Hükümetin “Kentsel Dönüşüm” adını verdiği yıkım projesinin startı Esenler’de Başbakan Erdoğan’ın da katıldığı şaşaalı bir törenle verildi. 33 ilde eşzamanlı olarak başlatılan proje kapsamında yaklaşık 7 milyon konut yenilenecek. Törende konuşan Erdoğan projenin amacını şöyle anlattı: “Teknik olarak riskli bulunanların kısa bir süre içinde yıkılıp, yerine sağlıklı yapılar inşa edilmesi için gerekli mekanizmaları kurduk, işletmeye başlandı. Buradaki asıl amacımız, bir binayı yıkıp yerine yeni bir bina yapmak değil. Asıl amacımız, afetler karşısında can ve mal güvenliğini sağlayacak bir dönüşümü gerçekleştirmek. Yani rant değil, insan odaklı bir proje yürütüyoruz.”
Elbette kimse kendi yoğurduna ekşi demez. Başbakanın da bu projenin rant için hayata geçirildiğini söylemesini kimse beklemiyordu zaten. Başta Başbakan olmak üzere hükümet ve belediye yetkilileri projenin ne kadar faydalı olacağını etkileyici sözlerle anlatarak bu projeden etkilenecek olanları kandırmaya çalışıyorlar. Halkın yıllardır bıkmış olduğu sorunları iyi bilen AKP, bu sorunları çözeceği vaadinde bulunarak birçok alanda sermayenin istek ve çıkarları doğrultusunda değişiklikler yaptı. “Kentsel dönüşüm” projesi için de aynı yola başvuran AKP, depreme dayanıklı ve sağlıklı konutlar inşa edeceğini iddia ederek büyük bir rant projesine imza atıyor aslında. Erdoğan “Hiç kimse gecekondu yapan vatandaşımıza kızmasın. Gecekondu dediğimiz hadise, şehirleri yönetenler işlerini doğru ve tam yapmadığı için, vatandaşımızın kendi kendine, el yordamıyla bulduğu bir çözümdür” diyerek, bir taraftan çarpık kentleşmenin sorumluluğunu kendinden önceki hükümetlere atıyor, diğer taraftan da gecekondu sakinlerinin sempatisini kazanmaya çalışıyor. Oysaki AKP iktidarı boyunca yapılan yıkımlara baktığımızda görüyoruz ki, bu sözler inandırıcı olmaktan oldukça uzaktır. İstanbul’un birçok semtinde yapılan yıkımlarda mahalle sakinlerinin rızası alınmadan yıkımlar gerçekleştirildi; itiraz edip evlerinin yıkılmasına karşı çıkanlar karşılarında Çevik Kuvveti buldular. Başını sokacak bir dama sahip olmak için gecekondu yapanlara bütün iktidarlar siyasi çıkarları gereği izin verdiler. Bugünse “ustalık döneminde” bulunan AKP, ekonomik çıkarları gereği milyonlarca insanı zorla evlerinden çıkartmaktadır. Gecekondu yapan vatandaşa “kızmak” ne kelime, polis copla, biber gazıyla saldırmaktadır.
Yıkımlara karşı oluşan haklı tepkinin etkisini kırmak ve projeye destek kazanmak için hükümet ideolojik hazırlık yapmayı ihmal etmiyor. Hükümetin çanak yalayıcılığını yapmakta üstüne düşeni hakkıyla yerine getiren medya, Sulukule, Tarlabaşı gibi semtlerin hırsızlık, kapkaç gibi suçların merkezi olduğu, “teröristlerin” buralardan çıktığı, bu semtlerin şehrin huzurunu bozduğu algısını yaratacak tarzda haber ve programlar yaptı. Böyle olunca, yoksul halkın oturduğu bu bölgelerde yapılan yıkımlar, birçok insan tarafından olumlu karşılandı. Ancak AKP, buna rağmen “kentsel dönüşümü” tümüyle hayata geçirebilecek bir ortam yaratamamıştı. Bu yüzden Van depreminde yüzlerce insanın ölmesini, bu projenin gerekliliğine bir bahane olarak kullandılar. Erdoğan, Van depreminden sonra, “iktidarı kaybetmek pahasına kentsel dönüşüm projesini başlatacağız” demişti. Aslında bunu söylemekle Başbakan, “kentsel dönüşümün” emekçiler için büyük acılara ve sıkıntılara yol açacağını ve bu yüzden AKP’ye karşı bir tepki olacağını da itiraf etmiş oluyordu. Büyük bir depremin beklendiği İstanbul gibi bir şehirde yeniden yapılandırma ihtiyacına, gerekli önlemlerin alınmasına aklı başında hiç kimsenin itiraz etmeyeceği gayet açık. Ancak Van depremindeki ölümleri sadece kaçak yapılara bağlamak gerçeklerin çarpıtılması demektir. Çünkü Van’da yıkılan binalar arasında kamu binaları da vardı ve ölümler sadece kaçak binalarda gerçekleşmedi. TOKİ’nin yaptığı binalarda da sel sonucu ölümler gerçekleşiyor.
Afet yasası mı, rant yasası mı?
AKP, “kentsel dönüşüm” için çıkardığı yasaya afet yasası adını vererek, bu projenin asıl mahiyetini gizlemeye çalışıyor. Bu proje kapsamında nerelerin yıkılacağına, evi yıkılan insanların halinin ne olacağına ve buradan kimlerin kazançlı çıkacağına baktığımızda Kentsel Dönüşüm Projesinin bir kentsel yağma ve talan projesi olduğu görülecektir.
Ekim ayında proje kapsamında olan öncelikli illerde “kentsel dönüşümde sektörler buluşuyor” başlıklı toplantılar düzenlendi. Görüldüğü üzere evleri yıkılacak olanlarla değil, projeden doğacak pastadan yararlanacaklarla toplantılar düzenleniyor. Bu ve benzeri toplantıların amacı, pastadan kimlerin ne kadar yararlanacağını belirlemektir. Nitekim İzmir’de yapılan toplantıda, Vali Yardımcısı, “Kent dönüşümüne en çok ihtiyaç İzmir’de gözüküyor. Dönüşüm tamamlanarak şehrin bütünlüğü sağlanacaktır. Bu turizm, ticaret ve sanayiye de yansıyacaktır” diyerek projenin kime yarayacağını da itiraf etmiş oldu. Medyada depreme karşı dayanıklı binalardan, insanların daha güzel evlerde yaşayacağından, yeşil alanlardan, parklardan, bahçelerden bahseden hükümet yetkilileri ve inşaat patronları, kapalı kapılar arkasında yaptıkları toplantılarda ticaret, sanayi ve turizm gibi daha önemli (kârlı) konuları konuşuyorlar.
Yasa bütünlüklü olarak incelendiğinde görülüyor ki, asıl amaç arsa ve arazilerin kime, nasıl peşkeş çekileceğidir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ bu konulardaki tek merci olarak belirlenmiş durumda. Gerektiğinde TOKİ’ye, Bakanlığa ve belediyelere “kamulaştırma” yetkisi veriliyor. Doğa ve kültür varlıklarını, ormanları, kıyıları ve meraları koruma altına alan yasalardan TOKİ muaf tutularak bu alanların yağmalanmasının önü açılmıştır. “İstanbul’da mezarlıktan başka neredeyse yeşil alan kalmadı” diyor Başbakan ama yasanın yeşili talanın önündeki bütün engelleri neden kaldırdığından bahsetmiyor.
Yasaya göre, Bakanlığın lisans verdiği kurumlar tarafından riskli binaların tespiti yapılacak. Bina sahipleri kendilerine verilen sürede risk tespitini yaptırmadığı takdirde, Bakanlık belirlediği bölgelerde ya kendisi risk tespiti yapacak ya da belediyelerden bunun yapılmasını isteyecek. Bina sahipleri risk tespitine itiraz edebilirler. Ancak itiraz kurulları da yine Bakanlığa bağlı olacağı için, bu itirazların kabul edilmesi olasılığı oldukça düşük. Ayrıca, yapı riskli olmasa bile eğer belirlenen “riskli alan” içerisinde kalıyorsa “uygulama bütünlüğü” açısından yıkılabilecek. Bu şu anlama geliyor, inşaat firmalarının gözünü diktikleri rantabl yerlerde, büyük kârlar getirecek siteler yapmaya engel olan binalar varsa, bunlar da yıkılacak. Bunun için riskli olup olmadıklarına bakılmayacak. Bu binalarda oturanların ne düşündüğüne de!
Bakan “Biz istemeyen, razı olmayan, gönlü razı olmayan, gönüllülük kazanmayan, gönüllülük esasını yakalamayan hiç kimsenin binasında dönüşüm yapmıyoruz” diyor, ama Erdoğan öyle demiyor, yasa da! Yasaya göre öncelikli olarak konut sahipleriyle anlaşma yoluna gidilecek. Binaların yıkılması için sahiplerine 60 gün süre verilecek. Eğer bu süre içerisinde kendileri yıkmazlarsa, Bakanlık tahliye ve yıkım işlemlerini kendisi yapacak. Üstelik masrafını da tapuya ipotek koyduracak. Konut sahiplerinin kentsel dönüşüm çerçevesinde Bakanlığın aldığı kararlara karşı dava açma hakkı var. Ama açılan davalarda yürütmeyi durdurma yetkisi kararı alınamıyor. Yani gönüllülükten bahsetmek mümkün olmadığı gibi itiraz etme hakkı bile fiiliyatta yok aslında. Eğer, evinizin başınıza yıkılmasını engellemeye kalkışırsanız Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uyarınca Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacak.
En çok tartışılan konulardan birisi konutları yıkılan insanlara ne olacağı. Yasada anlaşma yapanlara geçici konut tahsisi veya kira yardımı yapılabileceği söyleniyor. Ama kesin bir hüküm belirtilmiyor. Yani kira yardımı veya konut tahsisi hükümetin insafına kalmış durumda. Başbakan Esenler’deki törende 10 milyonluk kira yardımı çekini dağıtmak üzere herkesin gözü önünde yetkili kişilere verdi. Ama bu paranın kime, nasıl, ne zaman ve ne kadar verileceği meçhul! Daha önceki kira yardımlarından da biliyoruz ki, yapılan yardımlar kentin dışındaki konutların kirasını ancak karşılayabiliyor. Böylece emekçiler şehrin dışına sürülmüş oluyorlar.
“Güvenmiyoruz”
Aslında “kentsel dönüşüm” yıllardır devam eden bir proje. İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyük şehirlerde emekçilerin yaşadığı mahalleler yıkımlardan ilk nasibini alan yerler oldu. İstanbul’un Küçükçekmece, Zeytinburnu, Okmeydanı, Fatih, Kartal, Pendik ilçelerinde binlerce bina yıkıldı. Bu bölgelerde yaşayanların yaşadığı sıkıntılar, önümüzdeki yıllarda yaşanacak mağduriyetlerin de habercisidir. Sulukule’de yaşananlar, “kentsel dönüşüm” projesinin amacının “depreme dayanıklı, yeşil alanlarla çevrili, yaşanabilir kentler yaratmak” olmadığının, asıl amacın yoksulların yaşadığı bölgelerin (özellikle rant değeri taşıyan merkezi bölgelerin) sermayeye yatırım alanı olarak açılması olduğunun bariz bir örneğidir. Sulukule sakinlerinden mahallelerinin yıkılmasına karşı çıkanlar olduğu gibi, hükümetin vaatlerine kanıp projeyi destekleyenler de oldu. Sonuçta bütün Sulukule rantsal dönüşümün kurbanı oldu. 10 bin ilâ 50 bin lira arasındaki fiyatlara satın alınan evlerin yerine yapılan yeni evlerin fiyatı 950 bin liraya kadar çıktı. Sulukule’de evler çok ucuza satın alındı. Verilen sözler tutulmadı. Örneğin, Radikal gazetesine konuşan bir mahalle sakini, evinin 58 bin liraya sayıldığını anlatıyor. Yeni yapılacak ev içinse 107 bin liralık borcu kabul etmiş. Oysa şimdi hangi evde oturacağı bile belli değil. Elbette mahallelinin yüzde 80’ini oluşturan kiracıların durumu daha kötü. Ortalama 300 liralık aylıkla geçinmeye çalışan Romanlar, şehrin dışındaki TOKİ konutlarına sürüldüler. Burada 500 lira kirayı ödemekte zorlandıkları için Sulukule’nin etrafındaki izbe yerlere geri döndüler.
Okmeydanı, Tozkoparan, Alibeyköy, Dikmen gibi mahallelerde yaşayanlar, Romanların durumuna düşmemek için “kentsel dönüşüm” projesine karşı mücadele ediyorlar. “Hükümetin vaatlerine güvenmiyoruz” diyorlar. Kime nasıl bir ev verilecek, mahalleli ne kadar ödeyecek belli değil! Okmeydanı halkı Sulukule ve Tarlabaşı örneklerinden sonra protokol olmadan yıkımlara başlanmasına karşı çıkıyor. Belediyenin sorularına cevap vermesini, her şeyin açık açık protokolde yazılmasını istiyorlar.
Evi yıkılacaklar kara kara düşünürken, medya ve hükümet işbirliği içerisinde “kentsel dönüşümün” reklamını yapıyor. Bu müthiş projeyle milyonlarca insanın can güvenliğinin sağlanacağını ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Kendileri yalılarda oturup, utanmadan şunu söyleyebiliyorlar: “Gelin bir defalığına riyakârlık yapmayalım.” Afet gerekçesiyle on binlerce insanın evini yıkıp, onları “daha güzel evlerde oturacaksınız” vaadiyle kandırmak riyakârlık değil midir? Bu projenin amacı rant değildir deyip, haraç mezat satın alınan evleri 15-20 katına satmak riyakârlık değil midir? “Kentsel dönüşüm” projesinin rant amaçlı olduğunu söyleyenler mi riyakârlık yapıyor, karşı çıkanları hainlikle suçlayan hükümet mi, yoksa hükümete yalakalık yapanlar mı?
Mehmet Ali Birand kentsel dönüşüm projesini överek herkesi buna destek olmaya çağırıyor: “Bu olayı popülizm adına sulandırmayalım. Aksi halde, bu proje ilerlemezse, ölüme mahkûm olan insanların sorumluluğu vicdanlarımızdan hiçbir zaman silinmez, bunu da bilmeliyiz.” (Hürriyet, 6 Ekim 2012) “Doğal” afetlerde ölen binlerce insan, ne bütün derdi kâr olan sermaye sahiplerinin, ne onların hükümetlerinin, ne de onların borazanlığını yapan medya baronlarının ve kalemlerinin umurundadır. Onların doğal afetleri bile fırsata çevirip sermayelerini büyütmekten başka bir dertleri yok. Afet riski altında yaşayan milyonlarca insanı düşünselerdi, dere yataklarına inşaat yapmazlardı, çürük binalara imar izni vermezlerdi. Afetlere karşı dayanıklı konutlar inşa edeceği iddiasında olan TOKİ’nin Samsun’da yaptığı site yoksul işçi ailelerine mezar olmuştu. Daha geçtiğimiz günlerde Trakya ve Şanlıurfa’da meydana gelen selde 6 kişi öldü. Doğu Karadeniz’de gerçekleşen sel ve heyelanda ise büyük maddi zarar olurken, şans eseri can kaybı olmadı. Gelin bir defalığına dürüst olun! İnsanı ve doğayı düşünmeyen sermaye düzeninin, rant olmadan dönüşüm yapmayacağını söyleyin.
Kapitalist gelişmenin doğayı ve insanlığı dikkate almadan yapılandırdığı şehirler, insanca bir yaşam için uygun olmadığı gibi, “doğal” felâketlerde kayıplara sebep olma riskini de taşıyorlar. Başta İstanbul’da olmak üzere işçi ve emekçiler için sağlıklı barınma alanları yaratmak büyük bir ihtiyaç olarak kendini dayatmaktadır. Ancak “kentsel dönüşüm” projelerinin bu amaca hizmet etmediği, etmeyeceği kesindir. Bu yüzden yıkımlara karşı mücadele yürütmek gerekiyor, ama tekil ve dağınık mücadelelerle başarı kazanmak mümkün değildir. “Rüyalar ülkesi” ABD’de bile milyonlarca insan evsizken, kapitalizm altında herkesin sağlıklı ve doğaya uygun inşa edilmiş konutlara sahip olabileceğini düşünmek saflık olur. Bu, ancak kapitalizmin yıkılmasıyla mümkündür. Kapitalistler evlerimizi başımıza yıkmadan, biz kapitalizmi yıkalım!
link: Suphi Koray, Rantsal Dönüşüm Devam Ediyor, Kasım 2012, https://marksist.net/node/3134
Burjuvazinin Silahlarından Biri: Alkol ve Uyuşturucu
Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu