Burjuvazinin “ebedi” sistem olarak lanse ettiği kapitalizm derin bir kriz içinde debeleniyor. Bir daha kriz, işsizlik, savaş olmayacak yalanlarının üstünden çok geçmedi ve kapitalizm, tarihindeki en büyük krizle karşı karşıya kaldı. Kapitalist tekeller ardı ardına batmaya başladı. Ölümcül bir hastalığa yakalandığını bir türlü kabul etmeyen hasta gibi kapitalizmin temsilcileri de yaşanan krizi kabul etmemek için direndiler. Onlara göre yaşanan sadece bir finansal krizdi ve bu kriz esas olarak yatırım bankalarını vurmuştu, finansal sistemin bile tamamını etkilemeyecekti. Oysa yaşanan şey, kapitalizmin kaçıp kurtulamayacağı aşırı üretim krizinden başka bir şey değildi. Kriz tam da reel sektörden kaynaklıydı ve bu durum inkâr edilmez bir hâl alınca kriz kelimesinin yerine kulağa daha hoş gelen ve daha az tedirgin edici olan, durgunluk anlamına gelen resesyon deyimi kullanılmaya başlandı. Fakat bir olguya yeni adlar takmak onu o olgu olmaktan çıkarmaz. Nitekim kapitalizm 1929 yılında yaşadığı “büyük buhran”ı da aşan bir aşırı üretim krizinin içindedir. Artan işsizlik ve yoksulluğun boyutu da bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kapitalist devletler “krizi önleme” adı altında batan tekelleri kurtarma paketleri hazırlayıp faturasını işçi sınıfına kesiyorlar. Bunun anlamı emekçiler için daha çok çalışma, hak gaspı, işsizlik, yoksulluk ve sefalettir. Diğer taraftan alınan bu önlemler burjuva ideologları tarafından krizin içinden kısa sürede çıkılacağı, önlemler sayesinde krizin atlatılacağı şeklinde lanse edilip duruldu. Ne var ki kapitalist kriz derinleştikçe derinleşti ve yaşanan yeni gelişmelerle kendini sürekli dışa vurdu. Krizle birlikte işsizlik had safhaya ulaştı, gıda fiyatları aşırı derece arttı, başta Afrika ülkeleri olmak üzere birçok ülkede ayaklanmalar baş gösterdi. Tunus’ta başlayan isyan kısa sürede Cezayir, Mısır, Yemen, Umman, Libya ve Suriye’ye sıçradı. Şimdilerde Yunanistan’da yaşananlar kitle hareketlerinin diğer Avrupa ülkelerini de saracağını açıkça gösteriyor. Nitekim İspanya da aynı Yunanistan gibi iflasın eşiğinde. Geçtiğimiz haftalarda İngiltere’de yaşanan isyan da çöküş sürecinin bir sonucu olarak görülmelidir.
Bütün sektörlerde işsizlik artıyor
Krizin ilk büyük dalgasında birçok tekel binlerce işçiyi işten atmıştı. Avrupa’nın dördüncü büyük bankası ve Yapı Kredi’nin ortağı olan İtalyan UniCredit, 9 bin çalışanının işine son vermeyi planladığını açıklamıştı. Yine Alman tekeli Siemens de işgücünün yüzde 4’ünü oluşturan 17 bin 200 çalışanının görevine son vereceğini açıklamıştı. İşten atmalar bir süre yavaşlasa da, şimdilerde yeniden hız kazanmış bulunuyor. Geçtiğimiz ay dünyanın en büyük bankalarından olan HSBC 30 bin kişiyi işten çıkaracağını açıkladı. Dünya genelinde 330 bin çalışanı olan bu banka, küçülme bahanesini öne sürerek 30 bin işçinin işine son vereceğini söylerken, daha yıl bitmeden elde ettiği kârı 10,9 milyar doları buluyor. Bank of America da 2013 yılına kadar 30 bin işçiyi işten atacağını, yani işgücünün yüzde 10’unu kapı dışarı edeceğini duyuran mali sermaye devleri arasında yer alıyor. Yine dünyanın en büyük cep telefonu üreticisi Nokia’dan yapılan açıklamaya göre, “akıllı telefon pazarında daha iyi rekabet edebilmek için maliyetleri azaltmak üzere” 2012 yılına kadar 4 bin işçi işten çıkarılacak. İşten çıkarmaların büyük çoğunluğu Danimarka, Finlandiya ve İngiltere’de olacak.
ILO 2011 Küresel İşsizlik Trendi Raporuna göre dünya çapında işsizlik 2010 yılında 205 milyonu bulurken, bunun 34 milyonunu 2007’den bu yana işten atılanlar oluşturuyor. Ayrıca 2007 yılında 73,5 milyon olan genç işsiz sayısı 2009 yılında 80 milyona ulaştı ve genç işsizlik oranı yetişkin işsizlik oranının 2,6 katı oldu. Ayrıca iş bulabilenlerin 630 milyonluk kısmı aileleriyle birlikte günlük 1,25 dolarla açlık ve sefalet koşullarında yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Durum Türkiye’de de bu seyirde devam etmektedir. TÜİK’in açıkladığı işsizlik oranlarında yetişkin işsizlik oranı %11, genç nüfusta işsizlik oranı %17 olarak belirtilmektedir. Gerçek oranlar bunun üzerinde olsa da, resmi oranlar bile işsizliğin ne denli fazla olduğunu göstermeye yetmektedir.
İşçi sınıfının “beyaz yakalı” olarak tanımlanan kesimleri de işsizlik girdabından kurtulamamıştır. Üstelik bu sektörlerde çalışanların çalışma koşulları da gün be gün ağırlaşmaktadır. İşten atmalar işçiler için açlık, yoksulluk anlamına gelirken sermaye sınıfı için sıradan bir iş haline gelmiştir. Nitekim bu gerçeği Capital dergisinde “İşten Çıkarmanın En Etkin Yolu” başlıklı makalede Lee Hecht Harrison Türkiye İş Geliştirme Müdürü İpek Akyıldız şöyle ifade ediyor. “Krizle birlikte daha çok şahit olduk, ancak işten çıkarmalar hayatın ayrılmaz bir parçası… Özellikle son ‘işten çıkarma’ politikalarına bakış çok değişti. Çünkü artık, sadece performans değerlendirmeleri nedeniyle işten çıkarmalar gündeme gelmiyor. Ekonomik kriz ya da benzeri yönetim politikalarının yanı sıra, satın almalar ve birleşmeler iyi elaman ve yöneticilerin de işten çıkarılmasını zorunlu kılabiliyor. Böylece tüm bu gelişmeler ‘işten çıkarmaya’ bakışı değiştiriyor.”
Sermaye için önemli olan kârdır ve bunun için yapamayacağı şey yoktur. Sermaye sınıfı “gölgesini satamadığı ağacı keser”, yani söz konusu kâr olunca değil işçileri işten atmak üst düzey yöneticiler bile kolayca işten atılabilmektedir. Bu bakımdan sermaye sınıfı işten atarken “beyaz yakalı”, “mavi yakalı” diye bir ayrım gözetmemektedir. İşçi sınıfının her kesimi HSBC örneğinde olduğu gibi işsizlik belasıyla her an karşı karşıyadır.
İşsizliğin nedeni bizzat kapitalizmdir. Kapitalizmde kâr oranlarının artması ve sermayenin büyümesi işçi sınıfının artı-değerinin sömürüsüne bağlıdır: “Kapitalistler kârlarını arttırmak için emek verimliliğini arttırmak, makineleri daha da yetkinleştirmek isterler. Makinelerin yetkinleşmesi ve emek üretkenliğinin artmasıyla, eskiden iki işçinin yapabildiği işi artık yenilenen teknolojiyle bir işçi tek başına yapabilir hale gelir. Yani kapitalist aynı zaman diliminde çok daha az işçiyle aynı miktarda ürünü üretmeye devam eder. Bunun anlamı giderek büyüyen bir işsizler ordusu ve işsizliğin kronik hale gelmesidir. Böylece sınıfsız bir toplum kurulmasının kaldıracı olacak olan emek üretkenliğindeki artış, kapitalizmde işgücünün yoğun sömürüsünün, milyonların işsiz, aç ve yoksul kalmasının araçlarına dönüşür, iktisadi krizlerin yolunu döşer. Emek üretkenliğinin artması nedeniyle işsizliğin büyümesi kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucudur. Bunun yanı sıra, kapitalist, işgününün uzatılması ve iş temposunun yoğunlaştırılması sayesinde üretim sürecinde daha az işçiye ihtiyaç duyar ve böylece işsizler ordusu bu yolla da büyümeye devam eder. Kuşkusuz bunlar sınıf mücadelesinin düzeyine ve sınıfsal güç dengelerine bağlı olarak belirlense de, kapitalistlerin her daim hâkim kılmak istediği şeydir. Bu saldırılar kriz dönemlerinde daha da tırmandırılır ve işsizler ordusu alabildiğine büyür. Kapitalistlerin çalışan işçiler üzerinde bir kamçı olarak kullandığı işsizlik, kriz dönemlerinde işçilerin sırtında çok daha şiddetli şaklamaya başlar. Sosyal haklar gasp edilir, ücretler düşürülür, işgünü uzatılır ve iş temposu alabildiğine yoğunlaştırılır.” (Utku Kızılok, Genç Nüfusta İşsizlik Artıyor, Burjuvazi Korkuyor!, MT, no:63)
İşsizlikle birlikte ağır iş koşulları işçi sınıfına dayatılmakta, esnek çalışma adı altında işgünü uzatılmakta, ücretler düşürülmekte, taşeron sistemi yaygınlaştırılarak örgütlenmenin önüne geçilmektedir. İşçi sınıfının büyük mücadeleler sonucu kazandığı 8 saatlik işgünü giderek ortadan kalkmakta ve yerini 12 saatlik işgünü almaktadır. İşçiler için olabilecek tek gerçek güvence örgütlülüktür. Bunun dışında çalıştıkları sektör ve burada yaptıkları iş ve konumları güvence değil burjuvazinin işçilerin kafalarında oluşturduğu bir yanılsamadır. Yani işçi sınıfının hiçbir kesiminin güvenceli olmak gibi bir lüksü yoktur. İşsizliğe karşı mücadele işçi sınıfının hem çalışan hem de işsiz kesimini kapsayan ortak talepler etrafında militan bir mücadele olarak örgütlenmelidir. Çünkü küresel kriz daha derinleşmekte ve işçi sınıfına yönelik saldırılar artmaktadır.
Kapitalist kriz ABD ve AB’de giderek derinleşiyor
Kapitalizmin tarihsel küresel krizi ABD ve AB ülkelerinde derinleşerek devam ediyor. 2008 yılıyla birlikte ABD’de mortgage sisteminin çökmesinin ardından 158 yıllık Lehman Brothers gibi büyük tekellerin batması ve trilyonlarca dolarlık kurtarma paketleri, kapitalizmi krizden çıkarmaya yetmedi. Burjuva ideologlar krizden U şeklinde mi yoksa V şeklinde mi çıkılacağını tartışadursunlar, kapitalizm baş aşağı gitmeye devam ediyor. 2011 yılının hemen başında gıda fiyatları fahiş derecede artmış ve Kuzey Afrika’da halk ayaklanmalarının fitilini ateşlemişti. Böylelikle krizin bitmediği, gittikçe de derinleşerek dünyanın birçok ülkesinde sosyal patlamalarla sonuçlanacağının işaretini vermişti. Nitekim bugün Yunanistan’da yaşananlar bunun bir göstergesidir. Bu günlerde ABD ve AB ekonomisi krizle boğuşuyor ve hatta İspanya ve İtalya ekonomilerinin çökeceği söyleniyor. Diğer taraftan ABD’de Standard and Poor’s kuruluşunun ABD’nin kredi notu görünümünü negatife indirmesi, Türkiye dâhil dünya borsalarında hızlı ve sert düşüşler yaşanmasına, altın fiyatlarının tırmanmasına neden oldu. Bu ve ABD ekonomisinin beklenenin altında büyümesi krizin daha da derinleşeceğini bir kez daha gündeme getirmiş durumda.
Onca kurtarma paketlerine rağmen ABD ekonomiyi rayına oturtamadığı gibi, tam tersine ekonomi gittikçe çöküntüye doğru gitmektedir. “Rüyalar ülkesi”nde, yoksulların sayısı 43,7 milyona yükselmiştir. 2000 yılında işsizlik oranı %4 iken, 2011 yılında %9’u geçmiştir. Geçici işlerde ve part-time işlerde çalışanları eklediğimizde bu oran daha artmaktadır. Ayrıca ABD’nin dış borcu GSMH’sini aşmış durumdadır. Gerek ABD’de gerekse Avrupa Birliği’nde kurtarma paketleri devasa borç yükü ve bütçe açıklarına neden olmuş, bu durum ekonomide yeniden bir kırılma noktası yaratmıştır. Nihayetinde her yama başka bir deliğin açılmasına sebep olmakta, her müdahale krizi daha da şiddetlendirmektedir.
Bugün AB içinde Macaristan, Romanya, Yunanistan, İspanya ve Portekiz ekonomileri batmanın eşiğine gelmiş durumda. AB’nin çökmekte olan Yunan ekonomisine 110 milyar avro yardımda bulunması bile krizin yayılmasını önleyemedi. Krizin bedelini işçi sınıfına ödetmek isteyen Yunan burjuvazisi %13,5’lik bütçe açığını AB standartları olan %3’lere çekmek için kemer sıkma politikalarına başvurmaktadır. Hazırlanan kemer sıkma planında kamu harcamalarında 30 milyar avroluk bir kesintiye gidilmesi, bu doğrultuda ücretlerin 2014 yılına kadar dondurulması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, vergilerin artırılması gibi işçi sınıfına yönelik saldırılar yer almaktadır. Ancak işçi sınıfının buna yanıtı sert olmuş, işçiler grev, direniş ve kitlesel gösterilerle krizin bedelini ödemeyeceklerini haykırmışlardır. Tabii ki bu durum AB içinde burjuvaları yeterince tedirgin etmiş, yükselen mücadelenin başka Avrupa ülkelerine sıçramaması için önlemler almaya itmiştir.
Bizzat burjuva kurum ve kuruluşlarının ve uzmanlarının açıkladıkları raporlar AB’de krizin gittikçe derinleşeceğini söylüyor. Time dergisinin “Avrupa’nın Düşüşü” başlığı altında yayımladığı bilgilere göre, 2008 yılında yirmiyedi AB ülkesi %4 oranında küçüldü. Kapitalist ekonomide %4’lük bir küçülme çok derin çöküntülere neden olabilecek bir orandır ve bugün yaşanan durum bunun bir göstergesidir. Yine Avrupa Birliği’nin en büyük ekonomilerinden biri olan İngiltere’de enflasyon beklenenin tam iki katı olan %4,4 oranında gerçekleşmiştir. Bu da hayat pahalılığının iki kat yükseldiğini, buna bağlı olarak da yoksulluğun arttığını göstermektedir. Diğer taraftan bugünlerde iflas edeceği söylenen Portekiz’de milli gelir %2 oranında azalmıştır. Avrupa Birliği’nde de işsizlik gittikçe tırmanmaktadır. Örneğin 2000 yılında %8,8 olan işsizlik oranı 2011 yılında %9,4 olmuştur. Ekonomisi batmakta olan diğer bir ülke de İspanya’dır. İspanya’da işsizlik oranı %21’e yükselirken bu oran gençler arasında %40’a dayanmış durumdadır. Krizin bedelini ödemek istemeyen İspanya işçi sınıfı, saldırılara karşı eylemlerle karşılık vermeye devam ediyor. Kriz İspanyol futbolunu da etkilemiş, 1. ve 2. ligde oynayan futbolcular bile greve çıkmıştır.
Bunca yaşananlar Marksistleri yanıltmamış, tarih her defasında Marksizmi haklı çıkarmıştır. Marksizme kara çalanlar her kriz döneminde dönüp dönüp Marx’ın Kapital’ini okuyup acaba Marx haklı mıydı diye söylenip durmaktalar. Burjuva ideologlar kapitalizmin küresel krizini geçici bir durgunluk olarak tanımlayıp krize resesyon gibi adlar taksalar da, Marksizmin ortaya koyduğu üzere, yaşanan şey kapitalizmin kaçıp kurtulamayacağı aşırı üretim krizidir. Elif Çağlı’nın da dediği gibi, “İktisatçıların krizlerin kapitalizmin doğasına içkin olduğu gerçeğini gizleyebilmek amacıyla ileri sürdükleri boş gerekçeler ve sözde tahliller yıllar boyunca birbirini tekrar edip duruyor. Onların işi, kapitalizmin yarattığı kaçınılmaz sonuçları hükümetlerin yanlış mali uygulamalarına, hatalı para politikalarına bağlayarak bilinç bulandırmak ve böylece sistemi ayakta tutmaya çalışmaktır. Her seferinde krizin nedeni ya da krize çözüm olarak ele aldıkları unsurlar, faiz oranları gibi aslında ekonomik duruma bağımlı olan parametrelerdir. İktisatçıların faiz oranlarıyla oynanmasını bunalımın çözümü gibi göstermek istemelerine karşın, gerçeklik hiç de böyle değildir. Marx’ın dediği gibi, «hatalı banka yasaları bu para bunalımını daha da yoğunlaştırabilir. Ama hiçbir banka yasası bu bunalımı önleyemez». Çünkü kapitalist krizler dolaşım alanında ortaya çıkan arızi problemlerden değil, bizzat kapitalist üretim tarzının doğasından kaynaklanmaktadır.” (Kapitalizmin Krizleri ve Devrimci Durum)
Bugün kapitalizm küresel krizle sarsılmakta ve krizini atlatmak için bir taraftan işçi sınıfına saldırmakta, diğer taraftan emperyalistlerin arasındaki savaş süreci kızışmaktadır. Böylesi kriz ve savaş koşulları işçi sınıfına kapitalist sömürü düzenini tarihin çöplüğüne gönderme fırsatını tanımaktadır. Bu fırsatı değerlendirmek ve bu süreci işçi iktidarıyla taçlandırmak için sınıf devrimcilerine büyük iş düşüyor. Kapitalizmin küresel saldırısına, açlığa, yoksulluğa, emperyalist savaşlara karşı işçi sınıfının enternasyonal mücadele bayrağını yükseltelim.
link: Hakan Sönmez, İşsizlik Artıyor, AB ve ABD’de Kriz Gittikçe Derinleşiyor, Ekim 2011, https://marksist.net/node/2794
KCK Operasyonlarının Aynasında Kürt Sorunu