İşçi sınıfı ya örgütlüdür ve her şeydir ya da örgütsüzdür ve hiçbir şey! Tarih aslında bunu olumlusundan ve olumsuzundan kanıtlayan örneklerin bir bütünüdür denebilir. İşçi sınıfının örgütsüzlük koşullarında neleri kaybettiğini, özellikle 90’lı yıllardan bu yana tüm dünyada görüyoruz. Keza milenyum dönemecinden bu yana yaşanan şiddetli ekonomik krizlerde bu kayıpların katlanarak arttığına da tanık olduk, oluyoruz. Oysa mücadele tarihi, işçi sınıfının en olumsuz gibi görünen koşullara örgütlenerek karşı koyabildiğinin ve imkânsız denilen pek çok şeyi başarabildiğinin örnekleriyle doludur. Amerikan işçi sınıfının 1929 Büyük Buhranı esnasında yaşadığı örgütlü mücadele deneyimleri de bunun bir parçasını oluşturuyor.
1929 Büyük Buhranı Amerikan işçi sınıfına o zamana dek gördüğü en ağır koşulları yaşatmıştı. Kriz döneminde %75’lere çıkan yoksulluk oranı, emekçi kitlelerin nasıl bir sefalete sürüklendiğine de işaret ediyordu. Ne var ki işçi ve emekçi kitleler kendilerine kader olarak sunulan bu duruma sessizce boyun eğmediler. Karşı karşıya oldukları sefalet tablosu ve artan baskılar, onları militan bir ruhla burjuvazinin karşısına dikilmeye sevk etti.
30’lu yıllarda yükselen bu kitlesel mücadelenin iki ayağı bulunuyordu. Bunlardan ilki krizin patlak vermesinin hemen ardından örgütlenmeye başlayan ve özellikle ilk üç yıla damgasını vuran işsizler hareketiydi. İkincisi ise, 1933’ten sonra sıçramalı bir şekilde büyüyen sendikalaşma, grev ve işgal dalgasıydı. Her alan ve düzeyde örgütlenme, kitlesel protestolar, yaygın ve militan grevler, direnişler, işgaller, patronların, polisin ve faşist çetelerin saldırılarına kahramanca karşı koyuş…
Krizin yüz binlerce işçiyi işsizliğe sürüklediği, çalışanların ağır bir saldırıyla karşı karşıya olduğu günümüz koşullarında, işçi sınıfının diğer tarihsel deneyimlerden olduğu gibi bunlardan da öğreneceği çok şey bulunmaktadır.
Kriz işçi ve emekçileri vuruyor
29 Ekim 1929’daki borsa çöküşünün ardından derinleşerek ilerleyen ve sadece Amerika’yı değil Avrupa’yı da kasıp kavuran Büyük Buhran, 30’lu yılların sonuna kadar etkisini sürdürmüştü. Bu süreçte Amerika’da binlerce banka ve 100 binden fazla şirket iflas etmişti. Kriz burjuvazinin parlak gelecek söylevleri çektiği, son yedi yılda gerçekleşen 6,5 katlık büyümeye ve sanayi üretim endeksinin kırdığı rekorlara övgüler düzdüğü bir ortamda patlak vermişti. Cumhuriyetçi Başkan Herbert Hoover, krizden kısa bir süre önce, “Bugün Amerika’da biz, yoksullukla savaşta kazanacağımız nihai zafere hiçbir ülkenin tarihinde görülmediği kadar yakınız” diyordu. Geleni görmeyen gözler, sonrasında yaşananı da inkâr etmeye koyulacaklardı. Çöküş sonrasında görülen geçici toparlanmalar “geçici sarsıntıdan çıkışın alâmetleri” olarak lanse edilecekti. İşsizliğin çığ gibi büyüdüğü günlerde Henry Ford, krizin insanların tembelliğinden ve iş beğenmemelerinden çıktığını söylüyor ve “yeter ki çalışmak istesinler, herkese bol bol iş var” diyordu. Oysa bu sözleri sarf ettikten birkaç hafta sonra 75 bin işçiyi işten çıkaracak olan da bizzat oydu.
Hükümet ve devlet kurumları da resmi rakamları çarpıtarak felâketi saklamaya çalışıyorlardı. Beyaz Saray, “ulusun ekonomik yaşamının temel gücü zarar görmemiştir”, “iyileşme kapıda”, “kamu harcamalarını biraz kısarak geçici sıkıntılı dönemin üstesinden gelinecektir” türü açıklamalarla durumu kurtarmaya çalışıyordu.[1] Burjuvazi yalan ve çarpıtmayla, kitleler halinde işsizliğe ve sefalete sürüklenen emekçi kitlelerin gerçekleri görüp öfkelerini egemenlere ve kapitalizme yöneltmelerinin önüne geçmeyi amaçlıyordu. Zira krizin yaratmaya başladığı yıkım tablosunun uyumakta olan devi ayağa kaldırma potansiyelinin fazlasıyla farkındaydı burjuvazi. Nitekim kriz patlak vermeden önce Amerika’da 429 bin olan işsiz sayısı krizin ardından hızla yükselişe geçerek üç ay içinde 4 milyona çıkmıştı. Bu sayı bir yıl sonra 8 milyona, 1932 sonunda 13,5 milyona, 1933’te ise işgücünün üçte biri demek olan 15 milyona ulaşacaktı. Bankalar, alacaklarına karşılık gayrimenkullere el koyuyor, ev sahipleri kiracıları evden atıyor, evsizlerin sayısı katlanarak artıyordu. Bu arada yalnızca özel sektör değil devlet de “tasarruf” adı altında bütçe kesintilerine ve işçi atmaya yönelmişti.
Yalnızca işsizler değil işini korumayı başaranlar da yoksulluk girdabına kapılmaktan kurtulamamışlardı. Çünkü ücretler üretimdeki düşüşle birlikte %40’a varan oranlarda düşürülmüştü. Boşanma ve intihar oranlarının yanı sıra yoksulluktan kaynaklı olarak verem gibi hastalıklarda da patlamalar yaşanıyordu. Aileler bakamadıkları çocuklarını bakımevlerine vermek zorunda kalıyorlardı. Sadece New York’taki bakımevlerine 20 bin çocuk bırakılmıştı. Çocukların dörtte biri yetersiz beslenmeden muzdaripti. “Her yerde milyonlarca ton yiyecek vardı; fakat bunları nakletmek ve satmak kârlı değildi. Dükkânlar giyecek doluydu; fakat insanların bunları satın alacak paraları yoktu. Her tarafta insanlar kiralarını ödeyemedikleri için zorla boşaltılmış çok sayıda ev görülüyordu ve buralardan çıkarılan insanlar çöplüklerde, mezbeleliklerde yükselen ve «Hooverville» adı takılan gecekondu mahallelerinde yaşıyorlardı.”[2] Bunlara, kaçak olarak bindikleri yük trenlerinde oradan oraya sürüklenen yüz binlerin oluşturduğu devasa bir evsiz ordusu da eşlik ediyordu.
İşte Amerikan proletaryasının tarihe pırıltılı harflerle yazarak not düştüğü mücadeleler bu koşullar tarafından tetiklendi. Milyonlarca işçiyi işsiz bırakan kriz, onlara güçlerini görme ve sınıf düşmanlarına gösterme fırsatı da sunmuştu. Sahne şimdi işsiz işçilerindi.
İşsizler hareketi: “Mücadele Et, Açlıktan Ölme”
Krizin patlak vermesinin hemen ardından milyonlar halinde işten atılıp açlığa terk edilen işçiler, ancak dayanışarak, örgütlenerek ve mücadele ederek ayakta kalabileceklerini yaşayarak gördüler. Burada Komünist Parti (KP) önemli bir rol oynadı. Komünist Parti sanayi işçileri içinde en güçlü örgütlülüğe sahip olan parti idi. İşsizliğin kitlesel bir boyut kazanacağını ve bunun kısa süreli bir süreç olmayacağını gören KP, krizin patlak vermesinin hemen ardından işsizleri örgütlemek üzere harekete geçmişti. “Mücadele Et, Açlıktan Ölme”, “İş ya da İşsizlik Maaşı” sloganlarıyla başlatılan hareket kısa zamanda büyüyerek yayıldı. İş, işsizlik sigortası ve diğer yakıcı talepler etrafında şekillenen, fabrikaların ve devlet kurumlarının önünde yapılan gösterilerle kendini gösteren bu hareket, oluşturulan İşsiz Konseyleriyle mücadeleyi genişletti. Hareketin kendini gösterdiği ilk kitlesel eylem Uluslararası İşsizlik Günü Yürüyüşü idi.
1929 krizinin etkileri yayılıp işsizlik kitlesel ölçekte artınca Komünist Enternasyonal 1930 yılının 6 Martını Uluslararası İşsizler Günü ilan ederek, o gün tüm dünyada işsizliğe karşı mitingler ve yürüyüşler yapılmasını kararlaştırmıştı. Amerikan KP’si de tüm aktivistleri ve bağlı sendikaları aracılığıyla bu eylemi organize etmeye girişti. Ana talep “işsizlik sigortası” olarak belirlenmişti.
Egemenler günler öncesinden başlattıkları korku ve yıldırma operasyonlarıyla yürüyüşe katılımı asgari düzeye indirmeye çalışmışlardı. Komünistlerin devlet liderlerine suikast yapacakları, New York Borsasını havaya uçuracakları, silahlarla polise saldıracakları yönündeki söylentiler gazetelerde başköşeyi tutuyordu. 6 Mart sabahı New York polisi, gösterinin yapılacağı meydanda, makineli silahlarla, tüfeklerle ve gaz bombalarıyla gövde gösterisi yaptı. Buna rağmen işsizlerin katılımı engellenemedi. Meydanda toplanan yaklaşık 100 bin işsiz işçinin Belediye binasına doğru yürüyüşe geçmesinin ardından polis saldırıya geçerek çoğu çocuk ve kadın olmak üzere onlarca göstericiyi yaraladı ve gözaltına aldı. O esnada tutuklanan KP lideri William Z. Foster da bu gösteriyi organize etme suçlamasıyla 6 ay boyunca hapiste tutuldu.
İşsizlik Günü Yürüyüşünün yapıldığı tek kent New York değildi. Detroit, Boston, Philadelphia, Cleveland, Chicago ve daha pek çok kentteki gösterilere de on binlerce işsiz katıldı. Bu kitlesel gösteriler sayesinde işsizlik sigortası talebi Senatonun da gündemine sokuldu ve hükümet sınırlı bir içerikle de olsa işsizlik yardımına ilişkin bir yasa çıkarmak zorunda kaldı.[3]
İşsizlik Günü Yürüyüşlerinin ardından KP, işsizliğe karşı mücadeleyi çeşitli eylem ve faaliyetlerle güçlendirdi. İrili ufaklı yüzlerce gösteri, açlık yürüyüşleri, ev tahliyelerine karşı mücadele, ırkçılık karşıtı mücadele, işsizliğe karşı mücadeleyi çeşitli alanlarda bütünlüyordu. KP’ye bağlı Sendikalar Birliğinin (TUUL) çağrısıyla 1930 Temmuzunda toplanan Ulusal İşsizler Konferansında alınan kararla oluşturulan İşsiz Konseyleri, ilerleyen süreçte bu mücadelenin yaygınlaşmasında büyük bir rol oynadı. Ayrıca bu çalışma KP’nin gücünün ve etki alanının genişlemesini de sağladı. Bu noktada komünist örgütçüler, işçilere doğru bir söylem ve tutumla yaklaşmanın öneminin ne denli büyük olduğunu bizzat yaşayarak gördüler. Hareketin Chicago’daki liderlerinden Steve Nelson, ilk konsey toplantısında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“… konuşmam epey anlaşılmazdı. Biraz kürsüyü yumrukladım ve burjuvazinin krizlerin bedelini hep işçilere ödettiğinden yakındım.… Yaklaşım sekter bir tondaydı ve tam da bizlerin işçilerin çoğundan nasıl yalıtıldığımızı gösteriyordu… Söz konusu durumda neyse ki yaklaşımımız pek fazla zarara yol açmadı. Bu Yunan işçiler beni gerçekten etkilediler… Aslında ne yapılması gerektiğini benden daha iyi biliyorlardı. «Şimdi, bay başkan» diye seslendi aşağıdan biri, «yapmamız gereken ilk şey, şikâyetlerle ilgilenebilecek bir komite oluşturmak. Bize birkaç gönüllü lâzım». İlk konseylerin çoğu, bu Yunan klübü gibi, halihazırdaki etnik ve yardımlaşma kurumları üzerine inşa edildi. İlk birkaç haftayı kapitalizm karşıtı ajitasyonla geçirdik…. Fakat insanlar bizim söylediklerimizi dinleseler bile, onlara yakın gelecek için pek fazla umut veremiyorduk. Kiralarını nasıl ödeyeceklerdi, nasıl yiyecek alacaklardı ve bu süre içerisinde nasıl hayatta kalacaklardı? Yanıtlar, gerçek örgütlenme deneyiminden ortaya çıkmaya başladı.”[4]
Yerellerde oluşturulan İşsiz Konseyleri aracılığıyla kitlesel bir dayanışma ve mücadele hareketi örgütlenecekti. Konseylerin mahallelerde yaptıkları toplantılara katılım her geçen gün büyüyerek arttı. Bu, konseydeki işsiz işçilerin, bölgelerindeki emekçilerin her türden yardımına koşması sayesinde mümkün olabildi. Örneğin evden tahliye edilip eşyaları dışarı atılan bir kiracının yardıma ihtiyacı olduğunda, konseye haber veriliyor, oluşturulan İşçi Dayanışması grupları ilgili eve gidip dışarı atılan eşyaları eve geri sokuyorlardı. 1932’de sadece New York şehrinde 77 bin ailenin bu şekilde evlerine dönmeleri sağlanmıştı. Kiracılarını kirayı ödeyemedikleri için evlerinden atmaya kalkan evsahiplerinin, evlerinin başına neler geleceğini yaşanan çeşitli örnekler sayesinde biliyor olmaları, bir süre sonra onları bundan alıkoymaya yeter olmuştu!
Keza, bir yerde işsiz bir ailenin yardım talebinin reddedildiği duyulduğunda, İşsiz Komitesi topladığı kitleyi yardım kurumunun önüne yığıyor ve içeriye gönderdiği heyet yetkililerden bu sorunu çözmelerini istiyordu. Birleşen işçilerin gücünün yarattığı basınç, üç haftada çözülmeyen sorunların 15 dakikada halledilmesini sağlıyordu. Bu ve benzer dayanışma eylemleri konseylere katılımı hızla arttırıyor, onun etki alanını genişletiyordu. İşsiz Konseylerinin başını komünistler çekiyordu. Ama bir konseyde 10 komünist varsa 300 de sıradan destekçi bulunuyordu. Bir kentte onlarca konsey, on binlerce konsey üyesi bulunuyordu. Örneğin Chicago’daki İşsiz Konseylerinin 45 şubesi ve toplam 22 bin üyesi vardı. “İşlevlerine gelince; umutsuzların evlerinden atılmalarını engellemek ya da atılanlar olmuşsa atılmanın baskısının Yardım Komisyonu ile birlikte göğüslenmesini sağlayarak ev aramak ve bulmak; bir işçinin gazı ya da suyu kesilmişse gerekli yerlere ulaşarak yetkililerle görüşmek; giysi ve ayakkabı gereksinmesi olan işsizlere bunları sağlamak; beyazlar ve siyahlar arasında ya da başka ülkelerde doğmuş olanlara karşı, özellikle yardımlarına koşarken, ayrımcılık yapmamak ve ayrımcılığı ortadan kaldıracak bir biçimde tanıtım yapmak. ... insanları yardım bekleyen mahallelere götürerek oradakilerin giyim kuşam, barınma ve yiyecek sorunlarını halletmek gibi işlevleri bulunuyordu. Son olarak da yürüyüş, açlığa karşı gösteriler yaparken ya da sendika toplantılarına katıldıkları için yakalanıp hapse atılan işsizlere de yasal savunmalarını sağlamak Konseyin işlevleri arasındaydı.”[5]
Amerikan işçi sınıfının siyahlar da dâhil olmak üzere çok çeşitli etnik kökenlere sahip işçileri içinde barındırması, birlikte hareket etmek için ırkçılık karşıtı bir duruşu da gerektiriyordu. Siyahlar ve göçmenler, işsiz ve vasıfsız işçiler içinde yüksek bir oran oluşturuyordu. Siyahlar arasında işsizlik oranı ortalamanın üç kat üzerindeydi. Bununla birlikte, beyaz işçilerin ırksal ve etnik ayrımcılığa varan önyargılarının yaygınlığı genel olarak sınıf hareketinin, özel olaraksa işsizler hareketinin en önemli handikaplarından biriydi. O dönemlerde AFL’nin etkin olduğu sendikal hareket içinde bile bu illet son derece yaygındı. Üstelik krizle birlikte yükselen sınıf mücadelesinde siyah işçiler de aktif bir şekilde rol almaya başlayınca ırkçı Ku Klux Klan’ın siyah işçilere ve onları örgütlemeye çalışan komünist işçilere yönelik saldırıları artmıştı. Bu yüzden ırkçılığa karşı mücadele, işçiler arasındaki bölünmelerin ortadan kaldırılmasını sağlayan birleştirici bir işlev görmesi bakımından çok önemliydi ve KP’nin başını çektiği işsizler hareketinin mücadele anlayışının önemli bir unsurunu da bu oluşturuyordu. Bu mücadele, içinden geçilen atmosferde göçmenleri ve beyaz olmayanları işsizliğin ve diğer musibetlerin sorumlusu olarak gösterip hedef tahtasına oturtan faşist hareketlerin güçlenmesinin maddi zeminini ortadan kaldırmak bakımından da son derece önemliydi. Almanya’da yaşananlar malûmdu!
Ulusal Açlık Yürüyüşü
1931’e gelindiğinde, büyüyen isyan ruhu ülkenin dört bir yanına yayılmaya başlamıştı. Arkansas’ta, Detroit’te, Boston’da, Indiana’da, Chicago’da, Seattle’da, New York’ta on binlerce işsiz ayağa kalkmıştı. Bunlar hükümet binalarını işgal ediyor, ailelerinin ve kendilerinin aç olduğunu haykırarak yürüyüşler düzenliyor, iş istiyor, bedava yiyecek verilmezse dükkânlara saldıracaklarını ilan ediyorlardı. Polis bu açlık ordusunu gazla, copla dağıtmaya çalışıyordu.
1931 Aralığında düzenlenen Ulusal Açlık Yürüyüşü işte bu atmosferde gerçekleşti. Amerika çapında örgütlenen bu eylemin ana talebi “yaşına, cinsiyetine, ırkına ya da vatandaşlık statüsüne bakılmaksızın tüm işsizlere ve yeterli işi olmayanlara tam ücretli ve uzun süreli federal işsizlik sigortası” idi. Ücret kesintisi olmaksızın iş saatlerinin azaltılması, emeklilik maaşı, savaş gazilerinin ikramiyelerinin derhal ödenmesi, işsizlerin barınma, beslenme ve giyim ihtiyaçlarının devletin ve yerel yönetimlerin fonlarından karşılanması da eylemin başlıca talepleri arasında yer alıyordu.
İşsiz Konseyleri aslında 10 Şubatta Washington’a bir delegasyon göndererek Kongreye işçilerin işsizlik sigortası talebini iletmişti. Talep şu şekildeydi: İşsizlerin kendileri tarafından yönetilecek bir fon oluşturulması, bu fondan tüm işsizlere haftalık 25 dolar işsizlik ödeneği (işsizin bakmakla yükümlü olduğu yakınlarına ayrıca 3’er dolar) bağlanması; fonun gelirinin 25 bin doların üzerinde sermayesi ve mülkü olanlardan toplanacak vergilerle karşılanması; 5 bin doların üzerindeki gelirlerden kademeli vergi kesilmesi.
Kongreden bu taleplere yanıt verilmeyince ülke çapında bir yürüyüş organize edilmesi kararlaştırıldı. Yürüyüş için Amerika çapında 1700 delege seçildi ve bunlar dört farklı bölgeden Washington’a doğru harekete geçtiler. Otomobil ve kamyonlarla yol alan delegeler, yerleşim yerlerine geldiklerinde İşsiz Konseylerinin örgütlediği kitlenin destek yürüyüşleriyle karşılanıyor; delege ekibi, buradan kendisine katılan yeni delegelerle yoluna devam ediyordu. Delegelerin yürüyüş rotası, süresi, konaklayacakları yerler, destek mitingleri vb. çok iyi örgütlenmişti. Nihayetinde tüm yürüyüş kolları 6 Aralıkta Washington’a ulaşarak bir araya geldiler. Onları büyük bir polis ordusu karşılamıştı. Delegeler taleplerini iletmek üzere Beyaz Saray’a yürürken de bu ordu peşlerini bırakmamıştı. Buna rağmen yürüyüş amacına ulaştı ve işsizler taleplerini ve seslerini tüm ülkeye duyurdular. Bunu izleyen yıllarda açlık yürüyüşleri rutin hale getirilerek sürdürüldü.
İşsizlik yardımı sadece işsiz değil çalışan işçiler açısından da önemliydi. Zira yeterli miktarda bir işsizlik maaşı alacağını bilen işçi greve gitmekten ya da işten atılmaktan korkmayacağı için patronlara karşı eli güçlenmiş olacaktı. İşsiz işçilerle çalışan işçilerin kaderinin ortak oluşu onların mücadelede de yan yana olmalarını zorunlu kılıyordu. Bu yüzden KP, otomobil fabrikalarından atılan işçilerin yoğun olduğu Detroit’te örgütlediği İşsiz Konseylerinin, işten atılan işçilere verilen yetersiz tazminatları protesto etmek için fabrikalara yürümesine de önderlik etmişti. Briggs Highland Park fabrikasına yürüyen işsizler, fabrikanın içine girerek, orada çalışan işçilere, bu fabrikada bir grev olması durumunda işsizlerin grev kırıcılığı yapmayacaklarına dair söz veren bir bildiri okumuşlardı. Birkaç ay sonra, İşsiz Konseyleriyle KP’nin hâkimiyetindeki Otomobil İşçileri Sendikası bir gösteri örgütlediler. Ford Açlık Yürüyüşü olarak anılan bu gösteriye çalışmakta olan 3 bin Ford işçisinin yanı sıra işsiz Ford işçileri de katıldılar. İşçilerin talebi işsizlik yardımı, iş saatlerinin düşürülmesi, ırk ayrımcılığına son verilmesi ve sendikalaşma hakkı idi. Protestocular fabrikanın yönetim merkezine ulaşamadan polisin ve şirket güvenliğinin saldırısına uğradılar. Çatışma sırasında polis işçilere ateş ederek beş işçiyi katletti, 80’e yakınını yaraladı. Cenaze törenine otuz bin işçi katıldı. Bu olay Amerikan otomobil işçilerinin sendikalaşma mücadelesinin kıvılcımını teşkil edecekti.[6]
“Kendi Sorununu Kendin Çöz”
İşsizler arasında örgütlenerek oluşturulan yapılar sadece KP’nin yönlendiriciliğinde oluşan konseylerle sınırlı değildi. Sosyalist Parti ve bağlı sendikalarının hâkimiyetindeki İşsiz Birlikleri de benzer şekilde bir faaliyet gösteriyordu ve pek çok kentte on binlerce üyeye sahipti. Krizin yarattığı yıkım, emekçilerin gözünün açılmasına elverişli bir ortam sunmuş, hükümete ve burjuvaziye karşı büyük bir güvensizlik yaratırken emekçilerin bir araya gelmesini de sağlamıştı. İşsiz Konseyleri türü yapıların yanı sıra çeşitli düzeylerde ve çeşitli amaçlar etrafında öz-örgütlenme deneyimlerinin pıtrak gibi çoğalmasının zeminini döşeyen de buydu:
“Seattle’da balıkçılar sendikası tutulan balıkları sebze ve meyve üreticileriyle değiş tokuş ediyor, daha sonra aynı balıklar orman işçilerinin kestikleri ağaçlarla değişiliyordu. Her birinde bu değiş tokuşun gerçekleştiği pazarın bulunduğu yirmi iki merkez vardı ve bu pazarlarda yiyecek ve yakacak odun diğer mal ve servislerle değiş tokuş ediliyordu: Berberler, dikişçi kadınlar, doktorlar becerilerini buralarda başka şeylerle takas ediyorlardı. 1932 yılı sonuna kadar otuz yedi eyalette 300.000 üyesi olan 330 adet Kendi Sorununu Çöz Örgütü bulunuyordu.”
“Kendi Kendine Yardım için örgütlenen insanların sergiledikleri en ilginç olaylardan biri, Pennsylvania kömür bölgesinde gerçekleşmişti. Sürüyle işinden atılmış kömür madeni işçisi, şirket topraklarını küçük maden ocakları halinde kazarak kömür çıkarmışlar, bunları kamyonlarla kentlere göndererek normal fiyatların da aşağısında satmışlardı. 1934 yılında yirmi bin kişi çalışarak ve dört bin adet araç kullanarak 5 milyon ton kaçak kömür üretmişti. Olay mahkemelere yansıdığında yerel jüriler suç bulmuyorlar, yerel mahkemeler hapsetmiyorlardı. Bunlar günlük gereksinmelerin ortaya çıkardığı basit eylemlerdi, ama bir devrimin de habercileri olabilirlerdi.”[7]
İşçiler ve emekçiler, örgütlenerek pek çok şeyi başarabildiklerini görüyorlardı. Zorunluluklar onları mücadeleye sevk etmiş ve mücadele ederek nasıl dönüştüklerini gördükçe en çok şaşıranlar belki de kendileri olmuşlardı.
Burada, 1932 yazında gerçekleştirilen ses getirici bir eylemden de söz etmek gerekir: “İkramiye Ordusu Yürüyüşü!” Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkelerine geri dönen Amerikan askerlerinin çok büyük bir kısmı kriz döneminde işsiz kalmıştı. Bu askerlere, 1924 yılında çıkarılan bir kanunla, 1945 yılından sonra kullanabilecekleri ikramiye sertifikaları verilmişti. Savaş gazileri işsizlik ve yoksulluğun doruğa tırmandığı o günlerde, söz konusu sertifikaların derhal nakit paraya dönüştürülerek kendilerine ödenmesini talep ediyorlardı. Seslerini duyurmak ve taleplerini hükümete iletmek için kitlesel bir yürüyüş örgütlemeye karar verdiler. Basının “İkramiye Ordusu” adını taktığı 15 bin savaş gazisinin başlattığı bu yürüyüşe 40 binden fazla insan katıldı. “Ülkenin dört köşesinden, yanlarında eşleri, çocukları ya da yalnız olarak Washington’a yürüyüşe geçtiler. Eski püskü, ikinci el otomobillerle, yük trenlerine kaçak yolcular olarak binerek ya da otostop yaparak Washington’a geldiler. Bunlar Batı Virginialı madenciler, Columbus’tan Georgia’dan gelen sac metal işçileri ve Chicagolu işsiz Polonya asıllı gazilerdi.”[8]
Haziran ayında Washington’a gelen yirmi binden fazla insan, kurdukları kamplarda bekleyişe geçtiler. İkramiyelerin ödenmesi için gerekli yasa tasarısı Meclisten geçti, fakat Senatoda takıldı. Beklemeye devam etmekte kararlı olan binlerce insan, başkan Hoover’in emriyle ordunun saldırısına uğradı. Gazilerin kampları ateşe verildi, bir bölümünün konakladığı eski hükümet binaları da göz yaşartıcı gaza boğulup yakıldı. “Her şey bittiğinde iki gazi ateş altında kalarak ölmüş, on bir aylık bir bebek kaybedilmiş, sekiz yaşında bir erkek çocuğu gaz nedeniyle kısmen kör olmuş, iki polisin kafatası kırılmış ve bin kadar savaş gazisi gaz bombası ile yaralanmış durumdaydı. Bunlar zor zamanlardı ve bu dönemde hükümetin vatandaşlarına yardım etme konusundaki duyarsızlığı ve savaş gazilerini püskürtme konusundaki eylem başarısı; bütün bunlar Kasım l932’de yapılan seçimlerde etkisini gösterdi. Demokrat Parti lideri Franklin D. Roosevelt, ezici bir çoğunlukla Herbert Hoover’i geçerek 1933 yılı ilkbaharında başkanlık görevine başladı…”[9]
Roosevelt 1933’te iktidara geldiğinde, işsizlerin, işçilerin ve çiftçilerin yükselmeye başlayan isyanını denetim altına almak üzere ekonominin yeniden örgütlenmesine dayanan bir reform programı başlattı. “New Deal” adı verilen ve krizin etkilerini hafifletmeyi amaçlayan bu Keynesyen program, çeşitli kamu projeleriyle (barajlar, santraller, su kanalları, okullar vb.) yeni iş olanakları yaratarak ve sosyal yardımları belli ölçüde arttırarak işsizliğin yakıcı etkilerini hafifletmeye odaklanmıştı. Ne var ki bu program dâhilinde hayata geçirilen uygulamalardan en çok faydalananlar emekçilerden ziyade burjuvalar olurken, yaratılan istihdam artışı da iddia edilen boyutlara asla ulaşamadı. Örneğin 1936’ya gelindiğinde kamusal projelerde yaratılan ek istihdam 2,5 milyonken halen 10 milyon işsiz bulunuyordu. Üstelik büyük burjuvazinin bu önlemleri “sosyalizm” olarak niteleyip feveran etmesiyle, 1935’te Yüksek Mahkeme çeşitli uygulamaları iptal etmişti.
Roosevelt’in “sefalete sürüklenen emekçilere yardım etme” insani güdüsüyle yaptığı reformlar olarak lanse edilen tüm yardım ve sosyal sigorta programları, gerçekte burjuvazinin sosyalistlerin öncülüğünde seferber olarak güçlü bir işsizler hareketi yaratan işçi sınıfının mücadelesinin basıncıyla atmak zorunda kaldığı adımlardı.
(devam edecek)
Kaynakça:
- Howard Zinn, Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi, İmge Yay.
- Frances Fox Piven, Richard A. Cloward, Poor People’s Movements: Why They Succeed, How They Fail, Vintage Books
- Fraser M. Ottanelli, The Communist Party of the United States: From the Depression to World War II
- Sharon Smith, The 1930s: Turning Point for U.S. Labor, http://www.isreview.org/issues/25/The_1930s.shtml
- Javier Lavoe, Organizing the Unemployed: “Fight–Don’t starve!”, https://www.liberationnews.org/09-02-10-organizing-unemployed-fightd-html/
- Danny Lucia, The Unemployed Movements of the 1930s, https://isreview.org/issue/71/unemployed-movements-1930s
[1] Frances Fox Piven, Richard A. Cloward, Poor People’s Movements: Why They Succeed, How They Fail
[2] Howard Zinn, Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi, İmge Yay.
[3] Javier Lavoe, Organizing the Unemployed: “Fight–Don’t starve!”
[4] Danny Lucia, The Unemployed Movements of the 1930s
[5] Howard Zinn, age
[6] Danny Lucia, age
[7] Howard Zinn, age
[8] Howard Zinn, age
[9] Howard Zinn, age
link: İlkay Meriç, 1929 Krizinde Amerikan İşçi Sınıfı: “Mücadele Et, Açlıktan Ölme”, 5 Kasım 2018, https://marksist.net/node/6522