Dünya çapında ekonomik krizin derinleştiği ve emperyalist savaşın yayıldığı bir konjonktürden geçiyoruz. Türkiye tam da emperyalist savaşın en fazla yoğunlaştığı Ortadoğu coğrafyasının içinde yer alıyor. Haliyle dış gelişmeler hem siyaseti hem de ekonomiyi derinden belirliyor. Türkiye’de ekonomik krizin belirtileri çoktandır kendini hissettirmiş durumda. Büyüme oranlarının düşmesiyle kendini göstermeye başlayan süreç kurlardaki oynaklıkla birlikte gizlenemez hale geldi. AKP hükümeti ekonomik krizi gizlemek için her türlü yola başvurdu, başvurmaya da devam ediyor.
2015 Kasımına giden süreçte seçimleri kazanmak için asgari ücrete 300 TL zam sözü veren ve bunu gerçekleştiren AKP hükümeti bu yıl asgari ücrete yalnızca 100 lira gibi komik bir zam yaptı. Geçen sene yapılan 300 liralık zam hayat pahalılığı karşısında çoktan eriyip gitmişti. Yeni yılda yapılan 100 liralık zammın da hayat pahalılığı karşısında çabucak eriyip gitmesine işsizlik oranlarındaki hızlı yükseliş de eklenince ekonomik sıkıntılar emekçiler cephesinde fazlasıyla hissedilir duruma geldi. Önümüzdeki süreçte kriz ve işsizlik daha da patlamalı şekilde kendini gösterecek.
İşte böylesi bir ortamda Türkiye referanduma gidiyor. Hem iç hem dış politika alanında sıkışan Erdoğan ve AKP, tek adam rejimini getirerek iktidarını korumayı hedeflemektedir. Ancak KHK çıkararak her şeyi belirlemesine ve elindeki muazzam medya gücüne rağmen süreç Erdoğan ve hükümetinin istediği gibi gitmemektedir. Ekonomik krizin hissedilmesi AKP’nin yıllardır çeşitli yalanlarla oyaladığı ve kandırdığı emekçi kitlelerde bir hoşnutsuzluk doğurmuş durumdadır. AKP’ye oy veren seçmenlerin bir bölümü tek adam rejimine geçilmesi söz konusu olduğunda durup düşünmektedirler.
Kitlelere “evet” dedirtecek doğru dürüst gerekçe ortaya koyamayan AKP ve Erdoğan, seçim öncesi kitleleri daha da huzursuz edebilecek bir şey olan işsizlik ve ekonomik sıkıntılar karşısında göz boyayacak icraatlara girişmeye başladı. Özellikle işsizlik oranlarının TÜİK verilerinde bile yüksek çıkması hükümeti fazlasıyla tedirgin etmiş durumda. AKP hükümeti referandumun yapılacağı 16 Nisana kadar işsizliğin daha fazla artmaması ve toplu işten atmaların önüne geçmek için, patronlara bir yandan baskı yapıyor, diğer yandan da teşvikler sunuyor.
Ne var ki AKP hükümetinin patronlara bol keseden dağıttığı paranın kaynağı, işçilerin ücretlerinden yapılan kesintilerle oluşturulmuş İşsizlik Fonudur. Hükümet güya FETÖ ile mücadele için çıkardığını söylediği KHK’lardan biriyle İşsizlik Fonunu yağmaya açmıştır. Kararnameye göre, 2017 sonuna kadar işe alınan işçilerin SGK primleri ile gelir ve damga vergileri İşsizlik Fonundan karşılanacak. Kişi başı 774 TL tutarındaki teşvikten kaynaklı olarak İşsizlik Fonundan tahminen 14,3 milyar lira ödeme yapılacak. Patronlara kıyak bunlarla bitmiyor. %5’lik vergi indirimi düzenlemesi yasalaşırken, yakın bir zamanda çıkarılan vergi affında taksitlerini ödemeyen esnafa ve patronlara da Mayıs ayına kadar mühlet tanındı.
Gerçekten de işçi sınıfı açısından kahredici bir tabloyla karşı karşıyayız. İş asgari ücret zammına geldiğinde “kaynak yok”, “ekonomik dengeleri gözetmek zorundayız”, “ülke ekonomisi çöker” gibi yalanlarla asgari ücrete sefalet zammı yapanlar, İşsizlik Fonunu alenen yağmalıyorlar. İşsizlik Fonunda bugüne kadar birikmiş olan tutar 103 milyar lirayı bulmuş durumda. Yürürlüğe girdiği 2002 yılından bu yana sadece 5 milyon kişinin yararlandığı fondan işçilere ödenen para ise sadece 12 milyar liradır. İşçilere 15 yıllık sürede ödenen tutar bu kadarken patronlara yıl sonuna kadar ödenecek tutarın 14,3 milyar lira olması neyle izah edilebilir? 15 yıllık süreçte İşsizlik Fonundan yararlanan işçi sayısı yılda ortalama 330 bindir. Oysa bu süre boyunca milyonlarca insan işsiz kalmış, ancak fondan yararlanamamıştır.
AKP hükümetinin İşsizlik Fonundan sağladığı bu yağlı teşviklerin işsizliğin azaltılması, kalıcı bir istihdamın sağlanmasıyla asla alâkası yoktur. Gerçek işsizlik oranlarına ve işsizlikteki yükselişe baktığımızda bu gerçeği bir kez daha görebiliriz. TÜİK’in açıkladığı verilere göre işsiz sayısı 3 milyon 647 bin kişidir. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü DİSK-AR’ın verilerine göre ise gerçekte işsiz sayısı 6 milyonu geçmektedir. Son on yılın (2006-2016) resmi işsizlik rakamlarına bakıldığında bile oldukça çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. 2016 yılı itibariyle işsizlik seviyesi son on yılın zirvesine yükselmiş durumdadır. 2006 Kasımında 1 milyon 940 bin olan işsiz sayısı, krizin etkisiyle 2009 Mart ayında 3 milyon 359 bine yükselmişti. Daha sonra 2,2 milyon seviyesine kadar gerileyen işsiz sayısı, 2016 Kasımında rekor kırarak 3 milyon 715 bine yükseldi.
İşsiz sayısının 2009 yılı kriz döneminin rakamlarını bile geride bırakması mevcut tabloyu ortaya koyuyor. Durumun farkında olan hükümetin asıl amacı da referanduma kadar zaman kazanmaktır. Nitekim Erdoğan’ın TOBB’un düzenlediği ekonomi şurasında yaptığı konuşma bu gerçeği ortaya koyuyor: “İçimizde öyle girişimcilerimiz var ki, onlar 1 tane istihdamla olmaması lazım. Bak sayın Konukoğlu ne diyor, ‘Herkes gücüne göre alması lazım, 2’ diyor. Ben ‘en az bir’ derken, dar kapasiteli için 1-2 tane alabilir. Ama yanında yüzlerce çalıştıran girişimci kardeşim herhalde 1-2 tane almaz. Sayın Konukoğlu ‘en az yüzde 5’ diyor. Şu anda Konukoğlu grubunda kaç kişi çalışıyor? 20 bin kabul etmiş olsak. Demek ki, hesap kolay olsun diye söylüyorum. 20 bin olsa bin yapar. Şu anda bu işin öyle bir bereketi var ki. Konukoğlu kapıyı böyle açınca herhalde Kale Grubu da gelecektir. Koç Grubu herhalde burada boş durmayacak. Binlerce, on binlerce insan çalıştığına göre. Buradan çağrıyı, daveti yaptık. Bizim ne yapıp yapıp Mart dönemi içerisinde işsizlikte oranı gümbür gümbür aşağı çekmemiz lazım. O zaman o derecelendirme kuruluşları var ya, ne gerekçeler yazmışlar okudunuz değil mi? Türkiye’de anayasa oylamasından sana ne! Sen kimsin? Türkiye’de anayasa oylaması yapılacak, yapılmayacak sana ne?”
Erdoğan, neden ne yapıp edip Mart ayında işsizlik oranının düşürülmesini talep ediyor acaba? Meselâ Haziranda bu oranlar düşse olmaz mı veya niye Nisan değil? Çünkü görünen köy kılavuz istemez. Dert işsizliğin kalıcı olarak düşürülmesi değil. Mesele Erdoğan’ın da itiraf ettiği gibi referandumdan önce “işsizlik düşüyor, istihdam yaratılıyor” imajı yaratarak durumu idare etmek. Ama sormazlar mı adama işsizlik bu seviyeye gelirken sen neredeydin diye?
AKP hükümeti işverenlerin ödemesi gereken gelir ve damga vergilerini İşsizlik Fonundan karşılarken, yıllardır işçilerin maaşından kesilen gelir vergisini, kaldırmayı bıraktık düşürmüyor bile. AKP kıdem tazminatı, taşeronluk, kamu çalışanlarına ilişkin köklü yasal değişiklikler gibi konuları referandum sonrasına bırakmıştır. Eğer referandumda “EVET” çıkarsa yani “tek adam” rejimine geçilirse, işçi sınıfının elinde kalan son haklar da birkaç satırlık kararnamenin kurbanı oluverecektir. İşçi sınıfı açısından tehlike büyüktür. Bugüne kadar tarihte yaşanan bütün “tek adam” rejimlerinde en çok işçi ve emekçiler zarar görmüştür. İşçi sınıfının devrimci mücadelesini yükselterek kapitalizme ve onun diktatörlüğünün bir çeşidi olan “tek adam” rejimine ve yalanlarına HAYIR diyelim, geçit vermeyelim!
link: Hakan Sönmez, Hükümetin Referandum Teşvikleri, 1 Mart 2017, https://marksist.net/node/5504
Bolşevikler ve Lenin
“Büyük Resim”