DİSK ve Maden-İş’in unutulmaz lideri Kemal Türkler’in burjuvazi tarafından 22 Temmuz 1980’de katledilmesinin ardından 34 yıl geçti. Kemal Türkler’in katillerinden Ünal Osmanağaoğlu uzun yıllar boyunca devlet tarafından korundu kollandı, mahkûm edilmedi. Sermayenin eli kanlı cellâdı Osmanağaoğlu, 30 Haziranda, yaptığı katliamların hesabını vermeden kalp yetmezliğinden öldü. Aynı zamanda 7 TİP’li öğrencinin de katili olan Osmanağaoğlu, 1980’de firar ettiği Avustralya’da uyuşturucu kaçakçılığından dolayı yakalanıp 3 yıl hapis yattıktan sonra 1989’da sınır dışı edilmişti. Yakalandığı 1999 yılına kadar Kuşadası Güzelçamlı’da devlete ait milli parkta işletmecilik yaptı. Burjuva devletin, firar eden bir katili yakalayıp yargılamak yerine, kendisine ait bir parkta işletmecilik yaptırarak ödüllendirmesi cinayetin devlet tarafından bizzat işletildiğinin de tescilidir. Katil Osmanağaoğlu’nun suçu sabit olmasına rağmen davanın mahkemeler arasında mekik dokuması ve sonunda zaman aşımına uğratılması burjuva adaletinin, hukuk sisteminin ne kadar ikiyüzlü ve çürümüş olduğunu da gözler önüne koyan örneklerden biridir.
Katil Osmanağaoğlu 7 TİP’li öğrencinin katledilmesine ilişkin Bahçelievler davasında Kasım 1999’da ağır ceza mahkemesi tarafından, her bir cinayet için bir kez olmak üzere toplam yedi kez ölüm cezasına mahkûm edildi. Bu karar Yargıtay tarafından Osmanağaoğlu’un baş aktör olmadığı gerekçesiyle bozuldu. Evet doğruydu, Osmanağaoğlu baş aktör değildi, o sadece burjuva devletin kullandığı bir maşaydı. Ancak ceza mahkemesinin kararını bozan Yargıtay “başaktör”ün kim olduğu konusunda bir şey söylemiyordu. Başaktör o değilse kimdi ve neden başaktörlerden hesap sorulmuyordu? Yargıtay’ın bozma kararına karşın ceza mahkemesi kararında direndi ve dava Yargıtay genel kuruluna gönderildi. 19 Haziran 2001’de Yargıtay Bahçelievler davasından yargılanan Ünal Osmanağaoğlu’un mahkûmiyetini onadı. 9 Ağustos 2002’de idam cezasının kaldırılmasıyla mahkûmiyet ömür boyu hapse çevrildi. Ne var ki Osmanağaoğlu işlediği cinayetler yüzünden ömür boyu hapis yatacakken, çıkarılan infaz indirimlerinden yararlanarak cezası ilk önce 40 yıl hapse çevrildi, ardından 10 Temmuz 2012’de tahliye edildi.
Kemal Türkler’in katil zanlısı olarak 1999’dan beri yargılan Osmanağaoğlu’na Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 2003, 2007 ve 2009 yıllarında verilen beraat kararları her defasında Yargıtay tarafından bozuldu. En son 2009 yılında Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi Kemal Türkler’in katilini “bu suçu işlediği hususunda mahkûmiyetine yeterli ve kati deliller bulunamadığı” gerekçe gösterilerek beraatına hükmetti. Halbuki Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan cinayeti gözleriyle görmüş ve katil Ünal Osmanağaoğlu’nu defalarca teşhis etmişti. Acaba bundan daha kuvvetli delil ne olabilirdi? Ancak mahkeme için mesele delil olup olmaması değildi, mahkeme için tek önemli bir şey vardı, o da sürekli beraat kararları vererek süreci uzatmak ve davayı zaman aşımına sokmaktı. Ve sonuçta öyle de oldu; Kemal Türkler’i katleden besleme katil zamanaşımından yararlanıyor ve dava da düşüyordu. Mahkemenin verdiği kararlar tümüyle hukukun burjuva doğasını yansıtıyordu.
Çünkü mahkeme için Kemal Türkler, devleti ve burjuva düzeni tehdit eden işçi sınıfının sendikal önderlerinden biriydi. Bu nedenle mahkeme her defasında hukuk skandalı denilecek kararlara imza attı. Öyle ki katil Ünal Osmanağaoğlu ödenek ve personel yokluğu gerekçe gösterilerek mahkemeye getirilmemişti. Devrimcileri, işçileri ve Kürtleri hapislere tıkmak için onca masraf yapmaktan kaçınmayan burjuva devlet, iş işçi sınıfının katillerine gelince ödenek yokluğu gibi ucuz ve alaycı bahaneler öne sürebiliyordu.
Dava süreci boyunca mahkemenin aldığı tutumun arkasında devletin burjuva doğasının olduğu ortadadır. Ancak sorgulanması gereken diğer bir husus da mahkemenin nasıl bu kadar pervasız davrandığı ve karar verdiğidir. Sınıf hareketinin ve toplumsal muhalefetin yükselişe geçtiği bir dönemde elbette mahkeme bu kadar yanlı kararlar veremezdi. Bugün Kemal Türkler’in katilleri yargılanıp hesap vermeden gidiyorlarsa bu işçi sınıfının örgütsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Kemal Türkler cinayetinin ne anlama geldiğini, bu cinayetin aslında işçi sınıfının devrimci mücadelesine yönelik bir saldırı olduğunu ortaya koymak, Kemal Türkler’in temsil ettiği taban örgütlülüğüne dayanan mücadeleci sınıf sendikacılığı anlayışını genç kuşaklara taşımak ve cinayetin hesabını sermayeden sormak önümüzdeki görevlerden biridir.
Kemal Türkler cinayetinin anlamı neydi?
Kemal Türkler’in 22 Temmuz 1980’de evinin önünde kalleşçe vurularak öldürülmesi, 12 Eylül faşist askeri darbesine giden yolda burjuvazinin işçi sınıfının devrimci mücadelesini yokladığı son testlerden biriydi. 1960’lı yıllardan itibaren yükselişe geçen sınıf hareketi 15-16 Haziran günlerinde burjuvazinin yüreğine korkular salmıştı. DİSK’i kapatarak sınıf hareketini durdurabileceğini sanan burjuvazi 15-16 Haziranda aldığı güçlü cevap karşısında 12 Mart 1971’de gerçekleşen askeri darbeyle işçi sınıfın yükselen hareketini durdurmaya çalıştı. Ancak giderek olgunlaşan sınıf hareketi yükselişini sürdürmeye devam ediyordu. DİSK öncülüğünde yürütülen militan eylemler sınıf hareketinin ekonomik taleplerini aşıyor, artık işçiler siyasal talepler için grev, yürüyüş ve mitingler örgütlüyorlardı.
DİSK’in ekonomik taleplerin dışında siyasi talepler temelinde birtakım kitlesel eylemlilikler örgütlemesinde 1975 yılından itibaren sosyalistlerin ve illegal TKP’nin DİSK içinde yürüttüğü çalışmaların büyük bir etkisi vardı. DİSK öncülüğünde örgütlenen grev, direniş ve mitingler devlet tarafından örgütlenen MHP’li faşistlerin azgın saldırılarına maruz kalıyor, yükselen ve siyasallaşan sınıf hareketinin önünü kesmek isteyen bu faşist çeteler kanlı eylemlere girişiyorlardı.
Yıllardır bahar ve çiçek bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs, 1976 yılında DİSK öncülüğünde 100 bin işçinin katılımıyla kitlesel bir şekilde kutlanıyor, ardından gerçekleşen DGM eylemleri ile politik taleplerini de daha güçlü bir şekilde yükseltiyordu. Bu gelişmeler karşında burjuvazi bir taraftan paramiliter güçler aracılığıyla birtakım katliamlar ve provokasyonlar örgütlüyor, diğer taraftan CHP eliyle DİSK içinde bir operasyona girişiyordu. 1977’de gerçekleşen DİSK’in 6. Kongresinde, o zamanki TİP, TSİP ve Dev-Yol gibi örgütlerin CHP ile işbirliği içinde hareket etmesi sonucunda Kemal Türkler DİSK başkanı seçilemezken, CHP’li Abdullah Baştürk genel başkanlığa getirildi. Böylece DİSK üzerindeki TKP etkisi kırılmaya çalışılıyordu.
Ancak CHP bütün bunlara rağmen DİSK içinde köklü bir değişikliğe gidemiyor, işçi hareketinin militanlaşan düzeyi ve sosyalist hareketin basıncı buna izin vermiyordu. DİSK 1978’de burjuvazinin güdümündeki faşist MHP’li kadroların işlediği Maraş katliamına karşı milyonlarca insanın katıldığı faşizme ihtar eylemi düzenliyordu. DİSK’in mücadeleci çizgisi CHP’nin DİSK içinde yaptığı operasyona rağmen 1980 askeri faşist darbesine kadar devam etti. Burjuvazi, beslediği faşist güçlere yaptırdığı her provokasyon ve katliamla hem sınıf hareketinin gücünü ve tepkisini ölçüyor hem de gerçekleştireceği askeri darbenin koşullarını yaratıyordu. 1977 1 Mayıs’ında gerçekleşen provokasyonla 37 işçinin katledilmesi, Çorum ve Maraş katliamları ve son olarak da Kemal Türkler’in katledilmesi sermayenin kanlı planının bir parçasıydı. Burjuvazi Kemal Türkler’i katlederek işçi sınıfını son kez yokluyor, nasıl bir tepki vereceğini ölçüyordu. Kemal Türkler’e işçi sınıfı sahip çıkıyor ve cenazesi o zamana kadar görülmemiş bir kalabalıkla, 1 milyon işçinin katılımıyla son yolculuğuna uğurlanıyordu. Ne var ki işçi sınıfının yükselen devrimci hareketine ve devrimci duruma rağmen, işçi sınıfının gereken cevabı vermesini sağlayacak Bolşevik devrimci bir parti mevcut değildi.
Kemal Türkler’i katleden Ünal Osmanağaoğlu, burjuvazinin yükselen sosyalist hareketin önünü kesmek için devletin güdümünde ve bilgisi dâhilinde oluşturulmuş kamplarda eğitilen faşist hareketin bir üyesiydi. Kemal Türkler cinayeti tamamen devletin ve devletin vurucu gücü olan faşist MHP’nin bilgisi dâhilinde gerçekleşmiştir. Bugün MHP’nin üst düzey parti yönetiminin bu katilin cenazesine katılması, katilin “büyük bir Türk milliyetçisiydi” denilerek sahiplenilmesi de bunun bir göstergesidir.
Kemal Türkler katliamının hesabını işçi sınıfı soracak
Çorum ve Maraş katliamları, 1977’de 1 Mayıs’ın kana bulanması, Kemal Türkler cinayeti dâhil işçi sınıfına yapılan birçok saldırı 12 Eylül askeri faşist darbesine giden sürecin bir parçasıdır. 12 Eylül faşizminden sorulacak gerçek bir hesap bu katliam ve cinayetlerin de hesabını sormak demektir.
12 Eylül askeri faşist darbesinin 34. yılında, darbeyi gerçekleştiren iki faşist general, Evren ve Şahinkaya, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bu eli kanlı generallerin ömür boyu hapse mahkûm olmasının elbette bir anlamı vardır, ancak bu, hesabın sorulduğu anlamına gelmemelidir. 24 Ocak kararlarını hayata geçirmek ve sermayenin önündeki engelleri aşmak için darbe yapılsın diye gazetelere çarşaf çarşaf ilan veren, işçi sınıfına yönelik provokasyonları ve katliamları yapan faşist çeteleri besleyen, her türlü finansman kaynağı sağlayan TÜSİAD ve o dönemde bu darbeye iştirak eden sivil ve askeri bürokratlar hesap vermiş değildir.
Bugün sınıf mücadelesinin yükselişe geçmesi için taban örgülülüğüne dayanan militan sınıf sendikacılığı şart. Lakin mevcut şartlarda sendika bürokrasisi bunun önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Türk-İş ve Hak-İş’in durumu zaten malûm. Peki sınıf sendikacılığı iddiasında bulunan DİSK’e ne demeli? Eğer DİSK Kemal Türkler davasına gerçek anlamda sahip çıksaydı, devlet katilleri alenen koruyamazdı. DİSK bürokratları Kemal Türkler’in her ölüm yıldönümünde mezarı başında nutuklar atmakta, ancak pratikte hiç bir şey yapmamaktadırlar. DİSK’in üst bürokratları bu konuda dişe dokunur bir şeyler yapmak yerine CHP’nin kapısında milletvekili olmak için sıraya geçmişlerdir. Ne hazindir ki, Kemal Türkler’in hesabını soracaklarını iddia eden çoğunluğu CHP’li olan bu bürokratlar, Kemal Türkler’in katilleriyle yan yana seçim çalışması yürütmekte, aynı adayı desteklemekte bir beis görmemektedirler.
Lafa gelince “mangalda kül bırakmayan” bu üst bürokratların sermayeyle bir dertleri yok. Bunların amacı, mücadeleyi yükseltmek değil tam tersine tabanda oluşan en ufak bir hareketlenme ve gelişmeyi önlemek, devrimcileri, sosyalistleri sendikalardan uzak tutmaktır.
Tarihte Türk-İş’in uzlaşmacı “partiler üstü ve siyaset dışı sendikacılık” anlayışı nasıl yükselen sınıf hareketiyle aşıldıysa, bugün de sendikal bürokrasinin uzlaşmacılıkla, işbirlikçilikle ve işçi sınıfına ihanetle karakterize olan sendikal anlayışı kırılıp aşılacaktır. Kemal Türkler’in temsil ettiği mücadeleci sınıf ve kitle sendikacılığı başta DİSK olmak üzere sendikalarda hâkim olduğunda, burjuvazinin pek şansı kalmayacaktır. Önemli olan geçmişten ders çıkararak aynı hataları yapmadan devrimci fikirleri işçi sınıfına taşıyacak ve işçi sınıfını nihai hedefe ulaştıracak devrimci örgütlülüğü güçlendirmektir. O vakit Kemal Türkler gibi nice sınıf mücadelesinde yaşamını yitirmiş öncülerin mezarına güzel haberlerle gitmiş olacağız.
link: Hakan Sönmez, Kemal Türkler’in Katilleri Hesap Verecek, Ağustos 2014, https://marksist.net/node/3498
Kapitalizm, Beslenme Alışkanlıkları ve Sağlık
Devletin Cinayet Tapeleri