Kuzey Afrika’yı ve tüm Ortadoğu coğrafyasını sarsan kitle ayaklanmalarını başlatan Tunuslu ve Mısırlı emekçiler, çok önemli deneyimler yaşıyorlar ve kendi deneyimlerinden öğreniyorlar. Seçimler de bu sürecin önemli bir evresini oluşturuyor.
Tunus seçimleri
Tunus’ta Kurucu Meclis seçimleri 23 Ekimde gerçekleştirildi. Seçimlere 17 parti, 32 bağımsız liste ve bir koalisyon listesi katıldı. 8 milyon 289 bin Tunuslu seçmenden sadece 4 milyon 308 bini kayıt yaptırdığı için seçmen nüfusunun yarısına yakını sandığa gidemedi. Dar bölge sistemi nedeniyle 1 milyon 290 bin seçmenin oyu boşa giderken, sadece 2 milyon 760 bin oy kurucu meclise seçilen vekillere verilmiş oldu. 14 Kasımda kesinleşen sonuçlara göre AKP çizgisini referans aldığı söylenen ılımlı İslamcı parti En Nahda oyların %30’unu ve meclis sandalye sayısının %41’ini elde etti. Kurucu Mecliste, En Nahda 89, CPR (Cumhuriyet Kongresi) 29, Al Aridha Chaabia 26, Ettakatol 20, PDP (İlerici Demokratik Parti) 16, Modernist Demokrat Kutup 5, Al Mubadara 5, Afek Tounes 4, Seçime “Devrimci Alternatif” adıyla katılan Tunus Komünist İşçi Partisi ise 3 vekillik elde etti. Diğer partiler ve bağımsız listeler de seçimlerde toplam 20 vekillik kazandı. Eski rejimle ilişkili parti ve liderlerin seçimlerde beklenenden daha fazla vekillik elde etmesini kitleler öfkeyle karşıladı. Tunus ayaklanmasının merkezi durumundaki Sidi Buzid’de halk sokağa çıkarak “devrim bizimdir, devrimi bizden alamazsınız” sloganlarını haykırdı. Yüksek Seçim Kurulu ve En Nahda’nın seçim merkezleri önündeki gösterilerde halkla polis arasında çatışmalar yaşandı.
En Nahda Partisi 1981 yılında kuruldu. Partinin şimdiki lideri Raşid Gannuşi kurucular arasındaydı. Kurulurken Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütü referans alınmıştı. En Nahda kuruluşundan 8 yıl sonra Tunus’ta yapılan seçimlerde %17 oy alarak ana muhalefet partisi durumuna geldi. Seçimlerde hile yapıldığına, En Nahda’nın oylarının gerçekte çok daha yüksek olduğuna dair güçlü iddialar vardı. Parti baskı altında tutuluyordu. Gannuşi uzun yıllar Londra’da sürgün yaşadı. Kitle isyanı süreciyle Bin Ali’nin devrilmesi sonrasında Tunus’a geri döndüğünde, reform yanlısı ılımlı bir İslamcı imajı çizdi. Uluslararası kamuoyuna, kendilerinin ılımlı İslamcı bir parti oldukları, demokrasiye saygılı olacakları mesajlarını veren En Nahda liderleri, kendilerini AKP’ye benzetiyorlar. Gannuşi, “Türkiye’de ve Tunus’ta İslamla moderniteyi bağdaştıran bir hareket var. Biz bu hareketin temsilcisiyiz” diyor.
En Nahda, Tunus ekonomisinin dünya kapitalizmi ile entegrasyonunun önünde engel oluşturmayacaklarını, Tunus’un kapitalistler için güvenli bir yatırım ve pazar alanı olacağını söyleyerek, yerli ve yabancı burjuvaziye güven vermeye çalışıyor. Bu yüzden ekonomik altyapıya ve güvenliğe odaklanacaklarını ilan ediyor. Radikal İslamcıların alkolü ya da kadınların bikini ile denize girmesini yasaklamak niyetlerine pek yüz vermiyor, çünkü Tunus’a turistlerin kazandırdığı paradan vazgeçmek istemiyor.
Tunus’ta meclis çoğunluğunu oluşturan bir parti olmadığından yeni anayasayı hazırlamak üzere geçici bir koalisyon hükümeti kurulacak. En Nahda diğer partilerle işbirliği yapabileceklerini söylüyordu. Nitekim seçimden en fazla oy alarak çıkan üç parti koalisyon hükümeti kurmak üzere anlaştılar. Yapılan pazarlığa göre En Nahda Partisi Genel Sekreteri Hamadi Cibali başbakan, Cumhuriyet Kongre Partisinden Monsef Marzuki devlet başkanı, Ettakatol Partisinden Mustafa bin Cafer meclis başkanı oluyor.
Hükümetin bir yıl içerisinde yeni anayasayı hazırlayıp halkoyuna sunması gerekiyor. Tunus’ta önümüzdeki dönemin çekişmeli ve çatışmalı bir dönem olması, koalisyonun dağılıp yeni bileşenlerle yeni koalisyonların kurulması muhtemeldir.
Tunus kapitalizmi zayıf ve istikrarsız bir yapıya sahip. Burjuvazi güçlü bir hükümete sahip değil. Sınıf çelişkileri olduğu yerde duruyor. Bin Ali’yi grevler eşliğindeki isyan dalgasıyla deviren kitleler korku zincirlerini kırmış durumdalar; işsizlik ve yoksulluk gibi acil sorunlarına çözüm bekliyorlar. Koalisyon hükümetinin önceliği ise, “burjuvazi için istikrar” sağlamak ve bunun için de kitleleri yatıştırmak ya da bastırmak.
Mısır’da kitleler yeniden ayakta
Mısır’da son iki hafta içerisinde yaşanan çatışmalarda polis ve asker 40’tan fazla göstericiyi öldürdü. Yaralı sayısının 2 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. 28 Kasım seçimlerinin öncesinde, Yüksek Askeri Konsey, anayasada “ordunun anayasasının koruyucusu ve kollayıcısı olduğu”na dair bir madde olacağını açıklamasının ardından, bunun eski rejimin devamı anlamına geleceğini söyleyen kitleler sokaklara döküldü. Yüz binler, generallerin askeri vesayet ve olağanüstü rejim özlemlerinin karşısına kararlılıkla dikildi. “Askeri yönetime son, devrim bizimdir!” diye haykıran kitleler, generallerin derhal yönetimi terk etmesini ve olağanüstü hal yasalarının kaldırılmasını talep ediyor.
Mübarek’in devrilmesi sürecinde emperyalist güçler Mısırlı generallere Mübarek’e destek vermemelerini tavsiye etmişlerdi. Böylelikle ordu halkın güvenini kazanacak, Mübarek devrildiğinde de en örgütlü güç olarak iktidara el koyup, süreci kontrolleri altına alacaklardı. Generaller bu tavsiyelere uygun davrandılar. Kitlelerin yanındaymış gibi görünerek iktidarı ele aldılar. Ancak geçen aylar içerisinde kitleler aldatıldıklarını anlamaya başladılar.
Generallerin başa gelmesi elbette sadece emperyalistlerin tavsiyesi değildi. Burjuvazinin ayaklanmayı kendi lehine çevirebilmesi için generallerin başa geçmesinden başka seçenek yoktu. Burjuvazinin liberal ve İslamcı kesimlerinden hiçbiri tek başına ülkeyi kontrolleri altına alabilecek bir güce sahip değildi. Üstelik Mübarek döneminin devlet aygıtının yerli yerinde durması burjuvazi açısından daha güvenliydi. Burjuvazinin hiçbir kesiminin tek başına iktidarı kontrolü altına alamayacağı ve kitleleri yatıştırmayı başaramayacağı bir durumda burjuvazi adına hareket eden ordunun bir “denge rejimi kurma ve istikrar sağlama” adına devreye girmesi kaçınılmazdı. Mısır işçi sınıfının devrimci örgütlülük ve politik deneyim düzeyi de bu denklemi değiştirebilecek durumda değildi. Bu şartlar altında 9 ay önce Mübarek devrildiğinde askeri cunta yönetime el koydu.
Geçtiğimiz aylar boyunca Tahrir Meydanında ancak birkaç bin kişiyi toplayabilen sol güçler askeri yönetimin sona erdirilmesi talebiyle gösteriler yapıyorlardı. Ancak sınırlı güçleri ve etkinlikleri generallerin niyetini teşhir etmeye yetmiyordu. Yüksek Askeri Konsey’in (SCAF) atadığı geçici hükümetin hazırladığı yasa taslaklarından, ordunun ekonomik ve siyasi ayrıcalıklarına dokunulmayacağı ortaya çıktı. Üstelik askeri bütçe parlamento denetiminin dışında bırakılıyordu.
Geçtiğimiz haftalarda Müslüman Kardeşler örgütünün partisi (Özgürlük ve Adalet Partisi) 28 Kasım seçimleri öncesinde seçim yasasının değiştirilmesini talep etti. On binler yeniden Tahrir Meydanına aktı. Tahrir’e çadırlarını kurmak isteyen gruplara polisin sert müdahalesi sonucu çatışmalar alevlendi. Generallerle uzlaşma içerisinde iktidara gelmeyi planlayan Özgürlük ve Adalet Partisi ve diğer İslamcı güçler protestolardan geri çekildi, ancak kitleler İslamcı siyasetçilerin geri çekilme ve gösterileri desteklememe çağrısına rağmen Tahrir Meydanını doldurmaya devam ettiler. Çatışmalar İskenderiye, Asvan ve Süveyş gibi diğer büyük kentlere de sıçradı. Ordunun atadığı hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Alanlara çıkan göstericiler, Mareşal Tantavi’nin Mübarek’in askeri üniformalı bir versiyonu olduğunu dillendiriyorlar.
Hükümetin istifası üzerine Askeri Konsey 28 Kasım seçimlerine üç gün kala eski başbakanlardan Kemal Ganzuri’yi geçici başbakan olarak atadı. Meydanları dolduran protestocular Ganzuri’nin başbakanlığını da öfkeyle karşıladılar. 28 Kasımda başlayan ve uzun bir sürece yayılan seçimleri boykot eden göstericiler, seçim yasasının değişmesi ve demokratik bir geçiş hükümetiyle seçimlerin düzenlenmesi gerektiğini, aksi takdirde seçimlerin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söylüyorlar.
Boykot çağrıları eşliğinde yürüyen seçimlerin 28 Kasımdaki ilk turunda katılım oranı %52’de kaldı. 498 kişilik meclisin 54 milletvekilinin belirlendiği bu seçimlerde, Müslüman Kardeşler %37, Selefilerin Nur Partisi %24, Liberal Mısır Bloku ise %13 oranında oy aldı. Seçimlerin ikinci turu 14 Aralıkta, üçüncü turu ise Ocak ayında yapılacak. Seçim sürecinin kesin sonuçları Mart ayında belli olacak.
Emekçilerin isyan hareketiyle sarsılan Mısır ve Tunus’ta burjuvazi seçimleri, kitle hareketini sönümlendirme aracı olarak kullanıyor. Ancak Tunus’ta Bin Ali’nin, Mısır’da Mübarek’in devrilmesi kitlelerin korku zincirlerini kırmasını ve özgüven kazanmasını sağladı. İşçi sınıfının ve yoksul kitlelerin kendi kaderlerini ellerine alabilmesi, uzun bir mücadele süreci içerisinde politik deneyim elde etmesini; iktidarı ele almasını sağlayacak örgütlenmeleri yaratmasını ve elbette devrimci bir politik önderliğin ortaya çıkışını gerektirir. Her iki ülkede de kitleler diktatörleri alaşağı ederek politik gelişimlerinin önünü açtılar. Ne var ki bu ülkelerde halen eski rejim tasfiye edilmiş ve burjuva temelde de olsa demokratik rejimler ortaya çıkabilmiş değil.
Kitlelerin yaşadığı politik deneyimler son derece önemlidir. Ancak işçi sınıfının ve yoksul kitlelerin, mücadelenin her aşamasında yanlarında olacak ve elde ettikleri deneyimlerden devrimci sonuçlar çıkarmalarını sağlayacak bir devrimci önderliğe ihtiyaçları var. Mısır ve Tunus’ta devam eden süreç bu eksikliği yakıcı biçimde hissettiriyor.
link: Kemal Erdem, Tunus ve Mısır Seçimleri: Kitlelerin Hayalleri Sandığa Sığacak mı?, 2 Aralık 2011, https://marksist.net/node/2833
Modern Emperyalist Egemenlik ve İslami Köktencilik
Bölüm 9 - Batı Virginia’da Cinayet