Devrim ezilenlerin bayramıdır diyordu Marx. Büyük Ekim Devrimi işçilerin, yoksul köylülerin, ezilen ulusların ve elbette emekçi kadınların tarih sahnesine fırladıkları muazzam bir toplumsal fırtınaydı. Kollontay Ekim Devriminin kadınlarını şöyle anlatıyor: “Başlarında eşarp (çok nadiren kızıl bir bandana), eski bir etek, yamalı bir kışlık ceket… Genç ve yaşlı, kadın işçiler ve asker eşleri, köylü kadınlar ve kentli yoksul ev kadınları. Daha nadiren, o günlerde çok daha nadirdi, büro işçileri ve profesyonel meslek sahibi kadınlar, eğitimli ve kültürlü kadınlar. Fakat Ekim zaferinde kızıl bayrak taşıyanlar arasında aydın kesimden kadınlar da vardı; öğretmenler, büro çalışanları, lise ve üniversitelerdeki genç öğrenciler, kadın doktorlar. Onlar, diğerkâm, neşeli ve kararlı bir şekilde yürüdüler. Gönderildikleri her yere gittiler. Cepheye de mi? Evet, bir asker kepi taktılar ve Kızıl Ordu savaşçısı oldular. Eğer kırmızı kol bantları takıyorlarsa, Gatçina’da Kerenski’ye karşı Kızıl Cepheye yardım etmek için ilkyardım istasyonlarına gidiyorlardı. Ordu haberleşmesinde de görev aldılar. Çok büyük bir şey oluyor ve bizler hepimiz ‘tek bir devrim çarkının küçük dişlileriyiz’ inancıyla dolu olarak neşe içinde çalışıyorlardı.”
1871’de Paris Komünü saflarında savaşan kadın militan Louise Michel, Komün’ün yenilgisinin ardından çıkarıldığı karşı-devrim mahkemesinde erkek yoldaşlarıyla eşit biçimde ölmeyi talep etmiş, savcının yüzüne şöyle haykırmıştı: “Mademki özgürlük için çarpan her yüreğe bir parça kurşun nasip oluyor, ben de hakkımı isterim! Eğer yaşamama izin verirseniz intikam diye haykırmaktan usanmayacağım.” 18. ve 19. yüzyıl devrimlerinde toplumsal mücadelelerde yeni yeni yer almaya başlayan kadınlar, hiç değilse karşı-devrim tarafından öldürülürken eşit kabul edilmeyi talep ediyorlardı. İnsanlık özgürleşme yolunda ilerleyebilmek için ne büyük bedeller ödüyor!
Rus Devriminin kadınları, tarihin en devrimci partisinin inşasında ter akıtmış, otokrasinin sonunu getiren Şubat devriminin kıvılcımını 8 Mart gösterileriyle çakmış, Ekim fırtınasının ve zorlu iç savaş yıllarının fedakâr militanları olarak, eşitliği ve özgürlüğü kazanma yolunda gerçekleştirilen tarihsel atılımların parçası haline gelmişlerdir. Kadının cinsel, sınıfsal ya da ulusal ezilmişliğinin ortadan kaldırılmasının toplumsal bir devrim sorunu olduğunu kavrayan kadınlar Ekim Devriminin saflarında savaştılar.
Devrimin binlerce adsız kahramanını unutmayacağız. Bir de adlarını devrim tarihine kazımış kadın militanları!
Nadejda Konstantinovna Krupskaya
Narodnikler Çar 2. Aleksandr’a suikast düzenleyince çok sayıda devrimci tutuklandı. Onlardan biri de henüz 10 yaşındaki Krupskaya’nın öğretmeniydi. Krupskaya hapse düşen öğretmeni sayesinde devrimcilere sempati duymaya başlamış ve öğretmen olmaya karar vermişti. 1890’da işçilerin eğitimi için kurulan okullardan birinde öğretmenlik yaparken işçilerle birlikte gidip geldiği bir dernekte Marksizmle tanıştı. 1894’te de Lenin’le tanıştı. 1895’te Lenin ve arkadaşlarıyla birlikte “İşçilerin Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği’ni kurdular.
Krupskaya örgütün yayınları için yazılar kaleme alıyor, illegal yayınların işçilere dağıtılmasında ve fabrikalara yönelik ajitasyonda sorumluluk üstleniyordu. 1896’da örgütün yürüttüğü başarılı bir tekstil grevinin ardından tutuklandı. Lenin’le birlikte Ufa’da sürgündeyken aynı yerde kalabilmek için Lenin’le nikâhlandılar.
Krupskaya, Avrupa sürgünlüğü sırasında Lenin’in özel sekreteri gibi çalışıyor, Iskra’nın illegal dağıtım ağının örgütlenmesi ve denetlenmesinde önemli sorumluluklar üstleniyor, Lenin’in Rusya ile yazışmalarını düzenliyor, Rusya’dan gelen mektuplar ve habercilerden derlediği taze bilgilerle, orada olup bitenleri günü gününe Lenin’e aktarıyordu. Bolşeviklerin Avrupa’da yayınladıkları hemen hemen tüm yayınların, esas olarak da Vperyod (İleri) ve Proletari (Proleter) gazetelerinin yazı kurullarında görev alan Krupskaya’nın örgütçü rolü esas olarak bu dönemde ortaya çıktı.
Sürgünden döner dönmez, gençlik çalışmasında sorumluluk üstlendi. Gençlik içindeki teorik ve pratik çabaları, işçi sınıfının taze ve dinç güçlerinin Bolşevik Parti saflarında örgütlenmesini sağladı. Gençlik ve kadın çalışmalarının bir işçi çalışması olarak şekillenmesini savunan Krupskaya, “6 saatlik işgünü ve gece mesailerine son!” taleplerinin öne çıkarılmasını sağladı.
Lenin’in uğradığı suikast sonrası sağlık durumunun kötüleştiği dönemlerde başucunda hep Nadya vardı. Yaşamının son yıllarında Lenin’in politik yaşamın dışına düşmemesinde de Krupskaya’nın çok önemli bir rolü oldu.
Aleksandra Kollontay
Varlıklı bir ailede dünyaya gelen Kollontay neden komünist olduğunu şöyle açıklıyordu: “1200 erkek ve kadın işçinin çalıştırıldığı ünlü büyük Krengolm dokuma fabrikasına yaptığım ziyaret benim yazgımı belirledi. İşçi kitlesi böylesine korkunç biçimde köleleştirilmişken ben mutlu, huzurlu bir yaşam sürdüremezdim. Bu hareketin içinde yer almalıydım.” (Kollontay, Özgür Bir Kadın Komünistin Otobiyografisi, Belge Y., s.14)
1905 devrimi sırasında ve sonrasında partinin kadın sorununa ilişkin politika geliştirmesinde Kollontay’ın önemli katkıları oldu. Kollontay burjuva feminizmine de vuruyordu. 1917 yılında Lenin’in parti programında işçi iktidarına yönelme doğrultusunda değişiklik öneren Nisan Tezlerini ilk destekleyen de oydu. Parti yayınlarına makaleler yazdı. Devrim döneminde partinin en iyi ajitatörlerinden biri olarak öne çıktı. Nisanda Sovyet Yürütme Kurulu’nun ilk kadın üyesiydi. Kadınların devrime örgütlenmesinde önemli rol oynadı. Kollontay devrimin ardından Sovyetler’in ilk kadın elçisi oldu. Kadının özgürleşme mücadelesini Komünist Enternasyonal’in saflarına taşıdı.
Natalia Sedova
Troçki’nin ikinci eşi Natalia Ivanovna Sedova, Rus Devriminde aktif olarak rol almış bir militandı. Marksizmde kültür sorunu ile ilgili makaleler yazdı. Ekim Devriminden sonra işçi devletinin sorunlarının çözülmesi noktasında önemli görevler üstlendi. Stalinist karşı-devrimin Troçki’yi sürgün etmesi üzerine hayat arkadaşı Sedova da Troçki’yle aynı kaderi paylaştı. Bolşevik-Leninist hareketin lideri eşi Troçki, hareketin öndeki unsurlarından biri olan oğlu Lev Sedov ve politikaya uzak durarak doktorluk yapan diğer oğlu Sergei Sedov, Stalin’in ajanları tarafından katledildiler. Sedova, Troçki suikastından sonra da sürgün olarak Meksika’da yaşamaya ve sürgündeki diğer devrimcilerle ilişkiler kurmaya devam etti. Komünist inançlarla sürdürdüğü ömrünün son yıllarında Troçki’nin biyografisini yazdı. İspanya’daki Bolşevik-Leninist seksiyonla da yakın ilişkiler sürdürdü. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Troçki’nin görüşlerini sahiplendiğini ileri süren IV. Enternasyonal’in yürütme komitesine de bayrak açtı. Troçki sonrası Troçkist hareketi, hatalarını düzeltmekten kaçınmakla, ölü formüllere takılıp kalmakla, Stalinist devlete işçi devleti sıfatı yakıştırmakla, dolayısıyla da Troçki’nin görüşlerini dondurarak devrimci Marksizmden uzaklaşmakla eleştirdi. Nihayet 9 Mayıs 1951’de sert eleştiriler içeren bir mektup kaleme alarak IV. Enternasyonal’den istifa etti. Natalia Sedova, Ekim Devrimi öncesinde de sonrasında da, eşinin ve oğullarının katledilmesinin ardından da devrimci Marksizme olan inancını yitirmedi. Devrimci mücadele azmi ve inancıyla yaşadı ve 23 Ocak 1962’de bu inançla yaşama veda etti.
Anna Ilyiniçna Yelizarova
Lenin’in kız kardeşi Anna 1864’te doğdu. 1 Mart 1887’de Çar’a suikast hazırlığında bulunmak suçuyla ağabeyi Aleksandr ile birlikte tutuklandı ve 5 yıl hapse mahkûm edildi. Bu, tutuklamalarla, hapislerle ve sürgünlerle geçen profesyonel devrimci yaşamının başlangıcıydı. Anna 1912-14 yılları arasında Bolşevik Partinin yayın organı Pravda Prosveşçe ve Rabotnitsa (kadın işçi) yayınları için çalıştı. “Kadın İşçi” dergisinin uzun süre editörlüğünü yaptı. Parti için maddi yardım fonu oluşturma işinde ve parti yayınlarının ülkeye sokulmasının örgütlenmesinde çalıştı. Parti yöneticilerinin çoğu yurtdışında bulunduğu için yurtdışındaki merkez komiteyle yazışmalar oldukça kısıtlıydı. “Dzhems” kod adını kullanan Anna Ilyiniçna, Lenin Sibirya’da sürgündeyken partiyle Lenin’in bağını kuran tek kişiydi. Kitapların satır aralarına görünmez mürekkeple mektuplar yazıyordu. Onun sayesinde Lenin Petrograd, Moskova ve diğer şehirlerdeki parti komiteleriyle iletişimini sürdürebildi. Anna Şubat devriminin hemen öncesinde tutuklanmıştı, ayaklanan halk sayesinde özgürlüğüne kavuştu. Pravda’nın sekreteri olarak işe koyuldu. Kent ve kır işçileriyle ve askerlerle ilişki içerisindeydi. Bolşevik fikirlerle donanan Anna, Tkaç (Dokumacı) dergisinin editörlüğünü de yürütüyordu.
Maria Ilyiniçna Ulyanova
1878 yılında doğan Maria’nın devrimcilik yaşamı 18 yaşındayken Petersburg’a gelmesiyle başladı. Ağabeyi Lenin’in yolundan yürüyen Maria, 21 yaşındayken sürgün edildi. Sürgünün ardından Moskova’ya gelerek yeniden işe koyuldu. 1901’de tutuklanıp tekrar sürgün edildi. Sürgün edildiği Samara’da da otokrasiye karşı mücadelesini sürdürdü. Sürgünden döndüğünde polis tarafından adım adım izleniyordu. Ülke içinde faaliyet yürütemez hale gelince yurtdışına Lenin’in yanına gitti. Bolşevik Partiyi yaratma mücadelesinde Lenin’in yanında yer aldı. Marx’ın Kugelman’a Mektupları’nı çevirdi. 1910 yılında Saratov’a gitti ancak tekrar sürgün edildi. Sürgün edildiği Volokta’da demiryolu işçilerinin Bolşevik Partiye örgütlenmesi çalışmalarına katıldı. Ekim Devriminin ardından parti yayın organı Pravda’nın sekreterliğini üstlendi. Gazetenin yazı kurulu üyesi olarak “işçi kadın” sayfasını hazırlıyor, işçi ve köylü kadınların sorunlarına eğiliyordu. Sovyet Kontrol Komisyonu’nda sovyet örgütlerinin faaliyetlerindeki hataların düzelmesi için çalıştı. 1937’de sınıfının davasına bağlı komünist bir militan olarak hayat koşusunu tamamladı.
Yelena Dmitriyevna Stassova
Devrimci parti çalışması değişik tipte ve yetenekte militanları kolektif bir çalışma içerisinde organik bir bütünün parçaları haline getirir. Böyle bir örgütlülük içerisinde militanların saklı potansiyelleri açığa çıkar. Yelena Stassova, uygun işe uygun insanı seçebilmek gibi parti örgütlenmesi açısından hayati değer taşıyan niteliklere sahip bir devrimciydi.
Parti militanlığı insana kapitalistlerin hayal bile edemeyecekleri üstün ahlâki özellikler kazandırır. Öne çıkmadan davaya hizmet edebilmek, davaya adanmış bir hayat sürdürmek, zihnini, kavrayışını, her şeyini parti çalışmasına sunmak… İşte Yelena bu özellikleri taşıyan saygıdeğer bir komünistti. Yelena, Lenin’in zorlu yeraltı çalışması yıllarında yan yana çalıştığı disiplinli bir yoldaşı, Parti Merkez Komitesi sekreteri olarak davasına hizmet etti.
Kollontay yoldaşı Stassova’yı şöyle anlatıyor: “Birçok önemli işin sorumluluğunu taşırdı, o fırtınalı günlerde bir yoldaş sıkıntıya ya da üzüntüye düşecek olursa daima ilgilenir … ve elinden gelen her şeyi yapardı. Tümüyle çalışmaya dalmıştı ve daima görevinin başındaydı. Daima görevinin başında, ama asla ön sıraya, ön plana çıkmadan. İlgi odağı olmaktan hiç hoşlanmazdı. Derdi kendisi değil, davaydı.”
Inessa Armand
Bolşevizm saflarına katılan en ilginç karakterlerden biri de hiç şüphesiz Inessa Armand’dır. 1874’te Paris’te doğan Inessa, burjuva kültürünü edinmiş sanatçı bir aileden geliyor. Bir tekstil fabrikatörünün oğluyla evlenip Moskova’ya yerleşen ve 5 çocuk doğuran Armand, işçi kadınlar için bir okul açmasına izin verilmemesi üzerine otokrasiyi sorgulamaya başladı. 1903’te RSDİP’e katılan Armand 1904’te 30 yaşındayken eşini terk edip feminist harekete katılmak üzere İsveç’e gitti. Bu süreçte Lenin, Troçki ve diğer Rus devrimci liderlerinin eserlerini okuyan Armand nihayet Bolşeviklere katılmaya karar verdi. 1905 Haziranında tutuklandı, birkaç ay sonra 1905 devriminin patlak vermesiyle özgürlüğüne kavuştu. 1907’de illegal propaganda yaptığı gerekçesiyle tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderildi. 1910’da Paris’te Lenin, Zinovyev ve Kamanev gibi sürgündeki Bolşevik liderlerle tanıştı. Batı Avrupa’daki tüm Bolşevik grupları koordine eden Yurtdışı Örgütlenme Komitesi’nin sekreterliğini üstlendi.
1912’de Rusya’ya dönen Armand Bolşeviklerin Duma seçimlerine yönelik kampanyasının örgütlenmesine katıldı. Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine Brüksel’de toplanan II. Enternasyonal konferansına Lenin, Armand’ı gönderdi. 1915 Martında Rabotnitsa (Kadın İşçi) dergisinin editörleri Krupskaya, Kollontay ve Armand, Bern’de toplanan Sosyalist Kadın Konferansına katıldılar. Ekim Devriminin ardından Moskova sovyetinin yönetici bir üyesiydi. Komünist Partide ve sendikalarda kadınların eşitliğini sağlamaya dönük örgütlenmeler yaptı. 1920’de Komünist Kadınlar Enternasyonal Konferansının toplanmasını sağladı ve başkanlığını yürüttü. Zorlu iç savaş yılları boyunca durup dinlenmeden devrimci faaliyetini sürdüren Armand 1921 yılında koleradan öldü. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine tutkuyla bağlanan Armand, bunun yegâne yolunun işçi sınıfının devrim mücadelesi olduğunu kavradığı için hem burjuva köklerinden kopmayı, hem de burjuva feminizmiyle yollarını ayırmayı başarmıştı.
Klavdia Nikolayeva
Nikolayeva, 1908’de henüz 16 yaşındayken Bolşevik Partiye katıldı. Uzun yıllar matbaa işçiliği yaptı. Defalarca tutuklandı. Hapiste ve sürgünde geçirdiği yıllar iradesini çelikleştirdi. Vologda’da sürgündeyken bir keten bezi fabrikasının işçilerine yönelik örgütlenme faaliyeti yürüttü. 1917 Şubat Devrimi başlayınca Petrograd’a dönebildi. Emekçi kadın gazetesi Kommunitska’nın kalbi haline geldi. Emekçi kadınlar arasında parti örgütlenmesini omuzladı. Komünist Parti Merkez Komitesinin çalışan kadınlar bölümüne başkanlık etti. Kadın işçilerin, asker eşlerinin ve köylü kadınların partiye çekilmesi gerektiğini söylüyor, bunun için çabalıyordu.
Konkordia Samoilova
Devrimci parti çalışmasının yarattığı karakterlerden biri de Konkordia Samoilova idi. Varlığını işçi sınıfının kurtuluşuna fedakârca adayan Samoilova, sade görünümü ve etkileyici konuşmasıyla kadın işçilerin güvenini ve sevgisini kazandı. Leningrad’da kadın işçi hareketinin yaratıcılarından biri olarak tarihe geçti. Disipline çok önem veren Samoilova, bunu yaşam biçimi haline getirmişti ve etrafındaki yoldaşlarının da alınan kararlara uymasını beklerdi. İşte bu özellikleri sayesinde mücadeleyi başarıya taşıyan ve hayranlıkla anılan Konkordia Samoilova devrimin unutulmaz kahramanlarından biridir.
Varvara Nikolayevna Yakovleva
1884’te Moskova’da doğan Varvara, orta sınıf bir ailenin çocuğuydu. 20 yaşında Bolşevik Partiye katıldı. 1917’de parti merkez komitesi üyeliğine adaydı. Yeni kurulan işçi devletinin gizli servisinde yöneticiydi. 1918 Ekiminde Almanlarla barış imzalanmasına karşı çıkan sol kanat komünistler arasında yer aldı. 1922’de eğitim halk komiserliğini üstlendi. 1923 sol muhalefetinde yer alan Yakovleva işçi devletinin bürokratik yozlaşmasına ve karşı-devrimle yok edilmesine karşı verilen mücadelede yerini aldı. Stalinist bürokratik karşı-devrim onu terörist bir gruba üye olma iftirasıyla tutuklayıp 20 yıl hapse mahkûm etti. Ancak karşı-devrim, Moskova barikatlarında devrim için dövüşmüş bu kararlı devrimcinin yaşamasına müsaade etmeyecekti. İkinci Dünya Savaşı sırasında Oryol merkez cezaevinde vurularak infaz edildi. 1958 yılında haksız yere suçlandığı kabul edilerek itibarı iade edildi.
Ekim Devriminin kadın karakterlerinin yaşam öyküleri ciltler dolusu yazılmayı hak ediyor aslında. Ama biliyoruz ki bu kadın kahramanlar, kitap sayfalarından ziyade, dünya devrimini zafere taşıyacak işçi kuşaklarının ve kadın militanların mücadelelerinde yaşayacaklar.
link: Zehra Aras, Ekim Devriminin Kadın Kahramanları, Kasım 2011, https://marksist.net/node/2810
Daha Dur
On Binler Kazlıçeşme’de Haykırdı: “İrademe Dokunma!”