On dört yıldır devlet başkanı olarak ülkeyi yöneten ve aynı zamanda Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) partisinin lideri olan Evo Morales, ordunun ve tekelci burjuvazinin baskısıyla geçtiğimiz günlerde istifa etmek zorunda kaldı. Ardından da “siyasi durumun kritikliği ve can güvenliğinin olmaması” nedeniyle davet üzerine Meksika’ya sığındı ve mücadeleye devam edeceğini duyurdu. Ülkedeki kaotik durum halen devam ediyor.
Morales’in ordu ve tekelci burjuvazinin zoruyla istifaya zorlanması hiç kuşku yok ki bir darbedir. ABD emperyalizminin de bu darbenin arkasında olduğu açıktır. ABD ve onunla aynı tarafta yer alan Kolombiya, Brezilya gibi ülkeler darbecileri destekleyen açıklamalar yaparken Arjantin, Venezuela, Meksika, Küba gibi sol iktidarların işbaşında olduğu ülkeler ise Morales’i desteklediklerini ve yaşananın bir darbe olduğunu beyan etmişlerdir.
Tekelci burjuvazinin desteklediği ve muhafazakâr-gerici-faşist güçlerin oluşturduğu sağ muhalefet, geçtiğimiz ay yapılan seçimlerde Morales’in hile yaptığını öne sürerek ülke çapında gösterilere başlamıştı.[1] Gösterilerin şiddetlenmesi ve polisin de göstericilerin safına geçmesinin ardından ordu, “ülke iç savaşa sürükleniyor” iddiasıyla Morales’i istifaya çağırmıştı. Morales darbeyi önlemek için kendisini destekleyen halk kesimlerini sokağa çağırsa da, yeterli desteği sağlayamadı ve istifa etmek zorunda kaldı. Bolivya anayasasına göre, istifanın ardından geçici olarak başa geçen devlet başkanı ve hükümetin 90 gün içinde seçimleri yenilemesi gerekiyor. Ancak iktidarı gasp eden darbeci güçlerin “normal” bir seçim prosedürünü işleteceğini düşünmek saflık olacaktır.
Bolivya’da yaşanan bu durum, Latin Amerika’da 2000’li yıllardan bu yana sıkça yaşanan devrim-karşı-devrim ikileminin çarpıcı bir dışa vurumudur. Devrimle oyun oynamaya kalkıldığında ne tür acı sonuçlarla karşı karşıya kalınacağını da ortaya koymaktadır. Latin Amerika’nın yoksul işçi-emekçileri ve yerli halkları, bir yandan ağır neo-liberal saldırıların diğer yandan siyasi baskıların cenderesinde ezilmeye karşı pek çok ülkede ayağa kalkmış ve bunun sonucunda devrimci durumlar yaşanmış, ancak sonuçta iktidara gelen reformist partiler aslında devrimci durumların heba olmasına yol açmıştı. Kitlelerin estirdiği devrimci rüzgârlarla başa gelen bu burjuva sol iktidarlar, aradan geçen yıllar boyunca tekelci burjuvaziye ve onun hizmetindeki devlete, en başta da orduya dokunmadıklarından, sadece kısmi iyileştirmelerle yetindiklerinden, nihayetinde emperyalist güçlerin de desteklediği tekelci burjuvazi sol iktidarları ya devirmiş ya da Venezuela örneğinde olduğu gibi, deviremese de ülkeyi felçleştirmiştir. Burjuva sol hükümetlerle karşı-devrimci güçler ve sağ iktidarlar arasında sıkışıp kalan işçi-emekçi sınıflar çeşitli ülkelerde birbiri ardına ayağa kalkmalarına rağmen, ortada kitle hareketinin başına geçebilecek gerçek manada devrimci önderlikler olmadığından kalıcı kazanımlar elde edilememekte, bilakis karşı-devrimci ve faşist terör daha da azarak acı deneyler yaşanmasına sebep olmaktadır. Arjantin gibi örneklerde burjuva sol partiler tekrar başa geçse de genel tablo değişmemiş, karşı-devrimci güçler kalıcı olarak yenilgiye uğratılamamıştır.
Reformizm ve kaçırılan devrim fırsatı
Bolivya’da bugün içinden geçilen sürecin temellerinin 2003’e uzandığını söylemek yanlış olmayacaktır. 2003 yılının Eylül ayından itibaren, yıllarca kanlarını ve iliklerini emip kurutanlara karşı sokaklara dökülen yerli halk, maden işçileri, öğrenciler, öğretmenler kısacası emekçi sınıfların devrimci mücadelesi sayesinde, sömürücü sınıfın temsilcisi olan o zamanki devlet başkanı Lozada ABD’ye kaçmış ve yerine yine aynı partiden Mesa geçmişti. Böylesi bir kişi değişikliğiyle rejimde ve sistemde özde hiçbir değişiklik olmayacağı belliydi ama reformist MAS’ın başındaki Morales, Mesa’nın başkanlığını kabul edeceklerini açıklamış ve ona “bir şans vermek” gerektiğini ifade etmişti.[2]
Oysa işçi ve emekçilerin mücadelesi ülkede devrimci bir durum yaratmıştı ve emekçi halkın talepleri de kesinlikle kişi değişikliğiyle sınırlı değildi. Tabandan gelen basıncın da etkisiyle hareketin ilerlemesinde önemli bir yer kazanan Bolivya Merkezi İşçi Sendikası (COB), Lozada’nın istifasıyla yetinmeyeceklerini söylüyor ve bir talepler listesi sıralıyordu. Bu listede, ülkenin çok zengin doğalgaz, petrol ve maden kaynakları üzerinde kurulu işletmelerin kamulaştırılması, toprakların nüfusun çoğunluğunu oluşturan yerli halka dağıtılması, işçi haklarına yönelik saldırı yasalarının kaldırılması, ülkeyi talan eden uluslararası ticaret anlaşmalarının iptali, kitle gösterileri sırasında yapılan katliamların sorumlularının cezalandırılması gibi talepler bulunuyordu. COB, hangi hükümet olursa olsun halkın bu haklı taleplerini uygulamak zorunda olduğunu, aksi takdirde gösterilerin devam edeceğini duyuruyordu. Açıkçası COB’un verdiği bu ültimatom, arkası boş bir tehdit de değildi. İşçi ve emekçilerin sokaklara döküldüğü ayaklanma sürecinde, ordu ve polis güçleriyle kanlı çatışmalar yaşanmış, katliamlara rağmen halk geri adım atmamış, birçok yerde “komün”ler ve silahlı öz-savunma komiteleri kurulmuş, ülkede bir anlamda ikili bir iktidar durumu oluşmuştu. İşte bu tabloya rağmen, Morales’in uzlaşmacı bir tutumla Lozada’nın yerine Mesa’nın geçmesini kabul etmesi, aslında bir geri adımdı.
Morales’in ve başında bulunduğu MAS’ın, devrimci bir durum anında yani kitlelerin neredeyse iktidarı almak üzere ileriye atıldığı bir süreçte ortaya attığı “kurucu meclis” talebi de Mesa tarafından hemen sahiplenilmiş ve burjuvazi tarafından hareketi sönümlendirecek bir fırsat olarak görülmüştü. Böylece Morales ve MAS devrimin önünü kesmiş oluyor ve burjuvaziye toparlanması için zaman kazandırıyordu. Nitekim burjuvazi ne neo-liberal saldırı politikalarından vazgeçti ne de halkın üzerindeki baskı tam anlamıyla azaldı. Fakat işçi ve emekçi sınıfların devrimci enerjisi henüz sonlanmış değildi. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra yani 2005’te, halk tekrar sokaklara dökülerek Mesa’nın istifa etmesi talebini haykıracaktı.[3]
İşçi sınıfının, yerli halkın ve sendikaların baskısıyla MAS harekete geçmişti ama mücadeleyi yine “kurucu meclis” ve tekellerden %50 vergi alınması talepleriyle sınırlandırmıştı. Oysa ayağa kalkmış olan kitleler “gazın ve petrolün devletleştirilmesini ve Mesa’nın istifasını” istedikleri gibi, “Kahrolsun hükümet ve onun parlamentosu! Yaşasın halkın, işçilerin ve köylülerin hükümeti!” sloganını yükseltiyorlardı. Devrimci hareketin merkezi haline gelmiş El Alto şehrinde, sendikalar ve çeşitli öz-örgütlenmelerden 150 temsilcinin bir araya gelerek düzenlediği Bolivya Ulusal Yerli Halklar Meclisi İlk Genişletilmiş Toplantısında alınan kararlardan bazıları şunlardı:
1. El Alto şehrinin 21. yüzyıl Bolivya devriminin genel karargâhı olduğu,
2. El Alto Mahalle Meclisleri Federasyonu (FEJUVE), El Alto Bölgesel İşçi Sendikası (COR), Bolivya İşçi Sendikası (COB), Bolivya Tarım İşçileri Birleşik Sendika Konfederasyonu (CSUTCB), Bolivya Zanaat İşçileri ve Küçük Esnaflar Sendika Konfederasyonu, Bolivya Maden İşçileri Sendika Federasyonu, La Paz Eyaletlerarası Taşıma Federasyonu ve ülkedeki diğer seferber olmuş toplumsal örgütlerin başkanlığında, bir iktidar organı olarak Ulusal Yerli Halklar Meclisinin birleşik bir liderliğinin yaratılması,
3. Halk örgütlerinin başarısını garanti altına almak amacıyla levazım, öz-savunma, basın komiteleri ve politik komiteler yaratmak,
4. Hidrokarbonların devletleştirilmesi ve sanayileşmesi mücadelesinin tartışılmazlığı,
5. Sendikalardan ve cabildo[4] toplantılarındaki kitlesel tabandan seçilen delegelerin liderliğinde, her bölgede Halk Meclislerinin oluşturulmasını örgütlemek,
6. Egemen sınıfın tüm anayasal ya da seçim manevralarını geri püskürtmek.[5]
Bu oluşum ve ortaya konan talepler ülkede ikili bir iktidarın baş gösterdiğinin ve işçi-emekçi sınıfların yarattıkları öz-örgütlenmelerle bir işçi-köylü hükümetinin kurulmasını istediklerinin kanıtı niteliğindeydi. Ancak bu taleplerin hayata geçirilmesinde ve devrimin başarıya ulaşmasında işçi sınıfının devrimci mücadelesine önderlik edecek bir partinin yokluğunda reformist MAS, bir kez daha “kurucu meclis” sloganıyla ve uzlaşmacı tutumuyla devrimi pörsütmekten öteye gitmedi. Ayağa kalkmış kitleler selefi Lozada gibi Mesa’nın da istifasıyla yetinmek zorunda kaldılar.
Mesa’nın istifasının ardından yapılan seçimleri MAS’ın adayı Morales kazandı ve devlet başkanı oldu. Henüz Morales seçimleri kazanmadan önce yayınlanmış olan yazımızda şunları öngörmüştük: “Diğer Latin Amerika ülkelerinde, işçilerin tepkilerini kendileri lehine oya dönüştürmek üzere sosyalist söylemler kullanarak iktidara gelen ve sonrasında bildik politikaları izleyen önderlikler ne yaptılarsa, Morales’in yapacağı da aynısıdır. (…) Her şeyi yitirme tehlikesiyle yüz yüze kalınan bir durumda, burjuvazi, kendisini öldürmeyeceğini bildiği bir yılana sarılmaktan çekinmez, hatta böyle bir yılanı kendi elleriyle besleyip büyütür. Reformist önderliklerin burjuvazi karşısındaki pozisyonları tam da böyledir. Bunlar, devrimci hareketi bastırmak ve yoldan çıkan düzeni tekrar rayına oturtmak için biçilmiş kaftandır. Sosyalist söylemlerle kitleleri peşlerine takarken, aynı zamanda onun gazını da alıp hareketi düzen içi kanallara sokma rolünü üstlenirler. Kitle hareketinin ateşi birtakım reformlarla söndürüldükten sonra, kapitalist sistemin gerekleri yerine getirilmeye başlanır.”[6]
Morales’in aradan geçen 14 yılda yapmadıkları sonucunda gelinen nokta, bu öngörülerimizi harfiyen doğrulamıştır. Devrim tehlikesine yani her şeyi kaybetme tehdidine karşı reformist bir hükümete geçici olarak göz yuman, halkın durumunda kimi iyileştirmeler yapılmasına ses çıkarmayan burjuvazi, nihayetinde ABD’nin de el atmasıyla bu duruma son vermeye girişmiştir. Morales liderliğindeki reformist hükümet, doğalgaz ve petrol üretim işletmelerinden 20 kadarını devletleştirmiş, ekonomik durumu nispeten düzeltmiş, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerine yönelik bütçe paylarını arttırmış, yoksul kesime yönelik mali yardımları düzenlemiş, yerli halkın siyasal haklarını tanımıştır. Yoksul halk kesimleri, onyıllardır ülkeyi talan eden ve kendilerini acımasızca sömüren emperyalistlere ve tekelci burjuvaziye karşı Morales’i desteklemişlerdir. Ancak unutmamak gerekir ki, devrimci bir işçi iktidarı kurulmadığı sürece burjuvazi eninde sonunda iktidarı ve bu tür kazanımları geri almaya girişir. Bugün Venezuela ve Bolivya’da olan da budur.
Allende’den Morales’e: devrim ve karşı-devrim ikilemi
Geçmişte Şili’de yaşanan Allende örneği, pembeyle kırmızının, reformizmle anti-kapitalizmin, reformist bir hükümetle işçi iktidarının, burjuva devletin devrimci temelde yıkılmasıyla reformlarla yetinilmesinin farkının ve devrimle oyun oynanmaya kalkıldığında bunun ne gibi ağır sonuçları olacağının acı dersleriyle doludur. Morales’in istifaya ve ülkeyi terk etmeye zorlanması, ardından da karşı-devrimci güçlerin işçi-emekçilere karşı giriştiği faşist terör, bu derslerin bir başka örnekte tekrarıdır.
Morales iktidarı elinde tuttuğu ve işçi-emekçi halkın kendisini desteklediği 14 yıl boyunca burjuva düzenin dışına çıkan, onu aşmaya çalışan bir politik hat izlememiştir. Chavez ve Morales gibilerin yaptıklarını “21. yüzyıl sosyalizmi” diyerek öven yaklaşımlar, aslında sosyalizmi de “halka bir şeyler dağıtma”ya indirgemiş olmaktadırlar. Morales, yukarıda saydığımız ve halkın özellikle ekonomik koşullarında iyileşmeler sağlayan politikaların dışında ne burjuva devlet aygıtına ne de burjuva mülkiyete dokunabilmiştir. Aksine yıllar geçtikçe burjuva düzenin çarkları arasında daha da uzlaşmacı bir karakter kazanmış, doğalgaz yönetimini orduya bağlayarak onun kendisine karşı harekete geçmesini engellemeye çalışmış, kendisine 27 katlı ve camdan bir başkanlık sarayı inşa ettirmekte beis görmemiş, nihayetinde de uzlaştığı ve yozlaşarak farklı türden ilişkilere girmeye başladığı burjuva güçler tarafından bir darbeyle devrilmiştir.
Darbeci güçlerin başını, ırkçı-faşist, aşırı dinci ve ABD merkezli Evangelist tarikatıyla yakın ilişkileri olup, Bolivya burjuvazisinin ve sağın kalesi olan Santa Cruz bölgesinden gelen Camacho çekmektedir. Santa Cruz, daha önce ülkeyi iç savaşın eşiğine getiren Morales karşıtı ayaklanmaların da merkezidir. Camacho’nun babası Morales’in kamulaştırdığı doğalgaz şirketlerinden birinin, amcası bir doğalgaz altyapısı şirketinin, kuzeni de doğalgaz sanayiinde faaliyet gösteren bir şirketin sahibiydi. Camacho da bir holdingin patronudur. Morales’in istifasının ardından alelacele kendini geçici devlet başkanı ilan eden Jeanine Anez de yine tekelci burjuvazinin mensubudur ve sosyal medya hesabından “bu ülke/şehir, yerliler için değil. İlla bir yerde yaşayacaklarsa, dağa ya da El Chacho ovasına gitsinler” diyecek kadar ırkçı-faşist bir zihniyete sahiptir. Kısacası Camacho ve Anez, Bolivya’nın tekelci burjuvazisini temsil etmektedirler ve darbe de burjuvazinin Morales’ten ve onun şahsında işçi-emekçi halktan intikam alması anlamı taşımaktadır.
Darbecilerin bir kolunu oluşturan faşist ve gerici güçler, polisin de koruması altında, başta El Alto şehri olmak üzere her yerde devrimci ve sol güçlere saldırmakta, şimdiden katliam denemelerine girişmekte, olası bir halk direnişini daha baştan ezebilmek için hazırda beklemektedir. Pek çok tarihsel örnekte gördüğümüz gibi, devrim geri çekilince veya başarısız olunca karşı-devrimci güçler atağa geçmekte ve faşizm kanlı yumruğuyla kitle hareketini ezmeye girişmektedir. Morales’in bir darbeyle devrilmesi sürecinde MAS milletvekillerinin bir süre meclise sokulmaması, meclis başkanı ve başkan yardımcısı ile bakanların da istifaya zorlanması, alelacele kurulan sözde geçici hükümetin ve devlet başkanının ifadeleri ve icraatları hazırlanmakta olan kanlı sürecin ipuçlarını vermektedir. Yerli halkın yerinin dağlar olduğunu söyleyen Anez’in pervasız tutumu, polisle kol kola Morales yanlılarını avlamaya çalışan faşist güçlerin varlığı, El Alto’da estirilen devlet terörü bunun işaretleridir. Birkaç ay sonra genel seçimlerin tekrarlanacağının söylenmesi de aldatıcı olmamalıdır. Morales’i devirerek iktidarı gasp eden oligarşinin, bunu kolay yoldan geri vermeye niyetinin olmadığı açıktır.
ABD destekli bu darbenin, Latin Amerika’nın ve dünyanın genel durumuyla bağlantısını da görmek gerekir. İç içe geçmiş olan emperyalist savaş, hegemonya krizi ve ekonomik kriz koşullarında ABD emperyalizmi Latin Amerika üzerinde önemli ölçüde yitirdiği nüfuzunu tekrar arttırmak ve ABD karşıtı sol iktidarları devirmek için çoktandır harekete geçmiştir. Bunun ilk örneklerinden biri Venezuela’dır. Burada istediğini tam olarak elde edememiş olsa da Brezilya’da faşist Bolsanaro’nun başa geçmesiyle amacına ulaşmıştır. Şimdi de Bolivya’da benzer bir oyunu sahnelemeye uğraşmaktadır. Hemen her Latin Amerika ülkesinde, şu veya bu düzeyde kitlesel hareketlerden ve bunların desteklediği kimi işbaşında kimi muhalefette olan ABD karşıtı sol partilerden; bunlara karşılık da tekelci burjuvazinin, geleneksel devlet aygıtlarının, sağ-muhafazakâr-faşist kesimlerin ve ABD yanlılarının oluşturduğu karşıt kamptan bahsetmek mümkündür. Kolombiya’da, Ekvador’da, Venezuela’da, Brezilya’da, Arjantin’de veya Meksika’da yaşananlar hep bu karşıt güçlerin kapışması temelinde okunmalıdır. Bu tabloyu, tüm dünyada hâkim olan burjuva-otoriter rejimler ve eğilimlerle bunlara karşı oluşan halk hareketleri ekseninden bağımsız da düşünmemek gerekmektedir. Giderek artan oranda dünya, en çok da Latin Amerika halkları, devrim-karşı-devrim ikilemiyle yüz yüze kalmaktadır. Pek çok ülkede işçi-emekçi sınıflar mücadeleye hazır olsalar da onların bu mücadelesine önderlik edecek devrimci partilerin yokluğu on yıllardır sorunun özünü oluşturmaktadır. Bolivya’da da durum farklı değildir.
Ne var ki Bolivyalı işçiler ve emekçiler henüz son sözlerini söylemiş değillerdir. Darbenin ardından bu kez de Morales yanlıları sokakları doldurmuşlardır. Daha da önemlisi, Bolivya’nın devrimci geleneklere sahip işçi ve emekçi sınıflarının, devrimci ve sosyalist güçlerinin sahneyi bu kadar kolay terk edeceklerini düşünmemek gerekir. El Alto şehri başta olmak üzere ülkenin pek çok bölgesi direniş merkezine dönüşmeye, darbecilere karşı öz-savunma güçleri örgütlenmeye başlamıştır. Şili’de halkın ayağa kalkmış olması, Arjantin’de esen sol rüzgârlar, Brezilya’da Lula’nın serbest bırakılması ve muhalefetin tekrar canlanmaya başlaması gibi faktörler, Bolivya’da da gerici burjuva güçlerin işinin pek kolay olmayacağını ortaya koymaktadır. Burjuvazi de bunu bildiğinden elini çabuk tutmaya çalışmakta, Morales’in istifası meclis tarafından onaylanmak zorunda olduğu ve henüz bu gerçekleşmediği halde işi oldubittiye getirmeye çalışmaktadır. MAS milletvekillerinin atıldıkları parlamentoya tekrar girmeleri ve çoğunluğu oluşturmaları, yeni bir meclis başkanı seçmeleri ve seçimlere gidilmesi için harekete geçmeleri darbecileri daha da telaşlandırmış durumdadır. Ocak ayında yapılması gereken seçimlere Morales’in katılamayacağını iddia eden, hatta Morales ülkeye dönerse yargılanacağı tehdidini savuran darbeciler, bir yandan da polis ve askere halkı sınırsızca katletme yetkisi veren ve işlenecek şiddet eylemlerinden ötürü yargılanmayacakları garantisi sunan bir kararnameyi onaylayarak en azılı baskı tedbirlerini devreye sokmaktadır. Süreç bir kez daha Bolivya’da ve diğer Latin Amerika ülkelerinde devrim ve karşı-devrim güçlerini karşı karşıya getirmektedir. Sonucu belirleyecek olan, işçi sınıfının devrimci mücadelesi ve ona önderlik edecek devrimci güçlerin varlığı olacaktır.
[1] Bolivya’da başkanlık seçimleri iki tur halinde yapılıyor. Oyların çoğunluğunu alan adayın ilk turda seçimleri kazanabilmesi için %40’ı aşıp en yakın rakibiyle arasında en az 10 puanlık bir fark oluşması gerekiyor. 20 Ekimde yapılan seçimlerin ilk turunda Morales’in %47,08 ve onu takip eden Mesa’nın ise %36,51 oy aldığı, dolayısıyla da Morales’in seçimleri kazandığı duyurulmuştu. Ancak Mesa’yı destekleyen sağ muhalefet, seçim sonuçları açıklanırken yaşanan elektrik kesintisinin ardından farkın bir anda %10 üzerine çıkmasını gerekçe göstererek, Morales’in hile yaptığını iddia ederek sokaklara dökülmüş ve bir süre sonra Morales ikinci tur seçimleri düzenleyeceğini açıklamasına rağmen muhalefet geri çekilmemişti.
[2] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Zeynep Güneş, Bolivya: Yarım Kalan Devrim, MT, Ekim 2003
[3] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Zeynep Güneş, Bolivya Yine Çalkalanıyor, MT, Haziran 2005
[4] Halkın herhangi bir sorunu görüşmek üzere yaptığı kitlesel sokak toplantısı.
[5] age
[6] age
link: Kerem Dağlı, Bolivya’da Darbe, 20 Kasım 2019, https://marksist.net/node/6785
Kapitalist Çürüme, Savaş ve Lümpenleşen Burjuva Siyaset
Kırlangıcın Kanatlarındaki Özgürlüğün Hikâyesi