Marksist Tutum olarak Venezuela’da son yıllarda yaşanmakta olan devrimci hareketlilik sürecinde ortaya çıkan olgu ve eğilimlerin işçi sınıfının devrimci bakış açısı ve tarihsel çıkarları açısından doğru değerlendirilmesinin önemini başından beri vurguluyoruz. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra oluşan karanlık dönemin ardından yaşanmaya başlayan yeni devrimci süreçlerde işçi sınıfının ve Marksistlerin eski yanlışlara düşmemeleri açısından sürece serinkanlı bakabilmek gerekiyordu. Ancak dünya sol hareketinin genişçe bir bölümünün, Venezuela’da yaşananlara, yine eski yanlışları tekrarlayacak biçimde yaklaştığı görüldü. Chavez’in zaman zaman kullandığı sosyalist söylemden etkilenen bu kesimler, özünde devlet kapitalizmine bir gidiş olarak görülebilecek burjuva popülist-Bonapartist bir çizgiyi, bir sosyalizme gidiş süreci olarak, bir devrim olarak sunmaktadırlar. Ayrıca bu kesimler Chavez’e de büyük bir sempati beslemekte, onu sosyalist renklere bürümekte ve asıl önemlisi işçi sınıfını onun kuyruğuna takmaya çalışmaktadırlar. Oysa devrimci Marksistler açısından görev, işçi sınıfını Chavezci yönelişin burjuva içeriği konusunda uyarmak ve Venezuela’daki devrimci sürecin proleter devrimci bir rotaya girmesini savunmaktır.
Aşağıda yer verdiğimiz, Venezuelalı sosyalist bir sendikacı olan Orlando Chirino ile yapılmış röportajda da sürecin gerçekliğine ilişkin içerden bilgi ve gözlemler yer almaktadır. Hatırlanacağı gibi Venezuela’daki tek sendikal federasyon olan ve çok uzun yıllar boyunca adeta bir patron örgütü olarak hareket eden CTV, son yıllarda ülkede yaşanan devrimci hareketlilik süreci içinde, içerden gelişen bir sol muhalefet sonucu, Türkiye’de DİSK’in Türk-İş’ten ayrılarak doğuşunu andıran biçimde bölünmüş ve yeni bir sendikal federasyon olarak UNT kurulmuştu. Chirino da bu yeni sendikal yapılanmanın liderlerinden birisi. Röportaj, Chavez’in bu yıl Mart ayında ortaya attığı, Venezuela Birleşik Sosyalist Partisinin (PSUV) kurulması ve Bolivarcı Hareketin içindeki tüm partilerin de kendilerini bu partide eriterek birleşmeleri önerisini yapmasının ardından gerçekleştirilmiştir.
Chavez’in, bu hamleyle, kendi popülist-Bonapartist çizgisini daha örgütlü bir yapıya kavuşturma ve başta işçi hareketi olmak üzere kitle hareketi üzerinde kendi kontrolünü sağlamlaştırma amacını güttüğünü daha önceki değerlendirmelerimizde ortaya koymuştuk. Onun işçi hareketini kontrol etmek için bir diğer alandaki çabası da, UNT’nin tam olarak hizaya çekilmesi ve Chavezci rejimin itaatkâr bir payandası yapılmasıdır. Şu anda UNT içinde birçok eğilim bulunmakla beraber, kontrol Chavez’in memurları gibi hareket eden tutucu-bürokratik eğilimde bulunuyor. Aşağıdaki röportajda Chirino’nun söyledikleri, genel hatlarıyla bizim Venezuela’daki sürece ilişkin olarak başından beri yaptığımız analizleri ve uyarıları doğrulayıcı niteliktedir ve içeriden yapılan gözlem ve değerlendirmeler olduğu için anlamlıdır.
* * *
Chavez’in 24 Martta PSUV’nin kurulması önerisini ortaya atmasıyla gündeme gelen konular hakkında değerlendirmeniz nedir?
Chavez’in tartışmaları alevlendirmesinin güzel tarafı Venezuela devriminin doğasını, PSUV’yi yaratma projesini, değişik sosyal kesimlerin ve özellikle de işçi sınıfının devrimde oynadığı rolü tartışma fırsatını vermiş olmasıdır. Bu, bir örgütü nasıl inşa edeceğinize dair bir tartışmadır ve açık, aleni ve tam bir dürüstlük içinde tartışmamız gereken sorunları gündeme getirmektedir.
Endişe verici tarafı ise, Başkanın tam da kendi eleştirdiği şeyi yapma noktasına gelmesidir. Soldaki örgütleri karakterize eden politik yamyamlığı eleştirdi, fakat sonra kendi fikirlerini paylaşmayanlara karşı-devrimci dedi. Bunun büyük bir hata olduğunu düşünüyorum, çünkü tartışmayı teşvik etmiyor, onu bastırıyor ve Başkanın savaşmakta kararlı olduğunu söylediği sekterliği cesaretlendiriyor.
Nelerin en önemli konular olduğunu düşünüyorsunuz?
Tartışılması gereken çok fazla konu var, ama özellikle ikisini belirtmeme izin verin. Örneğin Başkan reformistlerin bir tehlike olduğunu söylüyor ve ben de bu konuda hemfikirim. Ama benim görüşüme göre, Başkanın öne sürdüğü program reformist bir anlayış üzerine kurulmakta ve sermaye mantığından kopuşu içeren bir perspektif yok. Bunu izah edeyim.
1990’ların büyük neo-liberal saldırılarından sonra uluslararası sermaye tarafından petrol, madencilik, kömür, altyapı inşası gibi ekonominin stratejik sektörlerine milyon dolarlık yatırımlar yapıldığını tekrar görmekteyiz. Çin’den, Rusya’dan ve İran’dan uluslararası konsorsiyumlar işçileri hiç olmadığı kadar fazla sömürüyorlar. Bazı çokuluslu şirketlerin diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünmüyorum. Hepsi ticarette ve üretimde tekel haline gelmek, işçileri sömürmek, ulusların doğal kaynaklarını talan etmek ve bu ülkelerin ekonomik karar alma süreçlerine politik olarak karışmak derdindeler.
Başkan, çokuluslu şirketler tarafından yapılan yatırımları ileri bir adım olarak takdim ediyor. Ben ise bunu devrimi ipotek etmek olarak görüyorum. Bana göre sosyalizm yönünde atılacak ilk adım çokuluslu şirketlerle ve firmalarla bir kopuş gerçekleştirmektir. Diğer yandan bu hükümetin yaptığı ise gitgide daha büyük ekonomik gruplar halinde yoğunlaşmayı teşvik etmektir. CANTV ve Caracas Elektrik Şirketi’nin satın alınması bununla ilgili örneklerdir. Bu işletmelerin devlet tarafından iyileştirilmesi hiç şüphesiz ileri bir adımdır, fakat iş çevreleri bu gelişmelerden çok memnun kalmışlar ki bu hareketi desteklediklerini kamuoyuna açıkladılar.
Aynı şekilde endişe veren bir başka durum ise Başkanın Sidor’un kamulaştırılmayacağı, çünkü onun iyi kapitalistler tarafından işletildiği yönündeki bildirisidir. Gerçekte bu şirket 4. Cumhuriyet sırasında özelleştirilmiştir ve Arjantin menşeli Technit şirketinin başında olduğu uluslararası bir konsorsiyumun malıdır. Bizim anladığımıza göre Başkan bu görüşü taşıyor çünkü şirket dost bir başkan, Kirschner tarafından yönetilen Arjantin’de konuşlanmış bir şirkettir. Fakat merak ediyoruz biz ne zaman “iyi” ve “kötü” kapitalistlerden bahsetmeye başladık?
Başkan şimdilerde Çin’e çok fazla gönderme yapıyor. Bunu yapmamasını isterdik, çünkü kapitalizm Çin’de birkaç yıl önce yeniden kuruldu ve Çin bugün işçi sınıfının en fazla sömürüldüğü bir ülkedir. İşçiler kendisine komünist diyen yozlaşmış bir parti tarafından yönetilen, fakat gerçekte çokuluslu şirketlerin inisiyatifine bırakılmış modern köleler durumundalar. Çin hiç de iyi bir örnek değildir.
Diğer bir önemli konu ise bu devrimde sosyal sınıfların rolleridir. Azınlığın isteklerini çoğunluğa zorla dayattığı bir sistem olan kapitalizmi alt etmenin tek yolunun, çoğunluğu oluşturan ve üretici durumundaki işçi sınıfının ve halkın şirketlerin kamulaştırılmasında başı çekmek ve onları kendi kontrolümüz altına almak olduğunu bilmek için Marx’a, Engels’e, Lenin’e veya Troçki’ye atıf yapmak zorunda değilsiniz. Bu anlamda, sosyalizmden ne kastedildiği açıktır.
Fakat bu Venezuela’da giderek daha zor hale gelmeye başladı. Biz işçiler, ekonominin kilit sektörlerinde bile, bıraktık işçi kontrolünü, ortak yönetimi bile düşünecek durumda değiliz. Hükümet, stratejik sektörlerde ortak yönetim olasılığını düşünmeyecektir.
Hükümet onları henüz dinlemeden ve firmayı kamulaştırma konusunda razı olmadan önce Constructora Nacional de Válvulas’daki (artık Inveval diye biliniyor) yoldaşlarımız gerçek fiziksel zorluklara ve açlığa katlanmak zorunda kaldılar ve zorlu bir mücadele yürüttüler. Venepal (şimdilerde Invepal) işçileri, hükümet aksi yöne bakarken, kapitalistleri alt etmek için on ay boyunca mücadele ettiler. Şimdi de, işçilerin kamulaştırma için dört aydır işgal ettiği fakat hükümetin bunun gibi kamulaştırmalara oranla daha az ilgilendiği Sanitarios Maracay vakasıyla karşı karşıyayız.
Bu, hükümetin programının kamulaştırmayı içermediğini ve PSUV’nin programında da böyle bir şey olmayacağını düşündürüyor. Fakat eğer bu olmazsa sosyalizme doğru değil, sadece kalkınmacılık perspektifi olan bir devlet kapitalizmine doğru ilerleyeceğiz. Bu, özel mülkiyeti el değmemiş olarak bırakır ve kapitalist sömürünün ve küçük bir azınlık tarafından gerçekleştirilen kâr birikiminin devam edeceği anlamına gelir.
Peki Chavez’in sendikaların bağımsızlığı konusundaki görüşleri nelerdir?
Bu önemli bir konu. Başkan ne tarihi değiştirebilir ne de sendikal hareketin bağımsızlığı için mücadele eden bizlerin 4. Cumhuriyet’te (Chavez Anayasasından önceki cumhuriyet) yaşanan deneyimler yüzünden bir şekilde “zehirlendiğini” iddia edebilir. Aksine sendikaların özerkliği bürokratikleşmenin panzehiridir; 2002 ve 2003’te devrim bu sayede kurtarıldı.
CTV [eski ulusal sendika federasyonu], ruhunu, iki-partili sisteme ve bu sistemin sonucu olan hükümetlere satmıştı. 40 yıl boyunca Venezuela’daki sendikal hareket en kötü dönemini yaşadı, çünkü işçiler, eski partiler (Copei ve AD) ve patron örgütleri arasında oynanan oyunlarda kukla durumundaydılar. Venezuelalılar, AD’nin (Demokratik Hareket) işçilerin kaderini nasıl belirlediğini, sendikaları ve CTV’yi kontrol etmek için nasıl sözleşmeleri alıp sattığını ve hükümet ile işbirliği içine girdiğini halen hatırlıyor. Patronların 2002-3’deki grevlerini CTV’nin ve Fedecamaras’ın [Venezuela’nın TÜSİAD’ı] el ele yönettiğini hatırlamalıyız. Yeni sendika UNT’nin varlık nedeni bunun tam tersi: sendika bağımsızlığı için mücadele etmek, politik kontrole işçileri boyun eğdirecek veya uzlaşma içine sokacak herhangi bir girişime karşı onları mücadele etmek için örgütlemek.
CTV’nin sendika seçimlerinde büyük bir seçim hilesi tezgâhladığı 2001’de, birçok işçi Aristobulo Isturiz önderliğindeki alternatif listeyi tam da onu hükümetin adayı olarak gördüğü için desteklememişti. Başkanın bunu akıldan çıkarmaması gerekir. Başkan, bizim sınıf içgüdüsü dediğimiz şeyden dolayı, işçilerin davranışının köylülerin, yerlilerin, cemaatlerin ve öğrencilerin davranışından farklı olduğunu anlamak zorundadır.
Fakat başkanın yorumlarındaki en kötü nokta, işçi sınıfı hareketinin bağımsızlığı için savaşmamız nedeniyle bizim karşı-devrimci bir rol oynadığımız fikridir. Bu doğru değildir. Diğer yoldaşlarla beraber, bürokrasiye karşı ve sosyalizm için savaştığı kadar sendikal bağımsızlığa da kararlı bir şekilde bağlı ulusal bir sendikal akım kurduk. UNT’nin ikinci kongresi, iddialarımın kanıtıdır. Orada olanlar sadece beş farklı fraksiyonun veya akımın kavgaları veya sırf kişisel uyuşmazlıktan dolayı bazı liderler arasında yaşanan çekişmeler değildir. Başkan Chavez’in meseleyi bu şekilde izah etmesi yanlıştır. Gerçekte, iki yıldır süren çatışma iki anlayış arasındadır; bir yanda sendikaları hükümete bağlamak isteyenler ve diğer yanda sendikal hareketin özerkliği ve bağımsızlığı için mücadele eden bizler.
30 yıllık sendikal çalışmamız var ve sadece emperyalizme karşı değil patronlara ve hükümete karşı da herhangi bir ödün vermedik. Ve başkan bizi “4. Cumhuriyet’in zehirli artığı” olarak tanımladı diye, şimdi de bundan vazgeçecek değiliz. Sendikal hareket içinde sınıf ilkeleri, demokratik yöntemler ve proleter ahlâkına dayanan dürüstlük için yorulmaksızın çalıştık.
CTV’ye karşı verilen mücadelede en öndeydik, FBT’nin (Bolivarcı İşçi Gücü) oluşturulmasını destekledik, ve coşkulu bir şekilde de UNT’nin arkasındayız. 11 Nisan 2002 darbesine karşı direnen en iyi mücadeleciler arasındaydık, ve patronların 2002-3 lokavtları sırasında petrol sanayisinin ayağa kaldırılmasına merkezi olarak katıldık. Oldukça şerefli bir sicilimiz var.
Fakat Chavez kendi durumunu gerekçelendirmek için büyük devrimci Rosa Luxemburg’dan alıntılar yaptı. Bunu nasıl görüyorsunuz?
Başkan sendikaların bağımsızlığına karşı olan kendi iddialarını desteklemek için Rosa Luxemburg’un yazılarını kullanmaya çalıştı, fakat Rosa’nın görüşlerini, bunları ileri sürdüğü özel politik ve tarihsel bağlamda değerlendirmemiz gerekir. Rosa sendikaların bağımsızlığı sorununu tartışırken, Alman Sosyal Demokrat Partisinden söz ediyordu ve sendikalar içindeki sendikalist ve bürokratik eğilimlere karşı tartışma yürütüyordu. Fakat Troçki’nin Bolşeviklerin zaferinden hemen sonra Rusya’daki sendikaların bağımsız olmaması gerektiğini savunurken yanlış yaptığını bir Troçkist olarak kabul etmek zorundayım. Bereket versin ki Lenin tartışmalarda yer aldı ve bağımsızlığı savundu. Açlığın, iç savaşın, işçi sınıfına ve sendika liderlerine karşı fiziksel saldırıların yaşandığı ve emperyalist karşı-devrimin kutsal ittifakıyla karşı karşıya gelindiği savaş ekonomisi döneminde Troçki’nin argümanları gerçekten de güçlüydü. Fakat buna rağmen Lenin doğruydu, o yanlıştı.
Bu tartışmanın sendikaların bağımsızlığı üzerindeki etkisi ne oldu?
Büyük etkileri olmuştur. Örneğin halen UNT’nin iç seçimlerini yapabilmiş değiliz. Geçen sene kullanılan argüman, önceliği başkanlık seçimine vermemiz gerektiği idi. Chavez’e oy verilmesi için çağrı yapmaya karşı değiliz, fakat bu çağrı için yapılacak kampanyaya katılmanın en iyi yolunun meşru biçimde seçilmiş bir liderlikten geçtiğini savunduk. Ne yazık ki olmadı.
Diğer gerçek ise kamu sektörü ve petrol işçilerinin şu anda yaşadıkları trajedidir. Eğer sendikal hareket bağımsız olmasaydı ve hükümetin dediklerini kabul etmek zorunda kalsaydık, sadece gayrimeşru olmakla kalmayıp, gerçekte emperyalistlerin desteklediği sabotaj kampanyasını yürüten patron örgütlerinin bir kısmını oluşturan Fedepetrol ve diğer federasyonların müzakere ettiği mukaveleleri kabul etmek zorunda kalırdık.
Aynı şey kamu sektöründe çalışan işçiler için de geçerli. Şimdiki bakan hiçbir yetkisi olmayan azınlık durumdaki sendika liderleriyle anlaşmalar yapmakla meşgul. Gücü sadece aygıt üzerindeki kontrolünden ve hükümetten aldığı destekten geliyor.
Bağımsızlıkla ilgili diğer bir konu daha var. FBT (Bolivarcı İşçi Gücü) ve Çalışma Bakanlığı, UNT’nin tarihi rolünü oynamadığını ve bundan dolayı tasfiye olması gerektiğini iddia ediyorlar. Paralel yapılar kurmaktan bahsediyorlar ve sendikal hareketin büyük bir kısmını yok edecek bir seri öneri ortaya atıyorlar. Bu önerilerin, işçi sınıfı tarafından ciddi ve dikkatli bir şekilde tartışılması hayati önem taşımaktadır.
Hükümetin yaptığı hatalar hakkında korkmadan ve lütuf beklemeden kendi düşüncelerimizi gün be gün açıklayabiliyorsak, bu, bağımsız olduğumuz içindir. Kamu işçileri, sözleşmelerinin müzakere edilmesi için 27 ay bekletilemez. Görünen o ki petrol işçileri de aynı kaderi paylaşacak. Anahtar soru, sendikaların bağımsızlığı için mücadele etmenin doğru olup olmadığı ve bu konuları teşhir etmenin bizi karşı-devrimci yapıp yapmadığıdır.
Tabii ki bu sadece sendikaların bağımsızlığı ile alakalı değil. PSUV ve hükümet arasındaki ilişkiyle de ilintili. PSUV üyeleri hükümetin ve onun bürokratlarının kararlarını desteklemeye zorlanacak mı? Yeni parti hükümetin sadece bir uzantısı olmanın ötesine geçecek mi?
Patronların sabotajlarına karşı mücadelede kendi hayatını riske atmış bir petrol işçisine, katıldığı bir toplantıda bakanın, darbeyi organize edenlerle yapılan bir toplu sözleşmeyi kabul etmesi emrini verdiğini düşünüyorum da…! Bunlar tartışılması gereken önemli meseleler.
PSUV’nin kuruluş toplantılarında işçilerin temsilcisi olarak konuşan Osvaldo Vera’nın sizi doğru biçimde temsil ettiğini düşünüyor musunuz?
Hiç de değil; işçi sınıfını ilgilendiren bir tane sorunu bile gündeme getirmedi. Sadece genel sözler etti. Ve kendime sormak zorundayım, onun Venezuela işçi sınıfı adına konuşacağına kim, ne zaman ve nerede karar verdi? Benim için kilit soru PSUV’nin nasıl kurulduğudur. Toplantıda yer almak için Caracas’a giden ve sadece dışlanmakla kalmayan fakat kötü davranılan ve hatta dövülen binlerce kardeşimle dayanışma duygularımı ifade etmek isterim. Televizyonda en ön sıraları valilerin, belediye başkanlarının ve kitle desteği olmayan delegelerin işgal ettiğini gördük. Orada, patronlar, patronları savunan bürokratlar, yolsuzlukla suçlanan bir sürü insan ve halkın çıkarlarını yansıtmayan politikaların savunusu vardı. O nedenle bu kadar büyük bir hoşnutsuzluk var. Çünkü insanlar bu sürecin kuşku uyandıracak bir şekilde başladığının farkındalar.
C-Cura’daki [Chirino’nun başını çektiği eğilim] bizler, sınıfsal safımız konusunda net olmamız gerektiğine inanıyoruz. Patronlara, toprak sahiplerine, bürokratlara ya da yolsuzlukla suçlananlara meydanı bırakamayız. Fakat tabanı veya Başkanla uyuşmayanları dışlamak tamamen yanlış olacaktır. Herkes Vera’nın işçi sınıfını temsil etmediğini biliyor. FBT UNT içinde azınlık durumunda olmasına rağmen, o kalkıp tüm işçiler namına konuştu. Bu nedenle PSUV’nin, herhangi bir koşul öne sürmeden ve belli birtakım haklarını almadan tüm iç akımları kabul etmesi için mücadele ediyoruz. Kimse kendi grubunu dağıtmaya zorlanmamalı. Bu tamamen keyfi ve tartışmayı başlamadan durdurmaya yönelik olmuş olur. Ve Başkanın ve örgütlenme komitesinin bu konularla ilgili tutumunu bilme ihtiyacı duyuyoruz.
link: Marksist Tutum, Venezuela İşçi Hareketinin Sorunları Üzerine, Ekim 2007, https://marksist.net/node/1643
Dur Demeliyiz Artık
Kapitalist Eğitimin Eşitsiz ve Gerici Doğası