15 Temmuz darbe girişimi ve ardından gelen OHAL ve KHK’ler düzeniyle, bu topraklardaki darbeler halkasına yenisi/yenileri eklendi. Ardından da fabrikalarda, sokakta, toplu taşıma araçlarında, pazarda yani yaşamın her alanında yapılan sohbetlerin başköşesine “darbeler” kuruldu. Herkes kendi politik bilincinin sınırlarında bu konuyu tartıştı. Darbeler üzerine yazıldı, çizildi. Bu darbe girişiminin arkasındaki “şer odakları” da doğal olarak merak edilenler arasındaydı. Bir iktidar çatışması çerçevesinde darbeye maruz kalarak mağdur ve safkan demokrat pozları kesenler, “dış mihraklara” saydırdı durdu.
Siyasi iktidar, açıkça söylemese de, özel olarak ABD’yi 15 Temmuz’dan sorumlu gösterirken, karşı taraftan bu iddiayı yalanlayan açıklamalar geldi. Kuşkusuz bunda darbenin bir girişim olmaktan öteye geçememesinin önemli bir etkisi var. Zira bu yöndeki ipuçlarını ve spekülasyonları bir kenara bırakarak dahi konuşsak, biliyoruz ki emperyalizmin en güçlü temsilcisi ABD’nin bu konudaki sicili bir hayli kabarık.
“Demokrasi beşiği” ABD’nin darbeci yüzü
Zamanda geriye doğru yolculuk yaparak 15 Temmuz’dan 12 Eylül’e gidelim. CIA Türkiye Şefi Paul Hanze, Türkiye’de 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri faşist darbeyi, kan damlayan dudaklarından dökülen “our boys have done it” (bizim çocuklar işi bitirdi) sözleriyle bildiriyordu ABD Başkanı’na. Peki, bitirilen iş neydi? Türkiye’deki sınıf mücadelesi tarihinin önemli derslerle dolu 20 yıllık kesitini, bu darbenin 36. yıldönümünde, konumuzu ilgilendiren kısmıyla kısaca hatırlayalım.
60’lı yılların ortalarından itibaren yükselişe geçen sınıf hareketi, 70’li yıllarda bir eşiği atlamıştı. Bu yükselişten derin bir korkuya kapılan egemenler ise sınıf savaşını karanlık cephelere taşıdılar. CIA yardımıyla kontrgerilla örgütlenmeleri hayata geçirildi. Bu örgütlenmelerin ilk büyük tertibi 1 Mayıs 1977 katliamıydı. Darbe tezgâhçısı CIA ajanları ve Türkiyeli öğrencilerinin marifetiyle düzenlenen bu katliam ve sonrasında gelişen olaylar, faşist bir darbeye zemin hazırladı. İşçi sınıfının devrimci yükselişi, karşı-devrimci saldırılarla bertaraf edilmek istendi. Bu doğrultuda mezhep çatışmaları körüklendi, sivil faşistler ve “milli” kontrgerilla güçleri[1] eliyle kitlesel katliamlar ve suikastlar düzenlendi. Faşist terör bizzat devlet eliyle örgütlenerek toplumu korkutup sindirdi. Tüm bunların neticesinde darbe zemininin oluşmasıyla faşist generaller yönetime el koydu.
İşte CIA şefi Paul Hanze, kendi tedrisatlarından geçmiş öğrencilerin bu iş bitiriciliğini alkışlıyordu. 15 Temmuz’dan farklı olarak, hedefi bizzat işçi sınıfı ve yükselen devrimci mücadele olan 12 Eylül faşist darbesi, ulusal ve uluslararası alandaki tüm egemenlerin, başta da ABD emperyalizminin cansiperane desteğini almıştı. Aynı şekilde bu topraklarda gerçekleştirilen bir başka darbe olan 1960 darbesinde de planlayıcılığından yürütücülüğüne ABD’nin üstlendiği rol, fazla söze gerek bırakmayacak şekilde yazılıp çizildi.
Sadece Türkiye değil; Ortadoğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde, yani neredeyse tüm dünyada rejim ve hükümet değişikliklerine, kanlı darbelerle imzasını atan CIA, ABD emperyalizminin en önemli aparatlarından biridir. Bu aparatın “Soğuk Savaş” dönemi boyunca emperyalizmin çıkarları doğrultusunda direkt örgütlediği veya desteklediği darbeler sonucu altı milyon insan hayatını kaybetmiştir. İran darbesi (1953), Endonezya darbesi (1965), Yunanistan’da Albaylar Cuntası (1967), Şili’de Pinochet faşizmi (1973), Arjantin’deki faşist darbe (1976) gibi sayısız örneği bulunan ABD destekli darbeler, burjuvazinin dilindeki demokrasi martavallarının ve emperyalizmin iç yüzüne ışık tutmaktadır.
ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda tertiplenen bu darbeler arasından birisini cımbızlayarak çekelim. Geçtiğimiz günlerde, “Kirli Savaş” olarak adlandırılan Arjantin’in en kanlı rejimiyle (1976-83) ilgili ABD’de gizli belgeler açıklandı. Bizzat Amerikan Senatosu tarafından açıklanan 1000 sayfanın üzerindeki bu belgelerle, Arjantin’deki faşist rejimde ABD ve CIA’nın oynadığı rol itiraf edildi. Meğer, 1976’daki askeri darbe sonrasında 7 yıl süren ve 30 binden fazla muhalif insanın ölümüne sebep olan “Kirli Savaş”, ABD etiketli ölüm mangalarının ya da diğer bir ifadeyle “bizim çocuklar”ın işiymiş!
Arjantin’de ölüm uçuşları ve kaybolan çocuklar
Arjantin’de yıllarca hüküm süren, reformcu yanı ağır basan burjuva Peronist rejimle, sosyalist hareketin ve işçi hareketinin ayrışmaya başlaması, beraberinde bir iç savaşı getirdi. Düzeni tehdit eden devrimci kabarmalar, Arjantin burjuvazisinin faşizm silahına başvurmasına sebep olacak ve bu doğrultuda ilk adımlar atılacaktı. İlk olarak Türkiye’deki süreçle benzer bir şekilde, kontrgerilla çeteleri örgütlendi, sola ve işçi hareketine saldırtıldı. Bu örgütlenmelerden biri olan Arjantin Anti-Komünist İttifakı tarafından 1974-1976 yılları arasında gerçekleştirilen suikastlar sonucu 700 kişinin öldürüldüğü ve kaybedildiği, açıklanan devlet belgeleriyle de kanıtlanmış durumda.
Devlet destekli paramiliter güçler üzerinden sağlanan faşist tırmanış, 1976 yılına gelindiğinde nihayete erecek ve Arjantin, asker postallarıyla ezilecekti. İktidara kurulan ABD destekli cuntacılar, “toplumun yeniden inşa edilmesi” söylemini benimseyerek bir “Kirli Savaş” başlattılar. Bu kapsamda ülke genelinde 24 tane işkence merkezi kuruldu, on binlerce muhalif bu ölüm kapanlarında korkunç işkencelerden geçirildi. Kimi fabrikalar da bu işkence merkezlerinden biri haline getirilecek, mücadeleci işçiler bizzat üretim alanlarındaki işkence tezgâhlarında sorgulanacaktı. 7 yıl süren faşist rejim boyunca kargo uçakları, Atlas Okyanusu üzerinde ölüm uçuşları yaptı. Sistematik işkenceden geçirildikten sonra ölenler ve uyuşturucu iğne yapılarak sersemletilen tutsaklar, kargo uçaklarından okyanusun karanlık sularına atıldı. Her kesimden muhalif insana biçilen bu son, daha sonraları filmlere konu olacaktı.[2]
“Toplumu yeniden inşa etmek” isteyen faşist iktidarın hedefinde devrimci ailelerden hamile kadınlar ve doğmamış bebekleri de vardı. Gözaltına alınan hamile kadınların hücrelerde doğurduğu bebekler, sahte doğum belgeleri düzenlenerek çocukları olmayan subay ailelerine ve askeri faşist rejim yanlısı ailelere verildi. Faşist rejimin bu uygulamasıyla binlerce bebek kimliklerini kaybetti, anne ve babalarının katillerinin kucaklarında büyüdü.
Bebekleri çalınan 14 ana, 1977 yılında Plaza de Mayo’da (Mayıs Meydanı) bulunan hükümet binasının tam karşısında bir eylem başlattılar. Oğulları ve kızlarının akıbetini ve hesabını sormak isteyen bu 14 kadının eylemleri oldukça ses getirdi ve yayıldı. Bu 14 kadını binlerce kadın takip etti. Faşist cuntacılar bu kadınların yaptıkları eylemlere saldırmış, bazılarını “kaybetmiş”, her hafta toplandıkları güne ithafen onlara “Perşembe delileri” ismini yakıştırmıştı. Biz ise kayıp evlatlarının isimlerini nakşettikleri beyaz başörtüleriyle, ağızlarından dökülen “Asla Unutma, Asla Bağışlama!” sloganıyla, onları Mayıs Meydanı Anneleri olarak anıyoruz.
Mayıs Meydanı Anneleri yapılan zulmü ne unuttular, ne bağışladılar. Onların verdiği mücadelenin de yarattığı toplumsal öfkeyle darbeciler yenildi. Anneler, kayıplarının ve onların katillerinin peşini asla bırakmadılar. Pek çok darbeci yargılandı ve hapse atıldı. Meselâ faşist darbenin şefi General Videla, 2013 yılında öldüğünde ömür boyu hapis cezasını çekiyordu. Toplumun gözünde 30 bin kişinin öldürülmesi ya da işkence görmesinden sorumlu bir diktatör olarak öldü Videla, lanetlenerek gömüldü.
Faşist Videla ölmüş olabilir fakat hesap henüz kapanmış değil. Yaşanan bunca acının sorumlusu, ABD’de küstahça yayınlanan bin sayfalık belgelerle de ilan edildiği gibi emperyalist kapitalizm ve onun yerli uzantılarıdır. Arjantin’de gözü yaşlı anaların yüreğine saplanan kapitalizmin hançeri, tüm dünyada çekilen acıların da tek kaynağıdır. Kapitalizm dünya işçi sınıfı tarafından yıkılmadan ne anaların gözyaşları, yürek yangınları ne de tüm insanlığın çektiği acılar dinecek.
[1] 1960 ve 1980 darbelerindeki rolü yadsınamayacak olan, MHP’nin kurucusu faşist Alpaslan Türkeş’in de aralarında bulunduğu bazı “güzide” subayların ve sivil unsurların, 50’li yıllardan itibaren, CIA’nın kontrgerilla eğitimlerinden geçtiği bugün artık bilinen bir gerçek. Bu eğitimler, “Soğuk Savaş” çerçevesinde solculara karşı yürütülen sistematik mücadele tekniklerini içeriyordu. Bu çetelerin yürüttüğü katliamlar neticesinde beş bine yakın insan hayatını kaybetti.
[2] Arjantin’de faşist rejim sırasında yapılanları anlatan Olimpo Garajı adlı filmin final sahnesi ölüm uçuşlarından birini izleyiciye aktarır. Bu sahne karşısında her enternasyonalist devrimcinin boğazı düğümlenir, öfkesi bilenir.
link: Yılmaz Seyhan, “Bizim Çocuklar” İş Başında!, 7 Eylül 2016, https://marksist.net/node/5279
Sanatçıların Reklâmı veya Reklâmın Sanatçıları
Burjuvalar Darbe Yapar, İşçiler Devrim Yapar