletvekilleri, rejime angaje olmamış gazeteciler, duvara “ketıldan gelen 1 mesaj vardır” diye yazmış liseliler, Erdoğan’ın afişine bıyık çizmiş 16 yaşındaki bir çocuk, Facebook’da bir yazı paylaşmış 80’lik bir ihtiyar... Rejimin bekası için toplumun her kesiminin susturulması gerekiyor! Tehditle, şantajla, korkutulup teslim alınması gerekiyor. Yargının da dâhil olduğu bütün kurumların emir erine dönüştürüldüğü ülkede suçlu ilan edilmek rejimin iki dudağı arasında! Burjuva muhalefet bile dostlar alışverişte görsün diyerek gidişata biraz sesini çıkardığında “terörist” veya “vatan haini” ilan edilip cezaeviyle tehdit ediliyor. Gerçek suçlular ise rejimin tüm kurumları tarafından korunmakta, kollanmakta, tutuklandıklarında da parayla satın aldıkları hâkimler tarafından tek celsede serbest kalmakta, o da olmazsa birkaç yılda bir çıkarılan örtülü aflarla “işlerinin” başına dönmekteler. Faşist rejim yıkılmadığı sürece bu tablonun daha da ağırlaşacağı açıktır. Burjuva muhalefetin sınıfsal refleksleri ve tarihsel korkaklığı onu rejime karşı kararlı bir mücadeleden alıkoymaktadır. Bu mücadeleyi ancak devrimci örgütlerinde ve sendikalarında örgütlenen işçi sınıfı kararlılıkla yürütebilir. Tam da bu yüzden rejim, işçi sınıfının ve emekçilerin en ufak bir mücadelesini boğarak bastırmak için seferber olmuş durumdadır.
[1] Mafya Bu Rejimin Ayrılmaz Bir Parçasıdır, 4 Ağustos 2023, marksist.net/node/8031
link: Aylin Dinç, Cezaevleri Muhaliflere Yer Açmak İçin Boşaltılıyor, 10 Eylül 2023, https://marksist.net/node/8059
Kapitalizm Dünyayı Cehenneme Çeviriyor