Gördüğüm bir manzara çok etkiledi beni, gerçi bu ve benzeri manzaralara çok sık rastlıyoruz ama orada insanların çevresindeki olup biten olaylara karşı ne kadar duyarsız oldukları gerçeğini bir kez daha yaşayarak gördüm. Manzara şuydu; parkta can çekişen bir adamcağız, 48-50 yaşlarında, ayakkabı boyacılığı yapıyor. Boya malzemeleri bir yanda kendisi bir yanda, kıvrılmış, içler acısı bir durumda acı çekiyor. Olay yerinde kendisini ilk fark ettiğimizde, yorgun ve sıcaktan dolayı fenalaşıp bayıldığını zannetmiştik. Su alıp, eline yüzüne döküp kendine gelmesini sağlamaya çalıştık. Durumun daha ciddi boyutta olduğunu anlayınca çevredeki insanlara ambulansa haber verilmesi gerektiğini söyledik. Bu arada rahat nefes alamıyordu, zaman zaman da bayılıp kendinden geçer gibi bir hali vardı. Onunla uğraşırken polis geldi. Polisler, adamcağız orada can çekişirken üstünü başını aramaya başladılar. Kimliğini, sigortalıysa SSK kartını ya da sağlık güvencesini gösteren herhangi bir kart aradılar. Sanki ayakkabı boyacılığı yapan bir adamın sigortası olabiliyormuş gibi…
İşte kapitalizmde insan hayatı bu kadar değersiz ve ucuz. İnsanın aklı almıyor doğrusu. Orada yapılması gereken bir an önce adamı alıp hastaneye götürmek olmalıydı. Ama önceliği sağlık güvencesinin olup olmadığı alıyordu. Biz işçilerin, emekçilerin, yoksul insanların hayatlarının bu sistemde gerçekten de hiçbir değeri yok. Sokakta yaşayan hayvandan farksız muamele görüyoruz. Paran varsa en iyi sağlık hizmetini alırsın, yoksa ölürsün, başka şansın yok. Çevredeki insanların bu olaya karşı yaklaşımı da düşündürücüydü, hatta vahimdi demek daha doğru olur. Şu cümleler dökülüyordu ağızlarından: “Kimi kimsesi yok mu acaba?”, “Böyle yaşayacağına hiç yaşamasın daha iyi”, “Zaten yaşlıymış”, “Halimize şükredelim, Allah kimseyi bu duruma düşürmesin” vs. vs. Bizler bir insanın yaşlı olmasından dolayı ölmesi gerektiğine dahi karar verebiliyoruz. Halbuki 48-50 yaşlarında bir işçiye göre çok daha sağlıklı, dinç olan aynı yaştaki burjuvalar için bu yaşlar daha çok genç olduğu anlamına geliyor. Çünkü onlar biz işçiler gibi rutubet kokan sağlıksız evlerde barınmıyorlar, en ucuz ve kalitesiz gıdalarla beslenmiyorlar, kısacası biz işçiler gibi en kötü koşullarda yaşamıyorlar. Halimize şükredelim sözcüğü ise kötünün iyisine şükretmek oluyor. Bizler bu kadar kötü koşullarda yaşıyorken neye şükretmemiz gerekiyor? Neden insanca yaşayabilmek için daha fazlasını istemiyoruz. Daha fazlası diyorum çünkü kapitalizmde bu istediğimiz şey daha fazla kapsamına giriyor. Kapitalist sistem bizlere öyle bir bilinç aşılıyor ki kadercilik, vurdumduymazlık, bireycilik ve daha birçok şey beynimizin ta içine girip kemiren bir fare gibi. Yanı başımızda bir insan ölüyor ve bizler hiçbir tepki göstermiyoruz. Ölmesinin nedeni açlık, soğuk, yoksulluk olduğu halde, bunlar sıradan ve olağan şeylermiş gibi, hayatın bir parçasıymış gibi kanıksanıyor. Kapitalizmin biz işçilere sunup sunacağı hayat yoksulluk, eğitimsizlik, cehalet ve insana yakışmayan sefalet koşullarından başka bir şey olamaz.
Bizler nasıl bir dünyada yaşadığımızı, çevremizdeki olayların neden kaynaklandığını anlamaya, öğrenmeye çalışmazsak, insanlığın geleceği hiç de parlak görünmüyor. Barbarlığa doğru gidiyoruz. Onun için Marksizmi, işçi sınıfının bilimini öğrenmeliyiz ve kapitalizmi yıkmak için onun ışığında mücadele etmeliyiz. Tek kurtuluş yolumuz buradan geçiyor.
İnsanlığın geleceği için kapitalizmi yıkalım! İnsanların insan gibi yaşayacağı bir dünya kuralım, onun adı SOSYALİZM!
link: bir büro işçisi, Parkta Can Çekişen Bir Adam, 7 Ağustos 2005, https://marksist.net/node/508
Burjuvazi içindeki çatışma şiddetleniyor
Son Gülen İyi Güler: Büyüyen İşçi Sınıfı