Çeşitli yazılarımızda altını çizdiğimiz üzere, bugün kapitalizm tarihsel krizin derin kuyusu içinde debelenmektedir. Bu kriz, gerek küresel ölçekte ekonomik ve siyasi altüstlüklerle kendini gösterirken, gerekse de tek tek ülkeler bazında uzun yıllardır devam eden burjuva istikrarın tepetaklak olmasında somutlanmaktadır. Burjuva parlamenter sistemin uzun yıllardır işlediği Avrupa ülkelerinde yükselişe geçen faşist ya da faşizan hareketlerin seçimlerde önemli oy oranlarına ulaşıp parlamentoya girecek kadar güçlenmeleri de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Almanya, Hollanda, Polonya, Macaristan, İtalya derken bu listeye, demokrasinin zirvesi olarak nitelendirilen İsveç de eklenmiştir. Nitekim 9 Eylülde yapılan seçimlerde, ırkçı İsveç Demokratları (SD) partisi, bir önceki seçimlerde aldığı oyu 4,7 puan arttırarak %17,5’e çıkarmıştır.[1]
Sağ ve sol blokun başa baş gittiği seçimlerde koalisyon tartışmaları sonucunda, 2014’ten bu yana iktidarda olan Sosyal Demokrat Parti lideri ve Başbakan Stefan Lofven parlamentoda yapılan güven oylamasını kaybetmiştir. Koalisyon tartışmaları devam ederken son olarak sol ve sağ blok partileri aşırı sağ İsveç Demokratları ile ittifak kurmayacaklarını açıkladılar. Görünen o ki gelecek günlerde İsveç’in önünde tıpkı İtalya ve benzeri ülkelerde yaşandığı üzere koalisyon kurma çabaları ve seçimin tekrarlanması olasılığı bulunmaktadır. Bu durum da İsveç gibi “örnek” bir ülkede de siyasi bir belirsizlik sürecinin yaşanacağını göstermektedir.
Parmakla gösterilen İsveç’in durumu
Yaşanan bu gelişmeler Batı ülkelerindeki genel gidişatla uyumlu olmakla beraber pek çok burjuva yorumcusu tarafından hayretle karşılandı. İsveç gibi bir ülkede faşist hareketin mecliste dikkat çekici boyutlarda sandalye kazanması, siyasi ve ekonomik anlamda olağan dışı gelişmelerin/süreçlerin kanıtı niteliğini taşımaktaydı ve nitekim de öyledir. İsveç bu anlamda son dönemlerdeki seçimlerle dikkati üzerine çeken pek çok Avrupa ülkesi gibi aslında yadsınamayacak önemde bir tabloyu öne çıkarmakta.
2014’ten önce sağın yürüttüğü gemiyi 2014’te iktidara gelen Sosyal Demokrat Parti de yürütmeye devam etti. Ekonomik anlamda emekçiler açısından suyun alttan alta ısındığı, çelişkilerin ve eşitsizliğin artmaya başladığı İsveç’te, burjuvazi açısından olağan bir siyasal hava sürüp gitmekteydi. Bugün gelinen noktada ırkçı, faşist bir partinin parlamentoda üçüncü büyük parti konumuna yükselmesi uzun yıllar süren “istikrarın” ardından İsveç açısından sarsıcı olmuştur. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, yaşanan değişimler birden bire ortaya çıkmış olmayıp, yılların biriktirdiği çelişkilerin derinleşmesinin bir yansımasıdır. Nitekim burjuva ekonomistlerin parlatarak yazıp çizdikleri ve örnek olarak gösterdikleri İsveç’te 80’lerden bu yana “refah seviyesi” toplumun geneli açısından bakıldığında ciddi bir düşüş eğilimindeydi. Kuşkusuz o dönemlerde İsveç gerçekten de diğer ülkelerle kıyaslandığında düşük gelir eşitsizliği düzeyi, istihdam oranı ve sosyal haklar açısından gıpta edilen bir ülke konumundaydı. Fakat 90’larda yaşanan kriz ve sonraki dönemlerde etkisini hissettirmeye başlayacak olan neo-liberal politikalar bu “masallar diyarını” diğer ülkelerdeki gibi sadece burjuvazinin refahının arttığı bir ülkeye çevirecekti. Bugünden bakıldığında İsveç’teki yaşam standartlarının düşüş eğiliminin her geçen yıl daha da arttığı görülmektedir. Gelir dağılımındaki eşitsizlik İsveç’te de çarpıcı bir şekilde artıyor. Nitekim 1980’lerin başında 3 ve 2000’lerin başında 35 olan milyarder sayısı bugün 187’ye yükselmiş bulunuyor. Sayıları büyük bir hızla artan milyarderlerin serveti, İsveç’in gayri safi milli hasılasının yarısına eşit durumda.[2] Bu durum İsveç’te gelir eşitsizliğindeki uçurumun boyutlarını ortaya sermektedir. Dahası güvencesiz işçiliğin artması, emeklilik yaşının yükselmesi, grev hakkına çeşitli kısıtlamaların getirilmesi, işsizlik oranlarının yükselmesi, hem çalışanlar hem de hizmet alanlar açısından sağlık ve eğitim alanındaki kötü gidişat, “İsveç modeli”nin bugün geldiği noktayı gözler önüne sermektedir.
Göçmen karşıtlığı ve aşırı sağın yükselişi
İsveç ekonomik ve toplumsal refah bakımından her ne kadar eski konumunda bulunmasa da, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi 2017 raporuna göre 188 ülke arasında 7. sıradadır. Yani İsveç’in dünyadaki genel tabloyla kıyaslandığında görece iyi bir durumda olduğu söylenebilir. Peki ekonominin görece daha iyi durumda olduğu İsveç gibi bir ülkede neden önceden marjinal olarak lanse edilen ve önemsenmeyen aşırı sağ partiler güç kazanmaktadır?
Hatırlanacak olursa benzer diğer örneklerde olduğu gibi İsveç’te de seçim propagandalarına damgasını basan konu göçmen politikalarıydı. Yıllardır burjuvazinin ve siyasetçilerin ısıtıp ısıtıp masa altından çıkardıkları bir mesele olan göçmen sorunu, bugün ideal bir politik malzemeye dönüşmüş durumda. Emperyalist savaşın boyutlarının artması ve ekonomik krizin etkisini arttırmaya başlamasıyla birlikte göçmen sorunu giderek daha da derinleşmekte ve göçmenlere karşı beslenen öfke çeşitli saldırılarla ve eylemliliklerle ayyuka çıkmaktadır. Bu noktada, geçtiğimiz aylarda Almanya’nın Chemnitz kentinde Nazi selamlarıyla sokaklara dökülen ve Almana benzemeyen herkesi hedef gösteren AfD gibi neo-Nazi grupları hatırlayabiliriz. Özellikle Arap-Müslüman göçmen karşıtlığı üzerinden şekillenen bu saldırılar normal dönemlerde Avrupa ülkelerinde toplumun çoğunluğu tarafından ayıplanan ve marjinal küçük bir grubun yaptığı girişimlerden öteye gitmezdi. Fakat bu neo-Nazi ya da neo-faşist örgütlerin sempatizanlarının sayısının artmaya başlaması, düzenlenen çeşitli saldırılar, protesto gösterilerinde kitlelerinin on binlerle anılması ve pek çok ülkede mecliste kendilerine yer edecek boyutlarda oy artışı yaşamaları ciddi bir değişime işaret etmektedir.
Kuşkusuz ki bu değişim nesnel bir gerçekliğin yansımasından kaynaklanmaktadır. Öncelikle faşist örgütlerin ya da partilerin zamanında burjuvazi tarafından mumyalandığı ve olağan işleyişte bir aksama olduğunda da dirilttiğini tarih kanıtlamaktadır. Bugün de içinden geçtiğimiz tablo buna işaret ediyor. Kitlelerin hoşnutsuzluğunun arttığı kriz dönemlerinde gerçek sorumluların yerine geçecek birtakım suni düşmanlar, savaşılacak yeni cepheler yaratma ihtiyacı duyar burjuvazi. Hayat standartlarının kötüleşmesinden rahatsız olan emekçi katmanların tepki odağına göçmenlerin gelmesinin en büyük sebeplerinden biri budur. Demokrasinin kalesi olarak görülen Avrupa ülkelerinde doğrudan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yaptıramayan egemenler, ekonomik ve sosyal sorunları kullanarak kitlelerin yumuşak karınlarına seslenirler. Hedef tahtasına, işsizliği yarattığı ve toplumsal huzursuzluğa sebep olduğunu iddia ettikleri birilerini koyarlar. Refah seviyesi günden güne azalan, ekonomik sıkıntılarla yüzleşmeye başlayan kitleler de, bu durumların müsebbibi olarak kendilerinden görmedikleri ve üstünlük kurabilecekleri başka bir ezilen kesimi görürler. Gösterilen hedefe kilitlenir ve gerçek düşmanlarından uzaklaşırlar. Burjuvazinin bu bilinçli yönlendirmesinin farkında olmayan emekçi kitleler işte bugün İsveç’te de yaşandığı üzere ırkçı, faşist örgütlerin peşlerine takılıyor ve yaşam koşullarını düzeltecek veya var olan haklarını garanti altına alacak bir koruyucu bekliyorlar.
Emperyalist savaşın bir sonucu olarak artarak devam eden göç dalgası önümüzdeki günlerde de dünya gündeminden düşmeyecektir. Emperyalist savaşın gazabından kaçarak çaresizce duvarlar ve sınırlar önünde bekleyen milyonların sayısı daha da artacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, bir taraftan Avrupa ve Amerika’da ırkçılık ve göçmen karşıtlığı tabana yayılırken, bir taraftan da karşıtını yaratmaktadır. “Duvar Değil Köprü Kur”, “Yasaklara, Duvarlara, Faşizme, Irkçılığa Hayır!” sloganlarıyla ırkçılığa ve göçmen düşmanlığına karşı sokaklara dökülen on binlerce emekçi de dünya işçilerinin ortak çıkarlar temelinde mücadele etmesi gerektiğini gözler önüne sermektedir.
[1] 9 Eylülde yapılan seçimler sonucunda İsveç’te Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti ve Yeşiller’den oluşan sol blok 144 milletvekili; Muhafazakâr (Moderat) Parti, Merkez Partisi, Hıristiyan Demokrat Parti ve Liberal Partiden oluşan sağ blok 143 milletvekili; aşırı sağ İsveç Demokratları ise 62 milletvekili ile meclise girdi. Sol blokta Sosyal Demokrat Parti %28,3, Yeşiller ve Çevre Partisi %4,4, Sol Parti %8 oy elde etti. Sağ blokta ise ana muhalefetteki Muhafazakâr Parti %19,8, Liberal Parti %5,5, Merkez Partisi %8,6 ve Hıristiyan Demokrat Parti %6,3 oranında oy aldı. Irkçı İsveç Demokratları partisinin oy oranı ise %17,5’e yükseldi.
link: Başak Güler, İsveç Seçimlerinin Gösterdikleri, 9 Ekim 2018, https://marksist.net/node/6506
Krizde Sermayenin Yönelimleri
ABD’de Sosyalizme Dönük İlgi Artıyor