Yaşadığımız düzen, insanlık tarihinin sınıflı yapısının biriktirdiği tüm pisliklerin yüzeye çıktığı ama bir o kadar da kendini görünmez kıldığı, kendini kabullendirdiği bir sistemdir. İnsanlığın hafızasındaki tüm korkuların benliğimize taşındığı, tarih boyunca ezilenlerin en sinsice sömürüldükleri, kendini inkâr boyutuna getirildikleri bir düzendir kapitalizm. Bu düzende kişi, aile kurumu aracılığı ile, anne, baba, kardeşler, eş, çocuklar ve tüm akrabalar gibi görünmez bağlarla topluma yani kapitalist düzene bağlıdır. Burjuvazinin aile kurumu gibi ideolojik araçları karşısında güçlü duramayan, ona karşı doğru temellerde savaşamayanlar, aslında kapitalist sisteme karşı mücadele ettiklerini zannetseler de yalnızca kendilerini kandırırlar.
Aileler daha küçük yaşta çocuklarının ne tür eğilimler taşıdıklarını, dik başlılık, inatçılık, tutarlılık, kararlılık, uzlaşmacılık, siniklik, korkaklık, çıkarcılık, maymun iştahlılık, ikiyüzlülük, gamsızlık gibi özelliklerini bilir, bu özelliklerine göre de onların hayatta nasıl bir yol tutturacaklarını az çok kestirirler. Bu özelliklerine göre onları nasıl kontrol edebileceklerini, nasıl yönlendirebileceklerini, nasıl frenleyeceklerini de çok iyi bilirler. Hangi işle uğraşırsa uğraşsın yaşamla ilgili temel eğilimlerinin ne olacağını bilirler. Çocukları mücadele ile tanıştığında da, onların o yola girdikten sonra ne yapıp ne yapmayacaklarını daha baştan kestirme şansına sahiptirler. Çünkü geçmişteki birçok deneyimleri bunu onlara öğretmiştir. Daha önceden inandığı, doğru bildiği bir şeyi onların her türlü engellemelerine rağmen yapmışsa burada da aynı tepkiyi göstereceğini düşünüp ona göre taktikler belirlerler. Deneyimlerine ve çocuklarının kişiliklerine ilişkin çıkardıkları bilgilere göre taktiksel yaklaşırlar. Çok iyi bilirler ki yapacakları herhangi bir hamlede ya çocuklarını kaybedecekler ya da kazanacaklar. Kararsız ve maymun iştahlı biri için zamana, kariyerist, rekabetçi biri için önüne daha iyi olanaklar sunmalarına, kararsız ve net olmayan, uzlaşmacı birini yanlarına çekmek için biraz fiziksel ve psikolojik baskıya ihtiyaçları vardır. Kararlı ve inatçı olanları ise öylece kabul etmekten, daha doğrusu kabul ediyor görünmekten başka çareleri yoktur.
Sınıf mücadelesinin yükselişte olduğu dönemlerde, grevci, direnişçi işçinin eşi ve çocukları yanında destekçisi olarak durabilirken, işçi aileleri tüm aile fertleriyle mücadeleye atılırken, mücadelenin gerilediği dönemlerde toplumsal hafıza korku virüsüyle silinebilmektedir. ‘80 sonrasındaki gericilik yılları boyunca aileler kapitalizmi sorgulayan, ona karşı ayağa kalkan ve değiştirmek için devrimci olmak isteyen bir çocukları olmasını istemedikleri için, onları kendi ayakları üzerinde durmasını beceremeyen, yaşadığı sürece ailesine muhtaç bir varlık haline getirmek için çaba harcadılar. ‘80 öncesinde “birkaç yıl sonra kesin devrim olacak” beklentisiyle yükselen hareketin içinde yer almış olan yüz binlerce aile, darbeyle beraber tüm beklentilerinin biçildiği bir dönemden sonra gericilik çukuruna itildiler. 650 bin kişinin gözaltına alındığı, işkencelerden geçirildiği 12 Eylül faşizmi sayesinde darbeciler istedikleri toplumsal düzeni sağladılar. Kenan Evren’in “öyle bir kuşak yaratacağım ki, kimse ne olduğunu hatırlamayacak” demesi boşuna değildi. Darbeyle beraber kitaplar gömüldü, yakıldı, yok edildi, toplumsal hafıza silindi. Salonlarda kitaplıkların yerini artık son moda vitrinler alıyordu. Gençler artık devrimcileri değil, futbolcuları, modelleri, aktrisleri, köşe dönücüleri örnek alıyorlardı. Dönemin baskın ideolojisinin esiri olan ailelerinden ve toplumdan, her fırsatta yalnızca kendilerini düşünmenin en akıllıca yol olduğunu öğreniyorlardı.
12 Eylül sonrası gençler, yaşadığı düzeni sorgulamasına, politik gündemi algılayabilmesine yardımcı olabilecek tüm kaynaklardan uzak tutuldular, hem okulda hem ailede. Aptal bir nesil yetiştirilmek istendi. Okulda çok başarılı öğrenciler olmalı, kariyer sahibi bir iş tutarak önce kendini sonra ailesini kurtarmalıydı çocuklar. 12 Eylül sonrasında, sağlıkla, cinsellikle, feminizmle, psikolojiyle, bireysel kurtuluşun “sırlarıyla” ilgili kitaplar alabildiğine pompalanıp popülerleştiriliyordu. Bu konularda bilgili olanlardı asıl bilgili kişiler; artık memleket davaları, dünya meseleleri üzerine konuşanlar sıkıcı bulunuyor, ayrıca bu tür konularda konuşmalar yasaklanıyordu. Televizyonlarda kamuoyu yoklamaları yapıldığında da kimse bu meselelerde yorum yapmak istemiyordu. Gençliği alıp sürükleyecek bir fotoroman furyası başlatılmış, gazeteler fotoroman sayfalarıyla dolmuştu. Evde bunları okumak yasak değildi, hatta memnuniyet yaratıyordu ebeveynlerde. Çocuklarının dünyayla, siyasetle işleri yoktu. Ama söz konusu olan, politik meselelerle, sınıf mücadeleleriyle ilgili bir kitapsa, o kitap kaybolur veya yırtılır ve kitabı okuyan genç ailesi tarafından baskıya ve kısıtlamalara maruz kalırdı.
18 yaşına kadar ailenin ve ortaöğretimin körleştirici eğitiminden sonra, üniversiteye giderek kendi yaşıtlarıyla görece bir bağımsızlık ortamına kavuşan ve aileden bağımsızlaşmaya başlayan gençler sorgulama sürecine girdiklerinde, aile kurumu tüm çıplaklığıyla gerçek yüzünü gösteriyordu. Gençlerin reflekslerine, dayanma gücüne ve bilinç düzeyine göre ailenin tutumu ortaya çıkıyordu. Gençler politikleştikçe aile kurumu, imamın, yargıcın, polisin, gardiyanın tüm rollerini üstleniyordu. Bunların karşısında yeterince direnç gösteremeyen gençler, binlerce yıllık kurumsal rolünü rahatlıkla yerine getirebilen aile karşısında çoğunlukla yeniliyordu. Bu yüzden öğrenciyken solcu, mücadeleci olup, okul biter bitmez “bu işler öğrencilere göre” deyip pes edenler aslında aile kurumuna yani burjuvaziye teslim olan ve gerçekten de ateşi arama serüvenini hafife alanlardır.
İçinden geçtiğimiz gericilik döneminde de aileler yapabildikleri ölçüde kendi rollerini yerine getiriyorlar. Onurlu bir mücadele veren evlatlarını sistemin pasif kurbanları haline getirmek, karanlıktan kurtulma mücadelesine katılmalarının önüne geçmek için her türlü alicengiz oyunlarına başvuruyorlar. Ama işin püf noktası şudur ki, safımızı bilinçli bir şekilde kavrayışımız, kararlılığımızı ve netliğimizi belirleyecektir. Yalnızca aile karşısında değil, arkadaşlık, dostluk, sevgililik ilişkilerinde de yaşamın merkezine devrimci mücadeleyi koyan, tüm ilişkilerini buna göre ayarlayan, hiçbirinde en ufak bir taviz vermeyen birisi, bu mücadeleyi de başkalarına kavratmak üzere tarihsel misyonunu sonuna kadar sahiplenir.
Elbette küçük-burjuvası oldukça bol olan yaşadığımız topraklarda, küçük-burjuvazinin sisteme karşı tutunamamışlığının ve gelgitlerinin verdiği geçici ruh haliyle, kızgınlıkla, öfkeyle ya da kendini tatmin duygularıyla, entelektüel kaygılarla, zorlu bir yolda heyecan yaşama, öne çıkma duygularıyla mücadeleye girildiğinde, öne dikilen engellerle boğuşmak olanaksızdır. Küçük-burjuva zihniyet, gençlere kendi çıkarını düşünmeyi öğretir erken yaşta, dolayısıyla böylelerinin mücadele içinde de egoları çok güçlüdür. Kendi bireysel çıkarı ön plandadır. Bu çıkar zedelendiğinde yalpalamaya başlar. Aile, böyle anlarda ektiğini biçmeyi denemeye koyulur artık. Ona öğrettiği ve onu tanıdığı şeyler üzerinden saldırır. Eğer erken yaşta şiddetten korkutmuşsa bunu dener, eğer duygusal yönden hassaslaştırmışsa bu yolu dener, bireysel çıkarlarına sahip çıkmayı, bencil olmayı öğretmişse bu duygularını harekete geçirir, türlü olanaklar açar önüne çocuğunun. Eğer düzenin çeşitli baskı unsurlarından çekiniyorsa bunları devreye sokar. Aileler çocuklarının diline uygun davranmayı, onu nasıl yönetmeleri gerektiğini çok iyi bilirler. Bu yüzden, nasıl yetiştirildiğini, nasıl bir hamurdan mayalandığını düşünmemiş olanlara, her eleştiriyi bir haksızlık ya da saldırı olarak algılayanlara, dünyayı değiştirme misyonunun ilk durağının kendileri olduğunu anlamayanlara diyecek tek bir söz var: “Gölge etme, başka ihsan istemem!”
Yaşadığı çarpık düzene ve onun tüm pisliklerine karşı içlerinde gerçek bir öfke duyanlar, küçük, büyük demeden her soruna karşı mücadele etmeyi düstur edinenler, mücadele yolunda öne çıkan tüm sorunlarla baş edebilirler. Ruhlarında birbiriyle çatışan iki benlik değil, daima onurlu bir yaşamın gereklerine göre davranabilen bir benlik taşırlar. Kolektif olduklarında büyük bir bütünün parçası olarak akan bir sudaki damla misali bütünün niteliklerini kazanmaya yönelik bir gelişim içinde olurlar. Damla tek başına sel olma niteliği taşımaz ama damlaların işbirliği, uyumu, birbirini ittirmesidir bir tek damlaya önüne geleni yıkma gücünü veren nitelik.
link: Aylin Dinç, Aile Kurumu: Sistemin Sinsi İdeolojik Aygıtı, 3 Ağustos 2008, https://marksist.net/node/7226
Tarihsel Çıkışsızlığın İdeolojik Yansımaları
“Zaman Aşımı” Sizi Kurtaramayacak!