İşçi sınıfı hareketi içinde gerçek anlamda enternasyonalist bir çizginin yerleştirilmesi hedefiyle yayın hayatına başlayan aylık Marksist Tutum dergisini devrimci duygularla selamlıyoruz. Aşağıda derginin içinde yer alan yazıların başlıklarını ve Çıkarken adlı yazıyı yayınlıyor ve burada belirtilen doğrultunun başarıya ulaşmasını diliyoruz: “Marksist Tutum gökten zembille inmiyor, uzun ve zorlu bir yoldan gelerek işçi sınıfı hareketi içinde gerçek anlamda Marksist bir damar açma çabasının ilerletmeyi hedefliyor. Marksist Tutum’un, özellikle kendisini milliyetçilikten ve reformizmden arındırmayı başarmış, geçmişin derslerini hazmetmiş yeni bir Marksist işçi ve gençlik kuşağının şahsında muhatabını bulacağına varlığımızın tüm gücüyle inanıyoruz.”
Marksist Tutum, Nisan 2005, sayı:1
- Çıkarken
- Temel Görüşlerimiz
- Akın Erensoy, Irak’taki Emperyalist Savaşın İkinci Yılı
- Levent Toprak, Neden İşçi Sınıfı
- Mehmet Sinan, AB Süreci ve Burjuva İktidar Bloku İçindeki Çatışma
- Elif Çağlı, Enternasyonalle Kurtulur İnsanlık
- Newroz ve Karayüzlerin Şoven Harekâtı
- Sosyal Güvenlik Saldırısı ve SSK Sorunu
- Kerem Dağlı, SEKA Direnişinin Ardından
- Cem Keskin, TARİŞ Direnişi
- 1 Mayıs’a Doğru
ÇIKARKEN
Dünya çapında büyük bir toplumsal bunalım mayalanıyor. Genel bunalımın işaretlerini hemen her alanda görmek mümkün. Zenginlik giderek daha az sayıda elde yoğunlaşırken diğer kutupta sefaletin safları görülmemiş ölçüde kalabalıklaşıyor. Bir yanda refah diğer yanda mahrumiyet artıyor. İşçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar üzerindeki ekonomik, sosyal ve siyasal baskı şiddetleniyor. İşsizlik artıyor, çalışma koşulları ağırlaşıyor, geleceğe yönelik güvensizlik hissi kahredici biçimde büyüyor. İşçi sınıfının uzun mücadeleler ve ağır bedeller sonucu elde ederek insanlığa mal ettiği ekonomik, sosyal ve demokratik kazanımlar yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor.
Buna paralel olarak otoriter ve militarist eğilimler dünya çapında güç kazanıyor. Ahlâki ve kültürel yozlaşma eşi görülmemiş boyutlara varmış durumda. Bir yanda tüm dünya toplumunu birbirine bağlayan ve yaklaştıran nesnel olanaklar geliştiği halde, diğer yanda etnik, dinsel, mezhepsel vb. düzeylerde ayrışma ve kutuplaşma yaşanıyor. Tüm bunlara eşlik eden ve gezegen üzerindeki canlı hayatı tehdit eden ekolojik kriz alâmetleri de cabası.
Bu tablonun temel bir bileşeni olarak, yaklaşık çeyrek yüzyıldır dünya kapitalist sınıfı hücumda ve dünya işçi sınıfı ile sosyalist hareket de ricat halinde. Kısmi ya da geçici çıkışlar bir yana bırakılırsa genel tablo budur. Uzun süredir mayalamakta olan bunalım, yüzyıl önce ortaya konmuş ikilemi daha yüksek bir düzeyde yeniden gündeme getiriyor: ya sosyalizm ya barbarlık! Sistemin genel bunalımı tüm insanlığı bu tarihsel kavşağa bir kez daha getirmiş durumda.
Ancak bir yandan barbarlığın dinamikleri böyle doludizgin işlerken, insanlığın kurtuluş mücadelesinin dinamikleri de yavaş yavaş kendini tekrar göstermeye başlıyor. Ruhlarını düzene satmış miyopların iddiasının aksine, işçi sınıfının mücadele potansiyeli hiç de yitip gitmiş değil. Özellikle Latin Amerika’nın bir dizi ülkesinde son yıllarda yaşanan halk ayaklanmaları ve oluşan devrimci durumlar işçi sınıfının mücadele potansiyelinin tükenmeyen bir kaynak olduğunu gösteriyor.
Ancak asıl sorun bu noktadan sonra başlıyor, çünkü bize tarihsel iyimserliğimizi veren bu kaynak, temel meseleyi çözmeye yetmiyor. Bu enerjinin uçup gitmemesini sağlayacak bir pistona ihtiyaç var: devrimci önderlik! “İnsanlığın krizi önderlik krizine indirgenmiştir” sözü gerçekliğin yalın bir anlatımı olarak güncelliğini hissettiriyor. İşçi sınıfının dünya çapında devrimci önderliği inşa edilmedikçe, yaşanacak daha nice devrimci kalkışmaların sonuçsuz kalması mukadder. Bu bakımdan Lenin’in yüzyıl önce “Ne Yapmalı?” sorusuna verdiği cevap, bugün yirminci yüzyıl tarihinin en büyük dersi olarak karşımızda duruyor.
Marksist Tutum’un çizgisini belirleyecek olan temel düstur da işte bu büyük tarihsel ders olacaktır. Bu bakımdan Marksist Tutum dünya çapında önderlik krizinin ancak bu büyük tarihsel ders ışığında çözülebileceğine inanmaktadır ve büyük, aceleci laflar etmenin cazibesine kapılmaksızın bu yolda inatçı bir köstebek gibi canla başla çalışma azmindedir.
Bunun en temel şartını ise net ve doğru görüşlere dayanan bir perspektife sahip olmak olarak görüyoruz. Çabamız böyle bir perspektifin dünyada ve yaşadığımız coğrafyada etkin bir güç haline gelmesi içindir.
Okurlar bu perspektifi oluşturan öğeleri şüphesiz derginin tüm yayın hayatı boyunca görecekler. Bu ilk sayımızda yer alan Temel Görüşlerimiz başlıklı metinde bu öğeler topluca sunulduğu için burada bunları ayrıca belirtme gereği duymuyoruz. Ancak bunlar içinde burada özellikle vurgulama ihtiyacını duyduğumuz bir tanesi var ki, o da perspektifimizin temel direği olarak gördüğümüz enternasyonalizm ilkesidir. Bu yayının sayfalarında, Türk solunun hücrelerine sinmiş ve her fırsatta başını gösteren milliyetçi eğilimlere zerrece taviz vermeyen, uluslararası işçi hareketinin devrimci ilke ve geleneklerine yakışan katıksız bir proleter enternasyonalist ruh yaşayacaktır.
Milliyetçiliğin yükselme eğiliminde olduğu ve “yurtseverlik” türü kavramlarla muhtemelen daha da güçlenip sol bir kisveye büründürüleceği bir sürece girdiğimiz şu yeni dönemde, kararlı bir enternasyonalist duruş giderek daha güncel ve acil bir önem kazanıyor. Zira ne yazık ki bizim topraklarda sosyalizm, komünizm, Marksizm adına mangalda kül bırakmayanlar, Komünist Manifesto’nun “proletaryanın vatanı yoktur” şiarı karşısında binbir dereden su getirip kem küm ediyorlar.
Enternasyonalizm ilkesini özellikle vurguluyoruz, çünkü yukarıda bahsettiğimiz gerileme ve yenilgi sürecinin en temel özelliklerinden birisi, bu ilkenin uzun yıllar boyunca arsızca çiğnenmiş ve içinin boşaltılmış olmasıdır.
Diğer taraftan dünya çapındaki bu gerileme sürecinin Türkiye’deki izdüşümü ise, birtakım özel etmenlerin bir araya gelmesiyle çok daha ağır oldu. Bu nedenle Türkiye’de sol hareketin krizi de katmerli olmuştur. Dünya çapındaki gerileme, Türkiye’de ağır bir askeri darbeyle ifade bulmuştur. Faşist nitelikli bu darbe tüm işçi hareketini ve sosyalist hareketi bir silindir gibi ezmiştir. Bunun üstüne bir de Stalinist bürokratik diktatörlüklerin 10 yıl sonraki çöküşü, tüm eğitimini Stalinist tahrifat okulunda almış Türkiye solu için ikinci bir balyoz darbesi oldu. Bu katmerli yenilgi süreci, ideolojik belkemiği zaten zayıf olan solun saflarında tam bir tasfiyeci dalgaya yol açtı.
Oysa bu girdaptan sağlıklı bir çıkışın ilk ve temel adımı, geçmişe yönelik gerçek anlamda devrimci bir muhasebe olmalıydı. Ne yazık ki bu pek yapılmadı. Geçmişin muhasebesinden kaçanların ya da bu konuda yarım yamalak, kaçamak tutumlar sergileyerek zevahiri kurtarmaya çalışanların, yeni bir yükselişe katkıda bulunmaktan ziyade köstek olmaları daha yüksek olasılıktır. “Muhasebeye gerek yok, işimize bakalım” aymazlığına kapılanların sonu hüsran olmuştur, olacaktır.
Tahribat büyüktür, bunu hafife alanlar yanılmaktadır. Geçmişteki devrimci atmosferin, düzenin pisliğine karşı oluşturduğu panzehir ve bunun arındırıcı etkisi şimdi mevcut olmadığı için, her türlü laçkalığın ve liberal tutumun sol safları sardığının bilincine varmak gerekiyor. Birçok durumda önümüze çıkan sert radikal söylem de bizi aldatmamalı. Gerçekte bu söylem genellikle altta yatan derin inançsızlığın ve laçkalığın üzerini örtmektedir.
Bu nedenle yeni bir dirilişin temel ayaklarından birini, yeni bir devrimci Marksist kültür ve tabir caizse terbiye inşa etmek oluşturuyor. Bu noktada, eskinin yanlışlarından arınmanın temel bir boyutu, tam da küllendirilmeye çalışılan eskinin olumlu değerlerini yeniden üretmektir. Ne yazık ki kuşaklar arasında büyük bir kopukluk yaşanmıştır ve bunun en vahim sonuçlarından birisi büyük bir ciddiyet bunalımı olarak boy göstermiştir. O nedenle Marksist Tutum, tarz-tutum-stil sorununa büyük önem vermektedir. İşçi sınıfı hareketi ve duyarlı gençlik kesimlerinin içinde devrimci bir çekim odağı ve otoritenin yeniden oluşması, şüphesiz başka birçok faktörün yanı sıra, bu ciddiyetin yeniden tesis edilmesinden geçiyor.
Bu çabanın çabuk sonuç vereceği beklentisi içinde değiliz, önümüzde sabır ve inatla dolu uzun bir çalışma perspektifi var. Esasen kırılması gereken en kötü alışkanlıklardan birisi, neredeyse yirmi yıldır Türkiye solunun iliğini kemiren bu çabuk ve kolay başarı beklentisidir. Sınıf mücadelesinin kirine pasına elini bulaştırmaktan ve uzun soluklu, sebatlı bir çabaya girişmekten imtina edenler, yirmi yıldır o proje senin bu platform benim dolaştıkları halde ortaya pek iç açıcı bir sonuç çıkmadığını acaba idrak edebiliyorlar mı? Bu noktada bir kez daha ciddiyete davet etmekten ve tarihin hiçbir zaman zorlu sorunların çözümü için kestirme yollar sunmadığını hatırlatmaktan başka elden ne gelir.
Marksist Tutum gökten zembille inmiyor, uzun ve zorlu bir yoldan gelerek işçi sınıfı hareketi içinde gerçek anlamda Marksist bir damar açma çabasını ilerletmeyi hedefliyor. Marksist Tutum’un, özellikle kendisini milliyetçilikten ve reformizmden arındırmayı başarmış, geçmişin derslerini hazmetmiş yeni bir Marksist işçi ve gençlik kuşağının şahsında muhatabını bulacağına varlığımızın tüm gücüyle inanıyoruz.
link: Marksist Tutum, Marksist Tutum dergisi çıktı, 7 Mayıs 2005, https://marksist.net/node/554
Deniz Gezmiş,Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan
Konut Sorunu Nasıl Çözülür?