Van, 23 Ekimde, Anadolu’nun son yüz yıldır tanık olduğu en büyük depremlerden biriyle sarsıldı. 7,2 büyüklüğündeki deprem sonucunda, Erciş başta olmak üzere Van’ın ilçelerinde ve merkezinde, çok katlı apartmanların yanı sıra, aralarında okulların, sağlık ocaklarının, otellerin, bir öğrenci yurdunun da bulunduğu binlerce bina yıkıldı. Pek çok köy adeta haritadan silindi. Binlerce insan yaralanırken, ilk 48 saat içinde enkaz altından 400’e yakın insanın cansız bedeni çıkarıldı. Depremin ilk gününde, yıkılan binaların altında kalan yüzlerce insanın “kurtarın bizi” çığlığı etraftakileri kuru insan gücüyle hiçbir şey yapamamanın çaresizliğine sürüklerken, devlet akşam saatlerine kadar ortada yoktu. Kızılay deprem bölgesine ilk gün 1200 çadır ve 4500 battaniye götürmekle övünürken, on binlerce insan o geceyi sıfırın altına inen hava sıcaklığına rağmen çoluk çocuk sokakta geçirmek zorunda kaldı. Enkazı kaldıracak iş makinelerini, arama kurtarma ekiplerini ve sağlık görevlilerini derhal koordine edip devreye sokmaya sıra geldiğinde, “güçlü devlet” sırra kadem bastı.
Çok açık ki, yüzlerce insanın ölmesinin, on binlercesinin evsiz kalmasının ve acılara sürüklenmesinin asıl sorumlusu, insan yaşamını hiçe sayan kapitalistler ve onların koruyucusu olan devlettir. Bir doğa olayı olan depremi afet haline getiren şey kapitalizmdir. Daha fazla kâr uğruna eksik ya da bozuk malzeme kullanılırken devlet gerekli denetimi yapmamış, bu duruma göz yumarak depremin sonuçlarını hazırlamıştır. Bu toprakların deprem bölgesi olduğu bilindiği halde devlet hiçbir önlem almamış, dayanıklı konutlar inşa edilmemiştir. 26 saniyede yalnızca köylerde değil ilçe ve kent merkezlerinde de binlerce evin çökmesi, üstelik okul, yurt gibi devlet binalarının bile yerle bir olması bunun bir göstergesidir.
Deprem bölgesinde pek çok insan halen enkaz altında. Elektrik ve suyun kesik olduğu bölgede, su, ekmek, battaniye ve çadır ihtiyacı had safhada yaşanıyor. Türkiye’nin dört bir yanındaki vicdanlı emekçi kitleler Vanlı kardeşlerinin yaşadığı acıları gönülden paylaşarak deprem bölgesine yardım malzemeleri yağdırmalarına rağmen, binlerce insana hâlâ en ufak bir yardım ulaştırılmamış durumda. Gölcük depreminden de bildiğimiz gerçek o ki, depolar ağzına kadar yardım malzemeleriyle doluyken, gerek organizasyon bozukluğu, gerek politik ayrımcılık, gerekse soysuz yetkililerin bu malzemeleri maddi çıkar kapısı olarak görmeleri yüzünden depremzedelere yardımlar ulaşmıyor, ulaştırılmıyor. Üstelik BDP’li belediyelerin ya da Kürt örgütlerinin gönderdiği yardımların Kızılay üzerinden dağıtılması dayatılıyor. Ancak, büyük çoğunluğunu yoksul Kürt emekçilerin oluşturduğu depremzedelerin tek sorunu bu değil. Onlar kayıplarının acısıyla yanarken, açlıkla, soğukla boğuşurken, bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de insanlıktan çıkmış şoven sürüsünün hışmına uğruyorlar.
Kürt sorununu çözümsüzlüğe hapseden ve savaşı yeniden tırmandıran TC, burjuva medyayı da dördüncü kol olarak kullanıp, halklar arasında kin ve nefret tohumları ekmekte pek mahir. BDP’li belediye başkanları, parti meclisi üyeleri ve her düzeyden partili KCK operasyonu adı altında her gün beşer onar hapse atılırken, Genelkurmay 17 Ağustostan bu yana 270 PKK’linin öldürüldüğünü açıklarken, Kürt ve Türk anaların yüreği her gün yeni ölüm haberleriyle dağlanırken, Kürt halkı baskıyla susturulmaya çalışılıyor, Türk halkı ise üzerine boca edilen şovenizm zehriyle devletin yanına çekiliyor. Çukurca’da ölen askerlerin ardından dozu artan kışkırtmalar sonucunda, Kürtlerin evleri, dükkânları basıldı, batıdaki Kürt öğrenciler dövülüp evlerinden atıldı, faşistler sokaklara döküldü. Devletse intikam çığlıklarıyla kelle avına çıktı. İşte deprem tam da bu süreçte meydana geldi.
“Deprem her ne kadar Van’da da olsa hepimiz üzüldük!” Irkçı zihniyeti faş eden bu ibretlik ifadeyi Habertürk spikeri canlı yayında kullanıyor. Benzer ifadeler başka spikerlerin ağızlarından da dökülüyor. Bir atv sunucusu, “Herkes haddini bilecek. Yeri geldi mi taş atacaksınız, kuş avlar gibi avlayacaksın, sonra yardım isteyeceksin. O polisler hemen yardımına koştu oradakilerin. O taş atanların eli kırılsın” diyerek Kürtlere duyduğu ırkçı nefreti saçıyor ekranlardan. BDP’nin depremzedelere yardım için “seferberlik kampanyası” başlatmasının hemen ardından devlet ve “iliştirilmiş” medyası harekete geçiyor ve üstüne basa basa, “örgüt depremi bahane edip para topluyor, bağışlarınızı Başbakanlık Afet Koordinasyon Merkezine yapın” uyarılarında bulunuluyor televizyon kanallarında. Facebook’ta, Twitter’da, internet gazetelerinin okuyucu yorumlarında ise daha korkunç bir ırkçılık kusuluyor.
Burjuva devletin on yıllardır topluma enjekte ettiği şovenizm zehri, bu zehirle insanlıktan çıkmış olanlara, yüzlerce insanın öldüğü, on binlerin acılar içinde kıvrandığı bir yıkım karşısında bile böylesine rezil ırkçı tepkiler verdirebilmektedir. Bunların milyonların izlediği medya organlarında boy göstermesi elbette tesadüf değildir. Zira burjuva medya, geniş emekçi yığınları, sermayenin çıkarları doğrultusunda paralize etmenin temel aracıdır. Onları ezilen halkların, sömürülen sınıfların acılarına tepkisiz kıldırmanın, on yıllardır yürüyen kanlı bir savaşı “terör eylemleri” olarak manipüle etmenin, deprem Kürt illerini vurduğunda içten içe “oh olsun” dedirtmeye çalışmanın en kirli aracı!
Burjuvazi bir yandan halkları birbirine düşürüp kendi gemisini yürütmeye çalışırken, öte yandan daha fazla kâr uğruna emeği ve doğayı iliklerine dek sömürmektedir. Olağan doğa olayları olan yağmurların, depremlerin, tsunamilerin afete dönüşmesinin tek sorumlusu, bu akıldışı kâr düzenidir. Emekçi kitleler bu sömürü düzeninin yaşamasına izin verdikçe, “doğal” sıfatı takılarak mazur gösterilen afetlerin de, haksız ve emperyalist savaşların da, iş cinayetlerinin de, yoksulluğun da, açlığın da sonu gelmeyecektir. İnsanlığı yok etmeye programlı bu sistemi toplumsal bir depremle yerle bir etmek için örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
link: Marksist Tutum, 7,2 Değil Kapitalizm Yıktı!, 25 Ekim 2011, https://marksist.net/node/2772
Halkların Demokratik Kongresi Kuruldu
Özel Yetkili Mahkemeler Kapatılsın