Son yıllarda Türkiye’de kadına ve çocuklara yönelik şiddet hiç görülmemiş düzeyde arttı. Son zamanlarda haberleri her okuduğumuzda cinnet, katliam haberleriyle karşılaşıyoruz. Bir habere bakıyoruz “eşini öldürdükten sonra kendisi de intihar etti”, diğer bir habere bakıyoruz “cinnet getiren koca karısını ve çocuklarını öldürdü”. Ve daha bir sürü cinayet haberi daha. Bunların yanı sıra elbette son derece insanlık dışı olan çocuk tacizleri de cabası.
Çok değil daha bir iki hafta önce tüm Türkiye iki küçük kız çocuğunun kayıp olduğu haberleri ile çalkalanıyordu. Bir süre sonra maalesef ikisinin de vahşice katledildiği haberleri yayınlandı. Bir anda sosyal medyada, sohbetlerde ve neredeyse tüm ülkede işçilerin, emekçilerin gündeminde bu olay yer aldı. Herkes oturduğu yerden lanetler yağdırdı, belalar okudu. Birçok yerde “idam cezası geri getirilsin” çığlıkları yükseltildi. Evet, bu yaşananlar yüreğinde bir damla olsun insanlık onuru olan herkes için üzücüydü. Fail olarak gösterilen kişiler yakalandı. İnsani olarak onların da aynı acıyı çekmelerinin istenmesi olağan görünse de şapkamızı önümüze alarak, hangi sistem altında, kimden neyi istediğimizi iyice ölçüp tartmamız gerekiyor.
Geçmişte idam cezasının olduğu yılları hepimiz ya yaşamış ya da okumuş veya izlemişizdir. İdam cezasının gelmesi gerçekten bu ve benzeri sorunlar için çözüm olacak mı? Bu sorunun cevabına kafa yorduğumuzda, geçmişte asıl kimlerin idam edildiğine bakarsak sonuca çok rahat ulaşabiliriz. Mevcut düzene, adaletsizliğe ve sömürüye kimler muhalefet etti ise, mevcut iktidarın veya egemenlerin çıkarına kimlerin fikri ve talebi ters düştü ise idam sehpasına onlar çıkartıldı. Çok değil 1980 darbesinde 17 yaşındaki devrimci Erdal Eren’in yaşının bir gecede 18’e çıkarılarak idam fermanının verildiğini hepimiz duymuşuzdur. Öncesinde 1972’de Denizlerin (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan) idam edilişini yine hepimiz biliyoruz. Ve tabii ki daha niceleri. Unutulmamalı ki geçmişte adalet nasıl egemenlerin tekelindeydiyse bugün de bu durum değişmiş değil. İşçi sınıfının geçmişten ders çıkarıp, çocuk istismarları üzerinden idamın tekrar yasalaştırılmasına karşı durması gerekir.
Evet, insanları öldürenlerin en ağır cezaları alması, hele hele çocuk katillerinin, tecavüzcülerin, kadına şiddet uygulayanların yargılanması ve ceza alması gerekir. Ancak kapitalizm altında sorun sadece o kişilerin ceza alması ile kökünden çözülebilecek boyutta değil.
Bugün kapitalizm çürümüş durumda. Ses çıkarmadığımız, örgütlenmediğimiz ve mücadele etmediğimiz ve dahası bu sistemi tarihin çöplüğüne gömmediğimiz sürece insanlığı da kendisiyle birlikte çürütmeye devam ediyor, edecek. Bugün idamı getirmek, (bir kısım insanların haykırdığı gibi) “suçluyu Taksim Meydanında sallandırmak” ne çözüm olacak, ne de bu gibi yollarla sistemin içine düştüğü çürümüşlük koşullarında kadın ve çocuk tacizlerinin son bulmasını sağlayacaktır. İdam sehpasına ise kapitalist sömürü düzenine karşı çıkanlar çıkartılmak istenecektir. Çocuk tacizleri, kadına şiddet ve tecavüz son bulsun diye kapitalist sömürü düzenine karşı mücadele verenler yani…
Her şeye sınıf penceresinden bakarak tutum almalıyız. Evet, bu sistem çürümüş durumda. Ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesi ve kararlılığı olmaz ise bu sistem kendi kendini yok edip insanlığa güllük gülistanlık bir yaşam bırakmayacak. Aksine, çürümeye devam ettikçe insanları insan olmaktan çıkaracak ve ardı arkası kesilmeyen savaşların, kıyımların içerisine sürükleyecektir. Bu sistemi yok edebilecek ve yerine tüm insanlık için yaşanılası bir dünyayı var edecek olan örgütlü işçi sınıfından başka bir güç değil. Bunun için tarih boyunca verilen mücadeleleri örnek almalı ve bu sistem altında tüm olaylara sınıfımızın penceresinden bakmayı bilmeli ve öğrenmeliyiz.
link: Pendik’ten MT okuru bir işçi, Sınıf Penceresinden Bakmak Gerek, 17 Temmuz 2018, https://marksist.net/node/6443
Gezegeni Kim Yiyip Bitiriyor?
Kapitalizmin Tarihsel Kriz Sahnesinde Büyüyen Göç Dalgası