Bazı şarkılar savaşlara “küçük bir mola” verdirtir, tıpkı Lili Marleen şarkısı gibi... Bazı şarkılar egemenlerin korkularını açığa çıkarırken, işçi sınıfına tüm zorlu koşullara rağmen moral verir. Son zamanlarda ülkemizde de iktidarın, karşısında boyun eğmeyen sanatçılara, şarkıcılara, şarkılara tahammülsüzlüğünün nedeni, altındaki koltuğun sallanmasındandır! Başka türlüsü beklenemezdi zaten! Tarih boyunca tüm faşist iktidarlar emekçilerin moralini yükseltecek en ufak bir kıpırtıya bile tahammül edemediler.
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı deyince, insanlığın başına belâ olan faşizm, savaş yüzünden ölen 70 milyondan fazla insan, açlık ve sefalete düşmüş milyonlar gelir aklımıza. Milyonlarca genç, birkaç ayda biteceğini umarak gittikleri cephelerden geri dönemedi. Hayatta kalanlar ise yıllar boyunca her gün ölümle burun buruna, kışın dondurucu soğuğunda, siperlerin çamurunda, bitle, pislikle, hastalıkla boğuştular, insan olduklarını unuttular. Ruhlarını ve gençliklerini cephelerde bırakarak döndüler evlerine. O dönemi anlatan romanları okuduğumuzda, egemenlerin çıkarları için katile dönüştürülen gencecik insanların bir yandan da insan olduklarını unutmama çabasına rastlarız. Bazen bir siper torbasından fışkırmış bir çiçek karşısında duydukları heyecan, bazen bir şarkı dinlerken eski günlere duydukları müthiş özlem... İkinci Dünya Savaşında, cephelerde savaş makinesine dönüştürülmüş milyonlarca genci geride bıraktığı hayata bağlamakla kalmayıp aynı zamanda ortaklaştıran bir şarkı vardı: Lili Marleen.
Hamburglu bir liman işçisinin oğlu olan Hans Leip, 1915 yılında, Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus sınırındaki bir cephede bir şiir yazdı. Adını “Lili Marleen” koyduğu hayali bir kadına yazılmış bir aşk şiiriydi bu. Kışla önündeki sokak lambasının (laterna) altında nöbetteyken sevgilisiyle buluşmasını ve sonra ayrılıklarını anlatıyordu şiir. Askerlerin sevdikleriyle, yalnızca nöbet tuttukları sırada ve ceza tehdidi altında gizlice görüşmesine “izin” veriliyordu. Savaştaki bir askerin evine olan özlemi, yalnızlığı, ölüm korkusu, çaresizliği, kısaca o anki bütün ruh hali dökülmüştü dizelere. “Laternanın Altındaki Kız” adını taşıyan bu şiir yalnızca bir aşk şiiri değildi. Özünde savaş karşıtı bir şiirdi!
Kışla kapısının önündeki fener
Eskiden de oradaydı, şimdi de orada
Orada tekrar görüşsek ya
Dursak yine lambanın altında
Tıpkı eskisi gibi, Lili Marleen
Tıpkı eskisi gibi, Lili Marleen
Birbirimizi nasıl sevdiğimiz kolayca görülebilirdi
Ve herkes yine görmeli
Bizi lambanın altında
Eskisi gibi, Lili Marleen
Eskisi gibi, Lili Marleen
Derken nöbetçi seslendi
“Yat borusu çalıyorlar, üç gün cezası var” dedi
“Hemen geliyorum, yoldaş” dedim
Ve sana veda ettim
Ah, oysaki nasıl isterdim gelmeyi
Seninle, Lili Marleen
Seninle, Lili Marleen
Yerinde adımların, zarif yürüyüşün
Akşam boyu parlıyordur, ama beni unutalı çok olsa gerek
Bana bir şey olursa eğer
Kim kalacak lambanın altında
Seninle, Lili Marleen?
Seninle, Lili Marleen?
Sessiz odalardan, yerin yatağından
Aşk dolu dudakların, bir rüya gibi, beni kaldırıyor
Sabahın sisi dağıldığında
Lambanın altında olacağım
Tıpkı eskisi gibi, Lili Marleen
Tıpkı eskisi gibi, Lili Marleen.
Savaştan sonra, savaş karşıtı görüşleriyle de bilinen Hans Leip romanlar, öyküler, tiyatro oyunları yazdı, ödüller de aldı. İsmini “Nöbetteki Genç Askerlerin Şarkısı” olarak değiştirdiği “Laternanın Altındaki Kız” şiirinin de yer aldığı şiir seçkisi “Die Kleine Hafenorgel”, 1937’de yayımlandı. Şiir başlangıçta sınırlı sayıdaki okuyucuya ulaştı. Ta ki Hamburg kabarelerinde şarkı söyleyen Lale Andersen bu kitabı bir kitapçıda keşfedinceye kadar. O günlerde yasaklı olmayan bir şeyler bulmakta herkes gibi çok zorlanan Andersen, ancak izin verilen kategorideki şiir kitaplarını alabiliyordu. Çünkü Nazilerin rejimini eleştiren tüm şairlerin ve müzisyenlerin eserleri kara listedeydi. Onların eserlerini seslendirenler de rejim düşmanı ilan ediliyordu. Andersen, Die Kleine Hafenorgel’i keşfettiğinde Lili Marleen şiirine âdeta bayılmıştı. O günlerde Almanya’da her genç kadın gibi Andersen’in erkek arkadaşı da Nazi ordusunda silah altındaydı. Şiirde kendisini ve sevgilisini bulan Lale Andersen, besteci Rudolf Zink’ten şiiri bestelemesini istedi.
Şarkıyı ilk kez Kasım 1938’de çalıştığı küçük bir kabarede seslendiren Andersen, dönemin çalkantılı fırtınası içinde olumlu tepki alamadı. Ama şarkıyı programlarında söylemeye devam etti. Lale Andersen’in bu şarkısı Nazilerin önde gelen müzisyenlerinden Norbert Schultze’un dikkatini çekti. Zaten Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels de bir marş istemekteydi. Schultze şiirin ayrı bir bestesinin yapılmasını sağladı. Andersen’in bu besteyi ilk dinlediğinde “benim güzel aşk şarkıma ne yaptınız?” diye bağırdığı söylenir. Bu bir aşk şarkısı değildir artık, resmen bir marştır! Andersen ilk zamanlar şarkısını marş olarak söyleme niyetinde değildir. Ancak 1939 yılında anlaşma yaptığı müzik şirketi, dönemin ruhuna uyarak şarkının marş olarak söylenmesine karar verdiği için, Andersen o çok sevdiği aşk şarkısını artık marş olarak okumaya başlar.
Savaşın resmi olarak başladığı 1 Eylül 1939’dan itibaren Andersen artık Lili Marleen’i konser salonları yerine kışlalarda söylemeye başlar. Bazen aşk şarkısı bazen de marş olarak… Almanya Yugoslavya’yı işgal edince Belgrad radyosu cephelerde Alman askerlerini motive etmek için bu şarkıyı kullanır. Radyonun direktörü, Nazi devletinden sipariş ettiği plakların içinde Lili Marleen şarkısının da olduğu bir plak bulur. Ve bu parça radyodan tekrar tekrar çalınmaya başlar. Almanya dâhil tüm Avrupa’da, Kuzey Afrika’da, Süveyş Kanalı dâhil Akdeniz boyunca dinlenebilen bu radyo, birçok cephede askerlerle sevdikleri arasında bir köprüye dönüşür. Sadece Alman askerlerin arasında değil, Almanya’yla savaş halindeki cephelerde savaşan askerler arasında da şarkı popüler olmaya başlar. Şarkı her akşam 21.55’te radyodan çalınmaya başladığında cephelerde silahlar susar, askerler birbirlerini vurmayı bırakır, aynı ortak ruh haliyle ve belki de geride bıraktıkları sevgililerini düşleyerek bu şarkıyı dinlerler. Hatta kimi zaman, birbirine düşman olan askerler, karşı siperden radyolarının sesini biraz daha açmalarını isterler. Lili Marleen şarkısı, birbirlerini öldürmeye zorlanan askerlerin, kısa bir süre de olsa aynı duyguları paylaşmalarını, insan olduklarını hatırlamalarını sağlayan ve geride bıraktıklarına duydukları özlemi yansıtan bir şarkıya dönüşmüştür.
Peki, Nazi rejimi buna izin verir mi? İlk başta şarkının, kendileri için ölme ve öldürme görevi verilmiş askerlere moral vermesi için çalınmasını isteyen Goebbels, şarkı bu kadar popülerleşince ve cephelerde ortak bir ruh hali yaratmaya başlayınca fena halde rahatsız olur. Goebbels’e göre bu şarkı askerlerin konsantrasyonlarını bozmaktadır! O yüzden en iyi yaptığı şeyi yapar ve şarkının radyodan çalınmasını yasaklar. Ama bu yasaklama ters teper ve şarkının popülaritesini daha da arttırır. Askerler ve aileleri yasağa müthiş bir tepki verirler. Radyoya binlerce şikâyet mektubu gönderilir. Tepki o kadar büyüktür ki, 6 ay sonra şarkı yine aynı saatte radyodan çalınmaya başlar.
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşında, cephedeki askerleri motive etmek için müzik etkili bir şekilde kullanıldı. Birçok ünlü şarkıcı ve müzisyen cephedeki askerlere konserler verdi. Bu konserler doğal olarak Lili Marleen’siz düşünülemezdi. Lina Termini de Lili Marleen şarkısının İtalyanca versiyonunu seslendirdi. 1943’de Alman asıllı ABD’li yıldız Marlene Dietrich, şarkıyı hem Almanca hem İngilizce seslendirerek popülaritesini daha da arttırdı. Resmi versiyonları dışında cephelerde de askerler farklı sözler uydurarak söylediler bu şarkıyı. Savaşın kaderinin anlaşıldığı günlerde Rus askerleri de eve zaferle dönüş şarkısı olarak Rusça Lili Marleen’i söylediler. Şarkı savaş sonrasında da popülaritesini kaybetmedi. 40’tan fazla dilde yüzlerce müzisyen tarafından seslendirilmeye devam edildi. Lale Anderson’a bu şarkının neden bu kadar popüler olduğu sorulduğunda verdiği cevap çok anlamlıdır: “Rüzgâr neden fırtına olduğunu açıklayabilir mi?”
Egemenler neden şarkılardan, şarkıcılardan, müzisyenlerden korkmasınlar ki? Hele de bu şarkılar ezilenlerde insan olduklarına dair güzel duygular uyandırıyorsa! “Yeter artık, bitsin çektiğimiz bu çile” dedirtiyorsa, “ben, sen, biz, onlar ne kadar da çoğuz ve ortak bir kaderi yaşıyoruz” diye düşündürtüyorsa! Egemenleri korkutan şey ezilenlerde ortak bir ruh halinin meydana gelmesidir. Bu ortak ruh hali, insanların aynı yaşamı, aynı hor görülmeyi, aynı zulmü, aynı yoksulluğu yaşadığını anladığı anlarda ortaya çıkar. İnsanlar ortak ruh halini hissettiğinde umutlar çoğalır. Egemenler aydınlığa olan umudun yeşermesini istemezler. Onlar umudun düşmanıdır, aydınlığın düşmanıdır! Çünkü ezilenlerin karanlığı sona erdiğinde onların karanlığı başlar!
link: Aylin Dinç, Lili Marleen: Egemenler Şarkılardan da Korkarlar!, 17 Mart 2022, https://marksist.net/node/7598
Uyandıran Masalcı: Samed Behrengi
Paris Komünü: Unutturulamayan Destan!