Burjuvazi, zihinsel, bedensel ve dilsel gelişimin 7 yaşına kadar büyük ölçüde tamamlandığından hareket ederek, eğitim çarkından geçirdiği çocuklar için “7 yaş çok geç” diyor. Bu nedenle okula başlama yaşını küçültmeye çalışıyor, her okula ana sınıfı açıyor, ana sınıflarını zorunlu yapmak istiyor. Burjuvazi için eğitmek, yontmak, biçimlendirmek, kafasını ezmek için 7 yaş çok geç olabiliyor gerçekten de. Eğitim “uzmanları”nın en iyi öğrenmenin hangi yaşlarda olduğuna kafa yormaları, bilgili, bilinçli kuşaklar yetiştirmek için değil, uyutulmaya, kandırılmaya en müsait yaşların hangi yaşlar olduğunu araştırmak ve o yaşlarda ideolojik biçimlendirme için bombardımana başlamak. Bu yüzden de bu “saygı değer” uzmanlar, “yatmadan önce çocuklarınıza mutlaka masal okuyun” diyorlar. Bu yaşlardaki çocukları “uyutmaya” alıştırmanın en iyi araçlarından biri elbette ki masallar!
Albenili kitaplarda resimlerle süslenmiş masallar, çocuğun yeni oluşmakta olan bilincine dantel gibi işlemeye başlar düzeni. Masallar, toplumsal normları, değerleri, korkuları, yanılsamaları, bilinç bulanıklıklarını en iyi veren eğitim materyalleridir ve çeşitli derslerle doludur. Aile kurumu önemlidir, ailenin belirlediği ve koyduğu kurallara uymak gereklidir, çok çalışan kazanır, dünyada adalet vardır ve bir gün mutlaka tecelli edecektir, yeter ki gönlünü ferah tut, sabırla beklemeyi bil! Haksızlıklara karşı ancak sihirli, olağanüstü güçleri olan karşı koyar, sen naçizane güçsüzlüğünle hiçbir şeye karşı duramazsın! Yani haksızlıklar karşısında insanüstü bir güce sahip değilsen kurtulmayı hayal etmeyeceksin!
Okuduğumuz masallarda mutlaka yoksullar ve zenginler vardır. Yoksullar safında olan bizlerin bu masallardan çıkarmamız beklenilen derslerse şunlardır: “Yaşamımızı sürdürmek için mutlaka çok çalışmalıyız, hem de çok! Başkasının ne yaptığı bizi ilgilendirmez, biz elimize ne geçecek derdinde olmalıyız. Sonunda mutluluğa ereceğiz.” Sanki çalışırken kendimiz için çalışıyormuşuz gibi bir yanılsama yaratılır. Örneğin ağustos böceği ile karınca masalındaki çalışkan karınca sonunda mutlu olurken, yaz boyunca saz çalıp eğlenen ağustos böceği karıncaya muhtaç hale gelir. Oysa işçiler, karıncalardan daha çok çalışırlar, hem de dört mevsim boyunca ve buna karşılık tüm yıl sefalet içinde geçirirler günlerini. Burjuvalar ise ağustos böceği gibi yer, içer, eğlenirler, ama hiç çalışmadıkları halde, masaldaki gibi sefil olmazlar.
Tüm masallarda aile kutsal bir kurumdur. Gerçek anneler hep melek gibidirler, kötü bir anne varsa o da üveydir. Baba eğer bir kötülük yapmışsa ya üvey anne ya da kötü birisi yüzünden çocuklarına kötülük yapmıştır. Ama yine de bu yüzden evden ayrılmak zorunda kalmış çocuklar, dışarıda daha fazla kötülükle karşılaştıktan sonra son durak olarak yine ailelerine döner ve onu öpüp başlarına koyarlar. Geri döndüklerinde de zaten herkes pişman olmuş, kötü üvey annenin başına da bir kötülük gelmiştir. Yani masallarda anlatılmak istenen şudur: Aileniz dışında hiç kimseye güvenmeyin, aileniz ne kadar kötü olursa olsun daima başkalarından daha iyidir. Sığınacak tek liman orasıdır.
Masallarda fakirin fakire âşık olduğu nerdeyse hiç görülmez. Yoksul kahraman ancak zengin birine rastladığında ve ona âşık olduğunda kurtulabilecektir. İyiler hep güzeldir. Kötüler ise çirkindir. Külkedisi olmaktan kurtulmanın yolunun da zengin bir prens bulmaktan geçtiği anlatılır, zaten iyiler güzel olduğuna, güzeller zengin olduğuna göre prens de yakışıklı olacaktır muhakkak. Güzel yoksul kızların, yoksullar arasında işi olmamalıdır masala göre. O, güzelliğiyle bir yoksul erkeğe değil bir zengine layıktır! Yoksul bir erkek de kendine denk olacak şekilde çirkin bir yoksul kız bulmalıdır. Bu yüzden, bulunduğun koşullardan kurtulmanın tek bir yolu var masallarda, güzel olup zengin bir prens bulmak. Ama çirkinler için de umut bitmemiştir. Çirkin ördek yavrusu çirkinliğinden dolayı sınıf atlama hayalini unutabileceklere ilaç gibidir. Bu masalları okuyarak çirkin ördek yavrusu olduklarını düşünen tüm kızlar, bir gün güzel kuğuya dönüşecekleri günü beklerler.
Masallarda güzel yoksul kızlar prenslerini bulup sınıf atlayıp arkalarına bile bakmadan saraya doğru giderken, geride kalan çaresizler için de masallar vardır: Kibritçi kız masalı! Ona da mücadele nasip edilmemiştir. Ancak ölüm onu kurtarabilir. “Eğer çok yoksulsan debelenme, ‘çaresi yok’ diye düşünüyorsan işte sana çare: Öldür kendini, sen de kurtul ben de kurtulayım” der masalcı, yani burjuvazi. “Yaktığın her kibrit tanesi senin umutlarındır, ama çok kısa sürelidir, asla sonsuza kadar kurtuluş yok senin için” der. “Bu yüzden acı çekmeye değmez. Kimse seni görmüyor. Bunda suçlu olan sensin.”
Umutsuz, ama ölmek istemeyen, her şeye rağmen yaşamaya azimli olanlar için de bir masal var: Polyanna! Her kötü durumda daha beter bir durumla karşılaşmadığı için bulunduğu koşullara şükreden Polyanna bize de şükürcülüğü öğretmek ister. Elde olana şükredip, varolan durumu daha kötüsüyle kıyaslayıp, teslimiyete sürüklemeye çalışır bizi. Teslimiyetçiliğin mantığına kaptırır, yenilginin teorisini yazdırır.
Masalların henüz uykuya geçmeden önce çocuklara okutulmasını tavsiye ediyor burjuva uzmanlar. Rüyasında masalın kahramanıyla özdeşleşen çocuk, gündüz de benzer masalların çizgi film versiyonuna maruz kaldığında, beyni adeta felce uğrar. Uyutulurken okunan her masal, yetişkin bir insan oluncaya kadar unutamayacağı, bilincinin derinlerinden ona hükmedecek bilgiler olarak kalır.
Evet, çocuklarımızı çok erken yaşlarda eğitmeliyiz, ama düzenin kırbacıyla terbiye etmeden, korkutmadan, bireysel kurtuluş hayalleriyle beslemeden! Burjuvazinin çocuklarımız için yazdığı masalları değil, sınıfımızın kanlarıyla yazılan gerçek öyküleri, mücadele öykülerimizi, sınıfımızın hikâyesini anlatmalıyız onlara. Çocuklarımız uyurken o hikâyelerin kahramanları olmayı hayal etmeliler, sömürünün olmadığı bir dünyayı yaratacak olanın insanüstü güçler değil, birlik olmanın olağanüstü gücü olduğunu öğrenmeliler.
link: Aylin Dinç, Egemen Sınıfın Uyutma Araçlarından Biri: Masallar, Kasım 2008, https://marksist.net/node/1931
Chicago Mezbahaları
Reformizmin Kıskacındaki Bolivya