Günlük hayatımızda engelli insanlarla karşılaşıyoruzdur. Engelliler toplumsal yaşama uyum sağlamakta zorluk çekiyorlar çünkü kentler, toplumsal yaşamın farklı alanları engellilere uygun biçimde tasarlanmıyor. Önlerindeki engeller ortadan kaldırılmadığı için normal insanlar gibi toplumsal yaşama karışamıyorlar ve evlerinden dışarı adım atamıyorlar. Bazısı, daha da vahim biçimde, engelli bakım evlerinde toplumdan yalıtılmış bir durumda ölmeyi bekliyor.
İki aya yakın bir süredir zihinsel ve bedensel engellilerin bakıldığı bir bakım evinde, hasta bakıcı olarak çalışıyorum. İşe girdiğim ilk bir haftayı gözlem yaparak geçirmem söylendi. Yüze yakın hasta, sabahın altısında uyandırılıyor, yatakları toplanıp çarşafları değiştiriliyor. “Kahvaltı 8.30’da. Niye bu kadar erken kaldırılıyorlar?” diye sorduğumda “personel yetersiz, 22 hastaya bir bakıcı bakıyor, bu saatte kaldırmazsak işler yetişmiyor” cevabını aldım. Biraz araştırdığımda aslında bir bakıcıya altı hasta düşmesi gerektiğini öğrendim.
Hastalar oturdukları yemek masasından neredeyse aç kalkıyorlar. “Ben doymadım, bir ekmek alabilir miyim?” deseler de nafile, çünkü bir dilim ekmek dahi vermek yasak. Her gün makarna, bulgur, patates gibi karbonhidrat ağırlıklı yemeklerle besleniyorlar. En lüks yemekleri tavuk but, zaten o da haftada bir kez çıkıyor. Belirli günlerde ise mamalarla besleniyorlar. İki aydır hiç meyve yediklerini görmedim. İçtikleri su musluktan dolduruluyor. Anlayacağınız sadece ölmesinler diye karınları doyuruluyor. Sosyal Hizmetlerin vermiş olduğu kısıtlı gıdanın dışına çıkılmıyor, hatta ondan bile kısıtlamaya gidiliyor. Masraflardan kısmak için hastalar resmen aç bırakılıyorlar.
Karınları doymadığı gibi ruhsal anlamda da aç bırakılıyorlar. TV izlemek ve belirli saatlerde çay molalarına çıkmak dışında hiçbir sosyal aktiviteleri yok. Çay molasına çıktıkları alan beton yığını, iki küçük ağaç dışında yeşillik görmeleri mümkün değil. Sevgiye, ilgiye muhtaçlar. Biraz ilgi görmek için bakıcıların gözlerinin içine bakıyorlar. Fakat mümkün değil. Bakıcılar, sırtlarına yüklenen ağır iş koşulları karşısında hastaya sevgi, ilgi gösterecek zaman bulamıyorlar. 22 hastaya bir tek bakıcı bakıyor. Asgari ücrete yıllardır çalışıyorlar. Üstelik onlarca hastanın içinde gün geçtikçe vicdanlarını yitirip adeta taşlaşıyorlar. İnsanlık dışı koşullar bir süre sonra normalleşiyor. Kapitalizmin insanı insana yabancılaştırmasının çarpıcı bir örneği yaşanıyor! “Bu kadar hastanın sorumluluğu üstümüzde bazen biz bile aklımızı kaçıracak gibi oluyoruz” diyorlar.
Yatakları, yorganları eski, kapıları kırık, yıkık dökük bir bakım evi. Hafif derecede bir zihinsel engellinin böylesi bir bakım evinde bırakın huzur bulmayı, durumunun ağırlaşmaması mümkün değil. Sağlıksız beslenmeden, ilgisizlikten durumları ağırlaşıyor. İnsan yerine konmuyorlar. Sözüm ona devlet denetimindeki bu “özel” kurumlar adeta bir tımarhaneyi andırıyor. Çeşitli sosyal aktivitelerle ve rehabilitasyon çalışmalarıyla, tam olarak iyileşmeseler bile kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek, topluma karışabilecek hastalar bunun yerine ilaçlarla sakinleştirilip uyutuluyorlar. Kapitalist düzen bakıma muhtaç bu insanları fazlalık, onların bakımını ise boşuna yapılmış masraf olarak görüyor. Bu lanet olası düzende akli dengesini koruyamayanlar ya da engelli olarak doğanlar, bir kenara fırlatılıp ölmekten beter hale getiriliyor.
Huzur evleri, çocuk esirgeme yurtları, engelli bakım evleri… Her biri bu ülkenin bakıma muhtaç insanlarıyla dolu ve gün geçtikçe de sayıları artıyor. Adına bakım evleri denilen ama amacından uzaklaşarak daha fazla kâr elde edilmeye çalışılan birer kapitalist işletme olan bu kurumlar, acı çeken insanlarla dolup taşıyor. Bu alçak düzenin insana acı ve kederden başka bir şey vermeyeceğinin elbet farkındayız. Yaşlılarımızın “huzur” evi adı altında giderek yalnızlaştıklarını, engellilerin bakım evlerinde insan yerine konmadıklarını, çocuk esirgeme yurtlarında devletin kontrolünde, bırakın korunmayı tacize, tecavüze uğradıklarını, “bir kereden bir şey olmaz” denerek buna göz yumulduğunu biliyoruz. Kapitalist düzenin yaşattığı bu zulme elbette eyvallahımız yok. Hastalık saçan bu kapitalist düzen ortadan kalkmadan insanlık huzur içerisinde yaşayamaz, engeller aşılamaz. Asıl engel kapitalist düzenin ta kendisidir!
link: Pendik’ten bir kadın işçi, Gerçek Engel Kapitalist Düzendir!, 6 Kasım 2019, https://marksist.net/node/6779
Savaşta Kimler Ölüyor?
Düzenin Payandası: Korporatist Sendikacılık