22 Martta, İngiltere’nin başkenti Londra’da, parlamentonun çok yakınında bir saldırı gerçekleşti ve 5 kişi hayatını kaybetti. Başta İngiliz kanalları olmak üzere dünya televizyonları da kesintisiz yayın yaparak saldırıyı ve kurbanları gündemde tuttular. Günlerce televizyonlarda, IŞİD’in üstlendiği saldırının “Batı’nın değerlerine karşı yapılan bir terör saldırısı” olduğu teması işlendi. Aynı tutum Kasım 2015’te Paris’te gerçekleşen ve 132 insanın yaşamını yitirdiği bombalı saldırıda da sergilenmişti. Batı medyası Fransa’nın “eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin simgeleştiği” bir ülke olduğunu ve yapılan bu saldırının da esasen bu idealleri hedef aldığını vurgulamıştı.
Elbette ki masum insanların öldürülmesi, katledilmesi son derece üzücüdür. Ancak meseleyi kapitalizmin sistem krizinden, dünya çapında yürüyen emperyalist savaştan bağımsız, “terör” kavramının ardına gizleyerek, “Batı değerlerine saldırı” olarak yansıtarak açıklamak egemenlerin açık bir çarpıtmasıdır.
SSCB çökmeden önce burjuvazi komünizmi kitlelere “öcü” olarak gösteriyordu. SSCB’nin yıkılmasının ardından ABD kendi hegemonyasını yeniden tesis etmek için yeni bir düşman buldu. Bu düşmanın adı “uluslararası terörizm”di. “Uluslararası terörizm” safsatasını sadece ABD değil, diğer emperyalist devletler de Ortadoğu’da ve Avrasya’da yürütülen emperyalist savaşın bir gerekçesi haline getirdiler. “Terör sözcüğü en geniş anlamıyla ve bire bir kelime karşılığıyla dehşet ya da şiddet demektir. Ancak tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalist toplumda da, siyasal mücadele ve sınıf savaşı söz konusu olduğunda kavramlar tarafsızlığını yitirir. En objektif gibi görünen sözcükler bile, egemen sınıfın azgın çıkarlarına alet edildiğinde farklı «şifre»lere dönüştürülür. Tıpkı günümüzde burjuvazinin terör kavramı eşliğinde yürüttüğü «kanlı oyun»da olduğu gibi. O nedenle sorun, gündelik yaşamda artık sıkça duyduğumuz bir kavramın basitçe ne anlama geldiği değil; hangi sınıf tarafından ne amaçla kullanıldığıdır.”[*]
Burjuvazi kavramlarla oynayarak, onlara kendi istediği anlamları yükleyerek doğruları kitlelerin gözünden kaçırmaktadır. Patlayan bombaları “medeniyetler çatışması” tezinin bir kanıtı olarak sunmaktadır. Avrupa’nın şehirlerinde patlayan bombalar emperyalist savaşın bir parçası değil de “medeniyetler çatışması”nın bir sonucu olarak gösteriliyor. Haliyle Ortadoğu’da milyonlarca insanın katledilmesi, ortalığın kan gölüne çevrilmesi de bu “çatışma”nın sonucu olarak lanse edilmekte ve emperyalist güçlerin yaptığı katliamların üstü örtülmektedir.
“Batı değerlerine” saldırılıyor diyerek yaygara koparan burjuva medyaya sormak gerekmez mi, aynı saatlerde koalisyon uçakları Musul’da sivilleri vururken “Batı değerleri” neredeydi diye? 2005 yılında Londra’da meydana gelen saldırılar karşısında burjuvazinin ikiyüzlü tutumunu Elif Çağlı şöyle mahkûm etmişti:
“Bazı «vicdanlar» neden bu denli güdümlü, tek yönlü tepkiler veriyor diye sormak gerekmiyor mu? Bombalı saldırılar karşısında sergilenen «hassasiyet», neden kapitalizmin bir başka cins terörü, örneğin yoksulluk yüzünden her gün gerçekleşen çocuk ölümleri karşısında gösterilmiyor? Bombalama eylemleri El Kaide tarafından üstlenilince, burjuva medya elindeki tüm olanaklarla dünyanın her bir yanında, «uluslararası terör» diye büyük bir cayırtı koparmasını biliyor. Ama ABD bombaları Irak’taki binlerce masum insanın tepesinde patladığında, ya da genelde burjuva devlet güçleri şu ya da bu nedenle yoksul insanların köylerini yakıp yıktığında, bu, olağan kabul edilmesi gereken bir durum, «terörle savaş» oluveriyor! İstanbul’u, Madrid’i ya da Londra’yı vuran bombalama eylemlerinde kaç kişinin öldüğü, kaçının yaralandığı hatırlanıyor da, Irak’ta ABD’nin çıkardığı emperyalist savaşta ölü sayısının yüz bini çoktan geçtiğini dünyada acaba kaç kişi biliyor?” (agm)
“Çok çarpıcıdır, Londra’daki bombalama eylemleri, yoksul ülkelere yardım bahanesiyle İskoçya’da bir araya gelen G-8 liderlerinin toplantısı sırasında gerçekleşti. Bu eylemlerde ölen ve yaralananlar için gözyaşı dökülürken, aynı anda o yoksul ülkelerde de binlerce çocuk, açlık, susuzluk ve ilaçsızlık nedeniyle ölmekteydi. Kaynaklar, bu ölümlerin sayısının günde 33 binden fazla olduğunu söylüyor. Alın size, zengin ülkelerde terör diye nitelenen olaylar nedeniyle dillendirilen masum insan ölümlerinin, binlerce misliyle her gün yinelenen biçimini!” (agm)
Burjuvazinin ikiyüzlülüğünü ortaya koyacak örnekler fazlasıyla bulunuyor. Örneğin 1993’te Avrupa’nın göbeğinde Srebrenitsa’da 8 bin Boşnak BM güçlerinin gözü önünde katledildi. Üstelik 1993 yılında BM Srebrenitsa’yı katliam tehlikesine karşı “uçuşa yasak bölge” ilan etmiş, silah ambargosu kararı almıştı. Katliam yaşanıp binlerce insan öldükten sonra BM tekrar müdahalede bulunmuş ve Dayton Anlaşması imzalanmıştı.
Burjuvazi “terör” saldırıları bahanesiyle bir taraftan işçi ve emekçiler üzerinde baskıları arttırmakta, demokratik hakları kısıtlamakta, göçmenlere karşı faşizan yöntemleri yaygınlaştırmakta, diğer taraftan da İslamofobiyi tırmandırarak kitleleri Ortadoğu’da yürüyen savaşa razı etmek istemektedir. Nitekim Kasım 2015’te Paris’te patlayan bombadan sonra ilan edilen OHAL halen devam ediyor. Diğer Avrupa ülkeleri de saldırıları aynı minvalde kullanmakta ve işçi-emekçilere yönelik baskılara bahane olarak sunmaktadır. Yürütülen kirli propagandanın sonucu kitlelerde milliyetçilik, ırkçılık yükseltilmekte, Müslümanlar ve diğer göçmenler “terörizmin” kaynağı ve suçlusu olarak gösterilmektedir. İslamofobi ile gözleri korkutulan kitleler emperyalistlerin Ortadoğu’da terörizmle savaş bahanesiyle kentleri yakıp yıkmalarına, sivil halkın üzerine bombalar yağdırmalarına ses çıkartamamaktadır.
Batı şehirlerinde patlayan bombalar sürmekte olan Üçüncü Dünya Savaşının bir parçasıdır. “Vaktiyle büyük emperyalist savaş cehenneminin alevleri Avrupa ülkelerini yaladığında bu dönemler Birinci ve İkinci Dünya Savaşı olarak adlandırılmıştı. Günümüzde ise emperyalist güçler kozlarını nüfuz alanları paylaşımına konu olan bölgeleri cayır cayır yakarak paylaşıyorlar. Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır ve şimdilik işte bu biçimde yürümektedir. Yarın bu savaş alanının ne şekilde genişleyeceği konusunda fal açamayız. Ama bilinen bir gerçek var ki, dönemin yükselen emperyalist güçleri Rusya ve Çin de paylaşım bölgelerindeki çatışmalara giderek daha çok müdahil olacaklardır. Hegemonya için yarışan güçler arasındaki çekişmeler, yeni emperyalist blokların oluşumunu ve bu bloklar arasında dozu yükselen çatışmaları gündeme getirecektir. Savaş araçlarının ve savaş tekniklerinin tarihin ilerleyişi içinde değiştiği bilinen bir gerçektir. O nedenle, yeni bir dünya savaşının birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarının bir kopyası gibi cereyan etmeyeceği açıktır.” (Elif Çağlı, Çürüyen Kapitalizm, Kasım 2007, marksist.com)
Elif Çağlı, 2007 yılında yürümekte olan savaşın aslında Üçüncü Dünya Savaşı olduğunun, bu savaşın araç ve tekniklerinin birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarındakinin aynısı olamayacağının, farklılıklar arz edeceğinin altını çizmişti. Nitekim olaylar vurguladığı gibi cereyan etmekte, patlayan bombalar emperyalist metropolleri de içine alacak şekilde genişlemektedir. Bugün büyük emperyalist devletler direkt kafa kafaya bir savaşa tutuşmamış olabilirler, bu onların savaş halinde olmadığı anlamına gelmiyor. Veya savaş alanının Ortadoğu’da yoğunlaşmış olması yanıltıcı olmamalıdır. Bir kez daha altını çizmek gerekirse, Elif Çağlı’nın ortaya koyduğu üzere artık kapitalist metropoller de bu savaş alanının bir parçası haline gelmiş durumdadır.
Bu gerçeklerin penceresinden baktığımızda burjuvazinin ikiyüzlü yaklaşımını rahatlıkla görebiliriz. Burjuvazi her zaman yaptığı gibi yoğun bir yalan propagandaya başvurarak, milyonlarca masum insanın öldürülmesini “terörizmle mücadele” bahanesinin ardına gizleyerek meşru göstermeye çalışmaktadır. Gerçekleri anlamak için illa da şehirlerin üzerine füzelerin yağması, nükleer silahlarla dünyanın yerle bir edilmesi gerekmiyor.
Kapitalizm artık çürümüş ve kokuşmuş durumdadır. Kapitalizm insanlık değerlerini erozyona uğratmış, tüketmiştir. O nedenle “Batı değerleri” vb. söylemlerin içi boştur. Batı burjuvazisi, binlerce insanın denizlerde, üç metrelik botlarda can vermesi, körpecik bedenlerin Akdeniz’in sahillerine vurması karşısında seyirci kaldığı yetmiyormuş gibi, göçmenlerin geçmemesi için sınırlara duvarlar örmeyi de ihmal etmemiştir. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, barış vb. birçok değer, insanlığın ortak değeridir. İnsanı insan yapan değerler ancak sınırların olmadığı, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyada korunabilir ve sürdürülebilir. Böylesi bir dünyayı kurmanın yolu da işçi sınıfının enternasyonal bayrağı altında mücadele edilerek, savaşarak yaratılabilir.
[*] Elif Çağlı, Terör’ün Ardına Gizlenen Gerçekler, marksist.com
link: Hakan Sönmez, Emperyalist Savaş ve “Terör”ün Ardına Gizlenen Gerçekler, 21 Nisan 2017, https://marksist.net/node/5610
Hayır Oylarının Gaspına Karşı Tepkiler Büyüyor
Faşizm ve İtalyan İşçi Hareketinin Deneyimi