34 insanı canından eden Uludere katliamının acısı halen yüreklerde. AKP hükümetinin ve medyanın yaydığı kirli propagandayla, katliama karşı toplumda duyarsızlık hâkim kılınmaya çalışılıyor. Bu bastırma operasyonunu boşa çıkartmak amacıyla Türkiye Barış Meclisi’nin 4 Şubatta düzenlediği “Uludere’yi Konuşuyoruz” başlıklı panelde, katliamla ilgili gerçekler anlatıldı. “Tanıklıklar” ve “izlenimler” olmak üzere iki oturumdan oluşan panel Taksim Hill Otel’de gerçekleştirildi.
Barış Meclisi/Meclisa Aşitiye’nin düzenlediği bu panelin birinci oturumunda, Uludere katliamı tanıkları ve mağdurlarından Ferhat Encü, Garibe Ürek ve Hikmet Alma yaşadıklarını anlattı. İkinci oturumda ise Uludere’ye giden sanatçı İlkay Akkaya, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Meryem Koray, Araştırma ve Kültür Vakfı Başkanı Cevat Özkaya gördüklerini ve izlenimlerini aktardılar.
Açılış konuşmasını Barış Meclisi adına gazeteci-yazar Hakan Tahmaz yaptı. Tahmaz Uludere katliamını Türkiye için büyük bir fay kırılması olarak değerlendirdi: “Türkiye yeni bir savaş konsepti uygulamasına girmiştir. Buna göre ‘Kürt vardır ama bizim verdiğimiz kadar hakları vardır, bizim beğendiğimiz Kürtler için haklar vardır’ uygulamasıdır bu.”
Toplantı, katliam sonrası görüntüler ve mağdurlarla yapılan röportajlardan oluşan sinevizyon gösterimiyle devam etti. Katledilenlerin yakınlarının yaşadıklarını, ilkokul öğrencisi bir çocuk “bu nasıl adalettir” diyerek anlattı. Aynı yaşta olan bir diğeri ise okuldaki ırkçı-asimilasyoncu eğitime ve tüm Türkiye vatandaşlarının eşit olduğu yalanına isyan etti.
Kaza Değil Katliam
Birinci oturum gazeteci Nevzat Çelik moderatörlüğünde başladı. İlk olarak söz alan Ferhat Encü, “Roboski’den 34 güvercinin selamını getirdim size” diyerek konuşmasına başladı. “Operasyon kazası” açıklamasını yapan hükümete şöyle seslendi: “Kimseyi kandıramazsınız, vicdanı olan kimseleri kandıramazsınız. Şunu beklerdik: Madem kazaydı failleri neden bulunmadı? Failleri bellidir! Şikâyetçi olduğumuz için gözaltına alındık. ‘Niye toplu gömdünüz, o bez parçasına niye sardınız’ gibi sorularla karşılaştık. ‘BDP neden sahiplendi’ dediler. Ya kim sahiplenseydi? Başbakan gelseydi o halde!” Kaymakama yönelik tepkiyi de hatırlatan Encü, şöyle devam etti: “Bunu da bilerek yaptılar. Taziye çadırına bilerek, ‘bir şeyler olsun da, bu işin üstünü kapatalım’ düşüncesiyle gönderdiler. Aileler ‘gelmeyin’ dedi. Ama dinlemediler. Sonunda da olay yaşandı ve katliamda yakınlarını kaybeden 5 köylü tutuklandı.”
Encü, 70’e yakın köylü hakkında da arama kararı olduğunu, isimleri kontrol noktalarına verildiği için hasta olduklarında bile köyden çıkamadıklarını söyledi. “Eğer bu katliamın faillerini cezalandırmazsanız, katliamdan sizi sorumlu tutacağız” diyerek hükümete seslenen Encü, son olarak şöyle konuştu: “Biz barış istiyoruz. Tek taraflı barış olmuyor. Siz de isteyin. Yıllardan beri barışı ve bu sorunun çözümünü istiyoruz.”
Katliamda nişanlısını kaybeden Garibe Ürek de katledilenlerin sınır ticareti yaptığını, kaçakçılık sayılmadığını ve bunun da zaten herkes tarafından bilindiğini kaydetti. Sınır ticaretini yapmaya mecbur olduklarını, zira iş olanaklarının, fabrikaların olmadığını söyledi. Garibe Ürek, nişanlısının ardından yaşadığı acıyı da şu sözlerle dile getirdi: “Temmuz ayında nişanlandık, evlenecektik. Bütün hayallerimi nişanlım üzerine kurmuştum. Onunla birlikte benim hayallerim de gömüldü. Orada birlikte büyüdüğüm, kardeşim dediğim Yüksel ve Salih’i de kaybettim. Kim nişanlımı, Yüksel’i, Salih’i geri getirecek? Bizi nasıl teselli edeceksiniz? Köylüler katliam bölgesine ulaştığında 13 kişi yaralıymış. Onlara belki zamanında yardım götürülseydi, helikopterler gelseydi, belki de hayatta olacaklardı.”
Hikmet Alma ise kendisinin de bu işi yaptığını, o gün kendisinin yerine kardeşinin gittiğini söyledi. Alma şu bilgileri verdi: “Katliama uğrayanlar daha giderken Heronların dolaştığını, askerlerin o bölgeye gittiğini bize telefonda söylediler. Dönüşte askerler önlerini kesmiş ve bombalamışlar. O sırada yaralılar köyü aradılar. Biz yaklaşık 200 kişi koşarak gittik olay yerine. Askerler de alaya doğru koşarak dönüyorlardı. Olay yerine gittiğimizde, vücutları daha sıcaktı. Belki hayatta olanlar vardı içlerinde. Zamanında müdahale edilseydi, hükümet helikopter gönderseydi, belki de hayatta olabileceklerdi.”
İkinci oturum İmam Canpolat moderatörlüğünde başladı. Söz alan aydın ve sanatçılar genel olarak şu izlenimleri aktardılar.
· Ölen 34 Kürt köylüsü kaçakçı sayılamaz, sınır ticareti yapan kişilerdir.
· Sınır ticareti için aynı güzergâhın sürekli kullanıldığı ve güvenlik kuvvetleri dâhil herkesçe bilindiği, kullanılan yolun büyük kısmının patika yol olmadığı, yolun üstünde maden ocaklarının olduğu tespit edilmiştir.
· Olay sonrası köylüleri almaya gidenler arasında kadınların öncülük rolü, ataerkil toplum anlayışına karşı kadının mücadeleyle birlikte öne çıkması çarpıcı bir şekilde gözlemlenmiştir.
· Olay sonrası konuşan bir yaşlı kadının anlatımı aynen şöyle: “Çocuklarımızın yanına birer tane silah koyup onları ‘terörist’ gibi göstereceklerdi. Askerden önce biz oraya gittik, oyunlarını bozduk.”
· Karakol ve gözetleme kulelerinin olay yerine yakın olmasına rağmen, olay sonrası korucular ve diğer kişiler askeri birimlere haber verdiği halde olay yerine hiçbir görevli, yetkili gitmemiştir.
· Ağır yaralı kişilerin yardım gitmediği için ve kimisinin de soğuktan donarak öldükleri ihtimali kuvvetlidir.
· Katliama uğrayanların cenazeleri katır üstünde köylülerin çabasıyla taşınmıştır.
· Burjuva medyanın görmezlikten, duymazlıktan geldiği ilk 12 saat ve sonrasında da benzer tutumu devam etmiştir.
· Bu katliam, Türk egemen zihniyetin Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşın ürünüdür.
· Bu olayda, gerçek suçluların yanında toplumun da genel olarak örgütsüzlüğünün rolü vardır.
· Bu katliamın aydınlatılması, faillerinin bulunup cezalandırılması hepimizin boynunun borcudur.
Faili Devlet!
Katliamcı geleneğini sürdüren devlet, Kürt halkına karşı Uludere’de bir katliama daha imza atmıştır. Devlet katliamın ardından bile KCK kapsamında Kürt hareketinin belini kırma operasyonuna hız kesmeden devam etmiştir. BDP’li yöneticilere, Kürt ve sosyalist basına, Kürt hareketinin yanında yer alan aydınlara, avukatlara karşı yürütülen tutuklama dalgası, medyanın ırkçı-şoven kampanyası eşliğinde servis edilmiştir. Dağlarda Kürt gerillaları kimyasal silahlarla katletmeye girişen devlet güçleri, cesetlere işkence etmekten bile geri durmamışlardır. Sokaklarda eylem yapan binlerce Kürt çocuğu ailelerinin elinden alınmakla tehdit edilerek, Kürt ana-babaları evlatlarının polisi olmaya zorlanmıştır. Kürtleri mecliste temsil eden BDP’ye karşı baskılar devam ediyor.
Tüm bu baskılara, katliamlara rağmen barışı dillendirmekten bıkıp usanmayan Kürt halkının sesi duyulmalıdır. Uludere katliamı başta olmak üzere tüm katliamların faillerinden hesap sorulmalıdır. Kürt halkının talepleri derhal yerine getirilmelidir! On yıllardır Kürtleri, devrimcileri, işçileri, aydınları katleden devletten hesap sormak, devrimci işçi sınıfının boynunun borcudur!
link: Marksist Tutum, Uludere Tanıkları Gerçekleri Anlattı, 8 Şubat 2012, https://marksist.net/node/2920
6 Öğrenciye 63 Yıl Hapis Cezası!
“Lefter’i Severim Ama Lefterleri Sevmem”