İran’da 28 Aralıkta başlayan protesto gösterileri dünya gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. Yaşanan protesto dalgası hem İran’ın iç siyasi tablosunu kavramak hem de Ortadoğu’da yürüyen emperyalist savaş sürecine olası etkilerini anlamak bakımından önem taşıyor. Gelişmelerin ne yönde evrileceğine ve olası etkilerine projeksiyon tutabilmek için, hareketin sınıfsal bileşimini, gösterilerin yaygınlığını ve kitleselliğini, altında yatan sosyal, ekonomik ve siyasi nedenleri ele almak, göstericilerin öne sürdükleri taleplere bakmak, 2009’daki “yeşil hareket”le[*] olan benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymak gerekiyor.
Özetle şunları ifade etmek gerekiyor ki; bu protestolar rejimi sarsacak boyutlara ulaşmamıştır, ama rejim tarafından bastırılsa veya şimdilik sönümlense de altında yatan nesnellik değişmediği için güçlenerek tekrarlayacağı da açıktır. Ortadoğu’da yürüyen emperyalist kapışma bağlamında, İran’daki muhalif hareketlerden ve bu örnekteki gibi toplumsal patlamalardan başta ABD olmak üzere çeşitli emperyalist ve bölge güçlerinin yararlanmaya çalıştığı, çalışacağı da bellidir.
İran, işçi sınıfının ve sol-sosyalist hareketlerin önemli bir tarihsel geleneğe dayandığı bir ülkedir. Ayrıca, genel olarak bölge ülkelerini etkileyecek bir konuma ve ağırlığa sahip olan bu ülkede yaşanan veya yaşanacak toplumsal hareketlenmeler kolayca çevre ülkelere sıçrama veya oraları da etkileme potansiyeline sahiptir. Bu da Ortadoğu gibi emperyalist savaşın merkez üssü konumundaki bir coğrafya açısından meseleyi daha da mühim kılmaktadır.
Emperyalist savaşın kasıp kavurduğu Ortadoğu coğrafyasının baş aktörlerinden İran’da yaşanan bu gelişmeler, içinden geçtiğimiz dönemin çelişkili karakterine de örnek teşkil etmektedir. Bir yanda kriz ve savaş devam eder ve iktidarların otoriter eğilimleri güçlenirken, diğer yanda da işçi-emekçi halkların öfkesi birikmekte, tepkisi artmakta ve zaman zaman da bu örnekte olduğu gibi patlamalarla kendini dışa vurmaktadır. Sorun, giderek sıklaşacağı ve yayılacağı aşikâr olan bu patlamalarla açığa çıkan enerjinin doğru yöne kanalize edilebilmesi ve bunun için gerekli siyasi örgütlenmelerin yaratılabilmesidir.
“Halk yoksul, mollalar ise tanrı gibi yaşıyor”
İran’da 28 Aralıkta başlayan ve 1 Ocağa kadar yoğunluğu artarak süren, sonrasında ise hız kaybetmeye başlayan protesto dalgasının Meşhed kentinde başlamış olması dikkat çekicidir. Mollaların ve muhafazakâr kesimin güçlü ve etkili olduğu bu kentte, halk, yüksek faizle para alıp satan bankerlere kaptırdıkları paralar konusunda hükümetin hiçbir şey yapmaması karşısında sokağa dökülmüştür. Protestoların ilk olarak bu kentte başlaması ve ekonomik şartları eleştiren sloganların yanı sıra “reformcu” Ruhani’yi ve hükümeti eleştiren sloganlar da atılması, gösterileri muhafazakârların başlattığı şeklinde yorumlara yol açmıştı. Oysa ne gösteriler ne de göstericilerin sloganları sadece bu kentle ve Ruhani’yle sınırlı kalmıştır. Cumhurbaşkanı Ruhani’yi hedef alan sloganlar kadar “Ayetullah’a ölüm” gibi İran açısından çok radikal denebilecek sloganlar da atılmaya başlanmış ve gösteriler hızla başka kentlere ve bölgelere sıçramıştır. İlk günkü gösteriler asıl olarak Meşhed kentinin de yer aldığı Horasan bölgesinde gerçekleşirken, ikinci gün Belucistan (ülkenin güney doğusunda ve Pakistan sınırında, Sünni nüfusun da yoğun olduğu bir eyalet), İsfahan, Kuzistan, Kum, Mazandran, Kirmanşah, Hamedan, Kazvin ve Gilan’da da protestolar başlamıştır. Protestoların yayılma eğiliminin İran’ın orta ve batı bölgelerine doğru olması önemlidir, çünkü orta kesimde yer alan İsfahan ve Kum gibi kentler Şiiliğin ve Farsiliğin de güçlü olduğu kentlerdir, özellikle Kum kenti Şiiler açısından büyük kutsiyet taşımaktadır. Kirmanşah, Hamedan ve Gilan gibi kentler ise İran Kürdistanı’nda yer almaktadır ve protestoların Kürt bölgelerine de yayıldığını göstermektedir. Üçüncü gün ise protestolar daha çok Azerilerin yaşadığı kuzey bölgelerine, Arap nüfusun da bulunduğu güneydeki bazı kentlere ve en nihayetinde Tahran’a ulaşmıştır. Dördüncü güne girildiğinde protestolar 50’den fazla şehre yayılmış ve özellikle bazı şehirlerde oldukça kitlesel gösteriler gerçekleşmiştir.
Protestocuların attıkları sloganlar ise son derece çeşitlilik arz eden bir görünüme sahiptir ve bu durum hareketin niteliği hakkında fikir vermektedir. Öne çıkan sloganlardan bazıları şunlar olmuştur; “Seyyid Ali (Hamaney) utanç duymalı ve ülkeyi rahat bırakmalı”, “Diktatöre ölüm”, “Ayetullah’a ölüm”, “Halk yoksul, mollalar ise tanrı gibi yaşıyor”, “Hayatım Gazze ve Lübnan için değil, İran içindir”, “Suriye’yi değil bizi düşünün”, “Fiyatlara ölüm”, “Reformcular, muhafazakârlar, oyun bitti”, “Özgürlük ya da ölüm”, “Siyasi tutuklular serbest bırakılsın”, “Kadın düşmanı hükümet istemiyoruz”. Bu çeşitlilik ve farklılık, göstericilerin bileşimini ortaya koyması bakımından da önemli bir işarettir. Rejime öfke ve tepki duyan farklı kesimler farklı slogan ve taleplerle sokaklara çıkmıştır.
6 Ocak tarihi itibariyle 70’e yakın şehre yayılmış bulunan ve yüz binlerce insanın katıldığı gösterilerde resmi rakamlara göre 21 kişi hayatını kaybetmiş, 1500’ü aşkın protestocu da gözaltına alınmıştır. Bazı şehirlerde göstericilerle polis arasında silahlı çatışmalar yaşanmış ve yine resmi makamlara göre bir polis göstericiler tarafından açılan ateş sonucu öldürülmüştür. Ayrıca tam doğrulanmayan bir iddia da, kuzey sınırına yakın bir bölgede 3 istihbarat ajanının isyancılar tarafından kaçırıldığı veya öldürüldüğü yönündedir.
Hükümet eylemlerin daha da yayılacağı korkusuyla ağır bir bastırma harekâtına girişemedi. Bunda Ruhani’nin özel durumu ve tavrı belirleyici rol oynamıştır. Muhafazakâr kesimin başında bulunan dini lider Ayetullah Hamaney’in sert açıklamalarına rağmen “reformcu” Ruhani sürekli ılımlı mesajlar vermiştir. Hamaney gösterileri “ülke düşmanlarının para, silah ve ajanlarını kullanarak başlattığı”nı söylemiş ve “dış güçler”i yani ABD, İngiltere ve İsrail’i sorumlu tutarak bunların ülkeyi karıştırmaya çalıştığını ifade etmiştir. Kısacası, Hamaney’in temsil ettiği muhafazakârlar –tanıdık bir şekilde– gösterileri dış güçlerin kışkırttığını ve şiddetle bastırılması gerektiğini savunmuşlardır. Bu söyleme, muhafazakâr kesimin harekete geçirdiği belli olan ve sayıları genelde birkaç bin kişiyle sınırlı kalan rejim yanlısı gösteriler eşlik etmiştir. Buna karşılık “reformcu” kesimin temsilcisi durumundaki Ruhani ise mecliste yaptığı konuşmada protestoların bir tehdit olarak değil, insanların sorunlarını görmek için bir fırsat olarak görülmesi gerektiğini söylemiştir. Ruhani’nin bu tutumunun altında yatan temel neden, İran’da uzun süreden beri devam eden iktidar içi kapışmadır.
Gösterileri ezmeye ve şiddetle bastırmaya yönelik politikaların uzun vadede tepkileri daha arttıracağı ve hem muhafazakârların elini güçlendireceği hem de Ruhani’yi devirmeye dönük bir yola girebileceği muhtemeldir. Ayrıca Ruhani’nin, bu protestolarla esen değişim rüzgârlarını arkasına alarak reformlara hız verme yoluna girmesi ve muhafazakâr kesimin üzerine yürümesi ihtimali de az değildir. Ancak bazı faktörler bu noktada Ruhani’yi endişelendiriyor. Birincisi protestoların iyice kontrolden çıkarak kendi iktidarını hedef alan bir düzeye ulaşması riski, ikincisi de içinde bulunulan emperyalist savaş koşullarında ABD gibi dış güçlerin eline koz verilerek “Suriye’ye benzeme” korkusudur.
Bu kaygılarla hareket eden Ruhani, gösterilere katılan kitlelerin üzerine çok fazla gitmemiş, ılımlı açıklamalarla yetinmiş ve nihayetinde de meclisi toplayarak protestolara yol açan sebeplerin inceleneceğini ve buna göre çözümler üretilmeye çalışılacağını açıklamıştır. Ayrıca gösterilerde gözaltına alınanların akıbetinin de kurulacak özel bir komisyon tarafından soruşturulacağı söylenmiştir. Böylece Ruhani, işçi-emekçi kitlelerin geçmişte büyük beklentilerle destekledikleri “reformcu”lardan tamamen umudunu kesmesinin önüne geçmeye ve ilerde tekrarlaması kaçınılmaz olan benzer toplumsal hareketlerin düzeni tehdit eden bir yola girmesine engel olmaya çalışmaktadır. Çünkü atılan sloganlardan bazılarından da anlaşılacağı gibi, halk değişim istemektedir ve bu yolda, aslında sömürücü egemen sınıfın bir parçası olan “reformcu” burjuvaziye bel bağlamaktan giderek vazgeçmektedir.
Bu bağlamda değinilmesi gereken bir husus da diğer emperyalist güçlerin ve bölge ülkelerinin yaklaşımlarıdır. Protestolara en hızlı destek, pek de şaşırtıcı olmayan biçimde ABD başkanı Trump’tan gelmiştir. Trump’ın “İran, Obama yönetimi ile yaptığı berbat anlaşmaya rağmen her düzeyde başarısız oluyor. Büyük İran halkı çok uzun yıllar boyunca baskı altında tutuldu. Gıda ve özgürlüğe açlar. İnsan haklarıyla birlikte İran’ın zenginlikleri de yağmalanıyor. DEĞİŞİM ZAMANI” şeklindeki twitter mesajını AB’den gelen “tarafların şiddete başvurmamasını tercih ederiz” minvalindeki etliye sütlüye pek dokunmayan açıklaması izlemiş, İsrail de uluslararası kamuoyuna seslenerek protestoların desteklenmesi çağrısı yapmıştır.
Bu noktada, Trump’ın acemice görünen ve bizzat protestocular tarafından bile tepki göreceği belli olan “destekleyici ve cesaretlendirici” açıklamalarına karşın, AB’nin (özellikle de Almanya’nın) ambargoların gevşetilmesinin ardından İran’la geliştirdiği ekonomik ilişkilerin bozulmasına neden olmamak kaygısıyla yaptığı sinik açıklamanın farklılığına dikkat etmek gereklidir. BM’nin yaptığı açıklama da AB’yle aynı doğrultuda olmuştur. Dolayısıyla ABD, gösterilerin uzamamasının da etkisiyle, bu gösterilerden, İran üzerinde uluslararası bir baskı oluşturma fırsatını yakalayamamıştır. Zaten Rusya ve Türkiye’den de Ruhani’yi destekleyen açıklamalar gelmiştir.
Gösterilerden çıkartılacak sonuçlar ve arka plan
Gösterilerin arka planına dair söylenebilecek pek çok şey vardır. Tabii ki en başta ekonomik nedenleri saymak gerekir. İran ekonomisi, yüksek petrol ve doğalgaz gelirine rağmen, uzun yıllardan beri devam eden ekonomik ambargodan son derece olumsuz biçimde etkilenmiştir. Batı’yla yapılan “nükleer uzlaşma”nın ardından yaptırımlar büyük ölçüde kalksa ve buna bağlı olarak ekonomide %10’un üstünde bir büyüme yaşansa da, işçi-emekçi halkın bu büyümeden neredeyse hiçbir pay almamış olması, oluşan tepkilerin ana sebeplerinden biridir. Ülkede uzun yıllardır yüksek oranda enflasyon söz konusudur. Ekonomik ambargo altında geçen yıllar boyunca İran para birimi riyal %450’den fazla değer kaybetmiştir.
Resmi işsizlik oranı %13 civarında açıklansa da, bizzat İçişleri Bakanı tarafından bu oranın bazı bölgelerde %60 gibi korkunç seviyelerde olduğu belirtiliyor. Nüfusunun yarısından fazlası 30 yaşın altında olan İran’da, gençler arasındaki işsizlik ise %30 dolaylarında. Bu da göstericilerin ezici çoğunluğunun 25 yaş civarındaki gençlerden oluşmasının temel nedeni.
İran halkı son 10 yıl içinde %15 oranında yoksullaşmış durumda. Toplam nüfusun 80 milyon olduğu göz önüne alındığında rakamın büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır. Yoksul halk en temel ihtiyaçlardan olan gıda ihtiyacını bile artan hayat pahalılığından dolayı doğru dürüst karşılayamaz hale geldiğinden, gösterilerin gıda fiyatlarındaki ani yükselmenin hemen ardından başlaması şaşırtıcı değil.
Kuşkusuz bu ekonomik tabloya siyasi nedenleri de eklemek gerekiyor. Molla rejimi yaklaşık 40 yıldır iktidarda ve halk uygulanan baskılardan, kısıtlanan özgürlüklerden, mollaların hayatın her alanına karışmasından, faşizan uygulamalardan, Devrim Muhafızlarından, Besic’den bıkmış durumda. Sendikalar yıllardır yasak, grev yapmak yasadışı. Molla rejimi son derece totaliter özelliklere sahip. Seçimlere sadece Ayetullah’ın belirlediği adaylar katılabiliyor. Üstelik bu tabloya din adamı mollaların ve rejim yandaşları olan Besiclerin, Devrim Muhafızlarının yıllardır halkı soyup soğana çevirerek elde ettikleri zenginliği, sürekli artan yolsuzlukları ve yozlaşmayı da eklemek gerekiyor.
Bazı göstericilerin söyledikleri durumu özetlemesi açısından önemlidir:
“Kardeşimin çocukları burada çalışıyorlar ve 3 aydır maaş alamadılar. Çalışma bakanlığına gittiler ve kendilerine hiçbir cevap verilmedi! Bize konuşmayın, şikâyet etmeyin diyorlar, neden konuşmayalım? Kardeşimin eşi hamile, ona nasıl bakacak? Fabrikaların çoğunda ücretler ödenmiyor.” (Protestocu bir kadın)
“Çok kötü durumdayım. Sorunlarımı anlatmak ve yardım istemek için iki kez Tahran’a gittim. Yüzüme bile bakmadılar. Kardeşim savaşta şehit oldu, ne için? Bu adamlar istediği gibi bizi yönetsin ve kız kardeşi fahişelik etsin diye mi? Bir şehidin kız kardeşinin çocuklarına verebilecek hiçbir şeyi yok! İran’ın onuruymuş… İran’ın onuru bana hiçbir şey vermedi. Biz Amerikalı değiliz, annemin diliyle konuşuyorum. Hamaney, bu ellere bir bak! Senin ellerin mi benim ellerim mi zahmet çekiyor? Çocuklarım aç yatıyor!” (Irak-İran savaşında ölen bir askerin kız kardeşi olan yoksul bir İranlı kadın)
Gösterilere dair tablodan şu sonuçları çıkartabiliriz:
Protestoların temel nedeni halkın içinde bulunduğu ciddi ekonomik sıkıntılar ve molla rejiminin on yıllardır uyguladığı siyasi baskılardır. İşçi-emekçi halk kitleleri, kendileri yoksulluk içinde çırpınırken ve giderek daha fazla sefalet koşullarına mahkûm edilirken, mollaların sefahat içinde yaşamasını, seslerine ve yakarışlarına kulak verilmemesini, İran’ın ülke dışında (Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi) sürdürdüğü askeri operasyonların faturasının sürekli kendilerine ödettirilmesini, artan yolsuzlukları ve yozlaşmayı artık kaldıramamakta, bu duruma isyan etmektedirler.
Göstericilerin çoğunluğunu işçi ve emekçi, yoksul halk kitleleri oluşturmaktadır. Bu sınıfsal bileşim, gösterilerin seyrini ve niteliğini de etkilemiştir. Gösteriler etnik veya dini ayrımlara göre şekillenmemiş, aksine İran’ın bu açılardan çok farklı bölgelerine hızlı biçimde yayılmıştır. Sloganların ve taleplerin ağırlıklı niteliğini de bu sınıfsal bileşim belirlemiştir. Gösterilere katılan işçi-emekçi halk kesimlerinin, ekonomik sıkıntılarla özdeşleştirdikleri mollaları hedef alan sloganları bolca atmaları boşa değildir. Farsiler de, Kürtler de, Azeriler de, Sünniler de gösterilerde yer almış ve sokaklarda birlikte yürüyüp benzer talepleri ortaya koymuşlardır. Bu durum, yani emekçi kimliğinin öne çıkması, gerçekte ayrıştırıcı bir özellik taşıyan diğer kimliklerin de ikinci planda kalmasını sağlamıştır. Bu da muhalif toplumsal hareketlere yön vermek, önderlik etmek isteyen siyasal güçler açısından dikkate alınması gereken bir noktadır.
Gösteriler siyasi bir önderliğin yol göstericiliğinden, örgütleyiciliğinden ve hareketi birleştiriciliğinden yoksundur. Yaşanan protesto dalgasının önemli özelliklerinin birinin bu olduğu açıktır. Bunu sloganların çeşitliliğinden ve karışıklığından, hareketin dağınıklığından ve net bir hedefinin olmayışından anlamak mümkündür. Zaten ilk üç gün boyunca neredeyse hiçbir muhalif siyasi yapı herhangi bir açıklama yapmamış, ancak üçüncü günden itibaren protestoları destekleyen, ona yön vermeye çalışan, eksiklerini göstermeye gayret eden çabalar görülmüştür. Kuşkusuz İran’da muazzam siyasal baskı ve yasaklardan ötürü sol-sosyalist hareketin zayıflığı, aslında sıkça yaşanan protestoların veya toplumsal patlamaların sönüp gitmesine, süreklileşememesine ve rejimi yıkacak bir niteliğe kavuşamamasına neden olmaktadır. Yoksa İran’ın işçi-emekçi halkının ne ekonomik durumdan ne de molla rejiminden hoşnut olduğunu söylemek mümkündür. Zaten hemen hemen her sene yaşanan (ama sınırlı kalan ve hızla çözülen) protestolardan bunu anlamak mümkündür.
Bugün yaşanan protesto dalgasını 2009’daki gösterilerle bir tutmak ya da onun devamı saymak doğru değildir. Her ikisinin temelinde de İran halkının değişim isteği yatmakla birlikte, farklılıkların altını çizmek gerekiyor. 2009’daki gösteriler cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik itirazdan kaynaklı olarak burjuva muhalefetin çağrısıyla başlamıştı. Asıl olarak Tahran’da yapılan gösterilere katılanlar daha ağırlıklı olarak kentli, işçi sınıfının beyaz yakalı kesimleri, öğrenciler vb’ydi. Bugün yaşanan protestoların ise sebepleri de sınıfsal bileşimi de farklı. Ayrıca 2009’daki gibi belirli bir siyasi önderlikten bahsetmek mümkün değil. Ve gösterilerin en son ulaştığı ve en az yaşandığı şehir Tahran. 2009’daki “yeşil hareket”in bileşenlerinin çoğu bugünkü gösterilere katılmadı. Kadınlara yönelik baskılara ilişkin sloganlar yer yer atılsa da öne çıktığı söylenemez. Oysa 2009’da bu tür sloganlar ve genç kadınlar, siyasi özgürlüklerle ilgili talepler daha çok öne çıkıyordu.
Gösteriler şimdilik sönümlense de, altta yatan nesnellik değişmediği için tekrarlanması kaçınılmazdır. Protestolar birçok şehre yayılsa ve toplamda yüz binlere ulaşsa da katılım İran nüfusuna göre sınırlı düzeyde kalmış ve hareket sönümlenme sürecine girmiş görünmektedir. Ancak bu görünüm yanıltıcı olmamalıdır. Hareketin şimdilik sönümlenmesi ne değerini azaltmakta ne de tamamen geri çekildiği anlamına gelmektedir. Aksine, harekete temel oluşturan nedenler ortadan kalkmak bir yana her geçen gün daha da arttığı için, aslında kitlelerde daha çok öfke birikmekte ve tepki de artmaktadır. Bu da eninde sonunda bu tür toplumsal patlamaların sıklaşmasına, yaygınlaşmasına ve siyasileşmesine yol açacaktır. Rejimin önünde iki seçenek vardır; reformlarla siyasi baskıları azaltmak ve halkın ekonomik durumunda iyileşme sağlamak, yahut içerde baskıları körükleyip dışarıda da daha saldırgan bir siyaset izlemek. Ama her ikisinin de kendine göre zorlukları ve çıkmazları vardır. Yani Ruhani iktidarının işi hiç de kolay değildir. Bir yandan muhafazakâr kesimlerin basıncı, diğer yandan halkın değişim yönündeki baskısı Ruhani’yi sıkıştırmaktadır. Tabii buna dış politika alanındaki tabloyu da eklemek gerekmektedir.
Devrim Muhafızlarının sahaya inmesi, güvenlik önlemlerinin arttırılması, “önleyici gözaltılar” gibi baskı önlemlerinin arttırılmaya başlanması ve daha da artacağının sinyallerinin verilmesi sonucu ve yukarıda özetlediğimiz zaafları sebebiyle protestolar büyük ölçüde sona ermiş durumdadır. En başta da söylediğimiz gibi, önemli olan giderek sıklaşacağı ve yayılacağı aşikâr olan bu patlamalarla açığa çıkan enerjinin doğru yöne kanalize edilebilmesidir. Bunun için de devrimci bir önderliğe ihtiyaç vardır.
[*] Bu harekete ve Molla rejiminin yapısına dair ayrıntılı değerlendirme için bkz. Utku Kızılok, İran Devrimi, Burjuva İç Kapışma ve Dersler (Şubat 2010)
link: Kerem Dağlı, İran Halkı Değişim İstiyor, 7 Ocak 2018, https://marksist.net/node/6152
İşçi Sınıfının Gençleri, Mücadeleye!
İklim Mültecileri