Sermayenin rant uğruna doğayı tahrip etme ve yağmalama politikalarının doğrudan ürünü olan büyük faciaların sonuncusuna Artvin’de tanık olduk. Yatakları değiştirilen, HES’lerle, yollarla setler çekilen dereler, aşırı yağış sonucunda akacak kanal bulamayınca, sel olup yerleşim yerlerini yuttular. Doğanın değil bizzat kapitalizmin yol açtığı bu felâkette, 8 kişi yaşamını yitirdi, çok sayıda insan yaralandı, aralarında küçük bir çocuğun da bulunduğu 3 kişiye ise halen ulaşılabilmiş değil. Hayvanlar telef oldu, tarlalar balçık altında kaldı. Pek çok evin oturulamaz hale geldiği Hopa ve civar köylerinde, halk temiz su, yiyecek gibi temel yaşamsal ihtiyaç maddelerinden yoksun durumda. Yolların, köprülerin tahrip olması nedeniyle pek çok yere ulaşım da sağlanamıyor.
Hopa’da yaşanan şey bu tür faciaların ilk örneği değil ve sermayenin gözünü karartıp hayata geçirdiği rant politikalarına dur denilmedikçe sonuncusu da olmayacak. AKP hükümetinin bölge halkının ve uzmanların itirazlarını hiçe sayarak yaptığı HES’ler, barajlar ve Karadeniz sahil yolu, dere yataklarının imara açılmasıyla ve doğal bitki örtüsünün çay tarımı için katledilmesiyle birleştiğinde, Karadeniz’de bu manzaralar kaçınılmaz olmaktadır. Halkın suyunu “49 yıllığına kiralama” örtüsü altında sermayeye peşkeş çeken AKP hükümeti, her yerde olduğu gibi Karadeniz’de de, gördüğü her derenin üzerine birkaç HES kondurmuştur. Meslek odalarının temsilcileri, AKP’nin bir dereye on HES için lisans verebildiğini, hatta olmayan dereler için bile HES teşviğinden yararlananlar olduğunu dile getirmektedirler. Sadece Artvin bölgesinde 15 baraj ve 166 HES daha yapılmasının planlandığı gerçeği dikkate alındığında, önümüzdeki aylarda ve yıllarda yaşanacak faciaları şimdiden kestirmek hiç de zor değildir.
Bu talan projeleri bizzat “artık su akar Türk bakar yok” diyen AKP hükümetinin ürünüyken, Hopa’ya giden Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, her zamanki gibi suçu doğaya ve halka atarak hükümeti aklamaya çalışmıştır. Bu bölgeye 12 saat içinde Türkiye’nin bir yıllık yağışının üçte birinin düştüğünü ve bunun çok büyük bir afet olduğunu söyleyen bakan, bunu Nuh tufanına benzetecek kadar ileri giderek, “yaşananların önüne geçilemezdi” demeye getirmektedir. Üstelik, dere yataklarının ıslah adı altında betonlaştırılması bu tür sellerin ve taşkınların ana nedenlerinden biriyken, “bugüne kadar en fazla dere ıslah eden hükümet AK Parti hükümetidir” diyerek 1500 dereyi ıslah etmekle övünmektedir. Uzmanlar, Rize’de yapılmak istenen “yeşil yol” projesini hatırlatarak, gelecek dönemde daha az miktarda yağmur yağsa bile benzeri felâketlerin olabileceğini ifade ediyorlar. Çünkü hem derelere müdahale ediliyor hem de yağmurun derelere gidiş yollarına setler çekiliyor. Böylece akacak kanal bulamayan yağmur suyu heyelanlara ve sellere yol açarak etrafında ne varsa alıp götürüyor.
Bakanı, yakınlarını kaybeden acılı insanlara “ağlayıp isyan etmenin anlamı yok” deyip dua etmeyi salık veren AKP hükümeti, takdiri ilahi, fıtrat, kader diyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışsa da, mağdurlar suçluların kim olduğunu gayet iyi bilmektedirler. O suçlular ki, sel sularında kaybolanların bulunması için arama kurtarma ekipleri bekleyen Hopalılara, “yardım eli” olarak önce çevik kuvveti göndermişlerdir! Zira Hopa HES’lere karşı en güçlü direnişlerin örgütlendiği bölgelerden biridir ve hükümet acılı Hopalılardan duyduğu korku karşısında gardını çevik kuvvetle almıştır. Dört yıl önce HES’leri protesto ederken polisin gaza boğup katlettiği Metin Hoca’nın oğlu Ulaş Lokumcu, Birgün gazetesinde kaleme aldığı yazısında şöyle diyor: “… bizim yaşadığımız coğrafyada doğamız, deremiz ve insanlarımız doğal, her şeyimiz doğalken siz bizi sunileştirip doğamızı bozdunuz. Biz karşı çıktık maalesef yine biz öldük. Siz saraylarınızda yaşarken biz kendi topraklarımızda sizin yapay derelerinizde boğulduk.”
Evet, AKP hükümeti, gerçekleştirdiği korkunç talana karşı çıkanları iki türlü de öldürmektedir: Polis terörüyle ve yoldan çıkardığı doğa güçleriyle!
AKP hükümeti bütün bu talan projeleri yetmezmiş gibi şimdi de Karadeniz’in yaylalarını birleştireceğiz, turizmi geliştireceğiz diyerek, “Yeşil Yol” adı altında yeni bir yağma-rant projesini hayata geçirmeye koyulmuştur. Bu talana karşı Karadeniz halkının hislerine tercüman olan ve “Vali, kaymakam kimdir? Ben halkım” diyerek bölgeye yığılan komando güçlerine karşı koyan Havva Ana’nın haykırışları hâlâ kulaklardayken, geçtiğimiz günlerde iş makineleri yeniden harekete geçirilmiştir. 8 ilin yaylalarını, 2600 kilometrelik bir yolla birbirine bağlamayı hedefleyen bu projeyle sağlanacak rant eminiz sermayenin ve buradan nemalanacak AKP tayfasının gözünü döndürmektedir. Milyonlarca liralık bir rant varken, katledilen doğanın, betonlaşan yaylaların, sellerin, heyelanların ve yaşanacak can kayıplarının lafı mı olur?
Eğer kapitalizme dur denilmezse, sermayenin dinmek bilmez iştahı bütün dünyayı yutup kendisi de yok olana dek sürecektir. Çevre sorunu kategorisine sokulan tüm sorunlar aslında doğrudan kapitalizmin ürünü olan sorunlardır ve bunlara karşı mücadelenin kapitalizme karşı yürütülen devrimci mücadeleden bağımsız yürütülerek başarıya ulaşması mümkün değildir.
link: Marksist Tutum, Hopa’da Sel Değil Doğa Talanı Öldürdü!, 28 Ağustos 2015, https://marksist.net/node/4408
Göçmenlerin Trajedisi ve Kuruyan Vicdanlar
Diyanet Fedakâr Köleler İstiyor