Okulların açılmasıyla beraber, gazete ve televizyonlarda, okula yeni başlayan çocukların korku ve travmaları da yoğun bir biçimde gündem edilmeye başlandı. Burjuva psikologlar çokbilmiş tavırlar içinde ailelere ve öğretmenlere akıl verip duruyorlar. Oysa çoğu, çocukların yaşadığı endişelerin gerçek sebeplerini ortaya koymanın yakınından bile geçemiyor.
Eskiden travma mı vardı?
Fazla uzağa gitmeye gerek yok, bundan 20-25 yıl önce ana-babalar kendi mahallelerinin içerisinde sosyalleşir, mahallelerindeki insanlarla ahbaplık ederlerdi. Eskiden mahalle sakinleri birbirlerini tanırlardı, çocukları da sokakta oyun oynar, birbirleriyle kaynaşırlardı. Çocukları akşam eve sokmak zor olurdu. Çevrelerindeki ağabeyleriyle ablalarına özenir, okula başlamak için sabırsızlanırlardı. Çocuklar mahallelerindeki arkadaşlarıyla birlikte okulun yolunu tutarlardı. Şimdi öyle mi?
Kapitalizm eski mahalleyi çözdü. İnsanlar evlerine kapanmış, televizyon karşısında asosyal bir hayat sürdürüyor. Çocuklar artık sokağa salınmıyor. Sokak, korkulacak bir yer haline getirilmiş. Şimdi ana-babalar iyice psikopat olmuşlar, çocuklarını kıçlarının dibinden ayırmıyorlar. Oysa 3-4 yaşına gelen çocuk, annesinden babasından biraz uzaklaşmak, kendi başına davranabilmek ister. Gerçekten çok acıyorum bu çocuklara. Apartman dairelerine hapsedilen, dünya ile bağını televizyon ve internet ile kuran, sokağın tozunu yutmamış, kavga etmeyi ve dayak yemeyi bile tatmamış, saksıda büyütülen nesiller yetişiyor.
Şimdiki çocukların oturmasını, kalkmasını, konuşmasını, heveslerini, duygularını, tüm davranış biçimlerini aileleri belirliyor. Pavlov’un köpeği gibi koşullandırıyorlar çocukları “doğru” davranmaları için. “Hatalı” davranan çocuk, odasına hapsedilerek ıslah ediliyor. Bu doğrunun ne kadar “doğru” olduğu ise tümüyle sorgulanmaya muhtaç. Bir de medenîler ki! Kimi ailelerin çocuğa saygılı davranmaktan anladıkları, çocuğa talimat verirken “yapar mısın”, “eder misin” gibi ifadeler kullanmaları. Çoğu da çocukları ilgiye boğup, hasta ediyorlar. Çocuğun her istediğini önüne koymayı fedakârlık sanıyorlar.
Çocuklar çok yaratıcıdır aslında. Her şeyi oyuncak haline getirebilirler. Oyuncağın envai çeşidinin içinde yüzen çocukların ne yaratıcılığı gelişiyor, ne de kişiliği. Kısacası, şımarık, tatminsiz, yokluktan anlamayan veletler yetiştiriyorlar.
Şimdilerde çocuklar, okula başlarken analarının eteğine yapışıp, çeşitli tonlarda zırıltılar koparıyorlar. Psikologlar da çıkmış, ıvır zıvır önerilerde bulunuyorlar. Psikologlardan bir tanesi, çocuğunu okul çıkışı gelip alacağına inandırmak için “bağ çubuğu” kullandığını anlatıyor. Çocukla beraber bir tahta parçasını bir yere saklıyorlarmış. Çocuğa okul çıkışı gelip o tahta parçasını sakladıkları yerden alacaklarını söylüyormuş ki çocuk annesinin geri döneceğini bilsin, paniğe kapılmasın. Demek ki bu psikolog anne, çocuğunu o güne kadar yanından hiç ayırmamış, zavallı çocuğunu da psikopat etmiş. Bir laf vardır: “Kelin merhemi olsa başına sürer.”
Toplumsal temellerini çözümleyememekle beraber, nispeten akılcı laflar eden psikologlar da var: “Okul fobisi olan çocukların yaşamlarının daha önceki yıllarında anneleri tarafından aşırı özen içinde büyütüldükleri görülür. Bu tür annelerin sürekli olarak çocuklarını memnun ederek onların sevgilerini kazanma çabası içinde oldukları, tüm isteklerini karşıladıkları ve onları sürekli hayal kırıklığına uğramaktan korudukları dikkatimizi çeker. Bu anneler özellikle çocukların bedensel rahatsızlıklarıyla yakından ilgilidirler. Çocuklar gözlerinin önünde olmadığında kendilerini çok huzursuz hissederler. Psikolojik ve fizyolojik olarak çocuklarıyla yakın olma gereksinimi duyarlar. Bu anneler çocuklarını anaokullarına göndermekten kaçındıkları gibi, arkadaşlarının evine bile oyun oynamak üzere göndermekten kaçınırlar.”
Bu tür manyaklıklar geçmişte orta sınıf veya kalburüstü ailelere özgüydü. Şimdilerde maalesef işçi ailelerine de sirayet etmiş. İşçi aileleri de, sosyallikten uzak, evlerine kapanmış ve ana ilgileri çocuğa odaklanmış bir hayat sürüyorlar. Geleceğe dair umutları tükenmiş, kendine ve sınıfına güvensizleşmiş işçiler, çocuklarına “yatırım” yapıyorlar. Kapitalizm yüzünden hayatları giderek zorlaşan, güvencesiz yaşamaya mahkûm edilen işçiler, işsizlik kırbacı altında sindiriliyor ve kavga etme cesaretini yitiriyorlar. Kendini çaresiz hisseden örgütsüz işçi kuşağı, çocuklarının paçayı kurtarabilmesi için onları orta sınıf aileler gibi yetiştirmeye özeniyor. Sonuç ortada! Kendine güvenmeyen, pısırık, okula gitmekten korkan, arkadaşlarıyla kaynaşamayan, mıymıntı ana kuzuları… Peki ne olacak bu çocukların hali?
Şimdiki çocuklara, saklambaç, köşe kapmaca, uzun eşek, yakar top gibi sözcükler bir şey ifade ediyor mu? Hayır! Çünkü aileleri onları yaşamdan alıkoyarak koruyabileceklerini sanıyorlar. Sokağa çıkmadan, hayal kırıklığı yaşamadan, kavga etmeden, ağaçlardan meyve araklamadan büyüyüp, televizyona ve bilgisayar oyunlarına esir ediliyorlar.
Ey ana-babalar! Korkularınızdan sıyrılın artık. Siz nasıl büyümüştünüz bir hatırlayın. Siz okula başladığınızda sizi psikologa mı götürdüler? Çocuklarınızı biraz rahat bırakın. Sokaklar çocukların olsun!
link: Sefaköy’den bir işçi, Rahat Bırakın Çocukları!, 25 Eylül 2011, https://marksist.net/node/2745
İngiltere’de İsyan
Somali’de “İnsancıl” Emperyalizm!