Kürt sorununda ibre saldırılar, baskılar yönünde ilerlemeye devam ediyor. Şovenist hezeyan Çukurca baskınından sonra tam gaz tırmandırılıyor. Başta sınır bölgelerinde olmak üzere Kürt illerinde askeri operasyonlar sürerken, birçok yerde ise faşist çeteler polis eşliğinde BDP binalarına ve Kürtlere saldırıyorlar. Öcalan üç ayı aşkın bir süredir avukatlarıyla görüştürülmüyor. Medya Kürtlere karşı 90’lı yılları aratmayacak bir dil kullanıyor.
Bunların yanı sıra KCK operasyonları adı altında yürütülen saldırı dalgası hız kazanmış durumda. 14 Nisan 2009’da başlatılan KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınanların ve tutuklananların sayısı binlerle ifade ediliyor. Düzen cephesi askeri operasyonları tırmandırırken, KCK operasyonları adı altında da Kürt hareketinin siyasi kadrolarını tasfiyeye girişiyor. Nerdeyse Kürt hareketiyle bağı olan herkes TC’nin zindanlarına tıkılıyor.
Kürt sorununda son iki yıldaki ana dönemeçleri kısaca hatırlayalım. 2009 yılında “Kürt açılımı” adı altında sorunun çözümü yönünde olumlu bir hava yaratılmıştı. Ancak Kandil ve Mahmur’dan gelenlerin Kürt halkı tarafından coşkuyla karşılanmasının düzen güçlerini ürkütmesi ve ardından DTP’nin kapatılmasıyla süreç akamete uğramıştı. Yeni kurulan BDP’nin üyelerinin de daha baştan KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınması ve tutuklanması ise düzenin Kürt hareketine karşı olan tahammülsüzlüğünü ortaya koyuyordu. Statükocu güçlerin provokasyonları ve AKP’nin niyetsizliği Kürt sorununda milliyetçi hezeyanın galebe çalmasına yol açtı. CHP ve MHP AKP’yi suçlarken, AKP de milliyetçi-devletçi söyleminin dozajını arttırarak BDP’yi hedef gösteriyordu. Ancak AKP’nin tüm zorlamalarına rağmen Kürt hareketinin kan kaybetmemesi, tersine güç kazanması, hükümetin “açılım” politikasını terk etmesine yol açtı.
AKP sorunu Kürt halkının demokratik taleplerini karşılamak yerine, Kürt hareketini tasfiye edip birtakım bireysel haklar vererek çözmeye kalkıştı. Bu anlayış “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” sözleriyle cisimleşti. Ancak bu mecrada işler hiç de AKP’nin istediği gibi gitmedi. Kürt hareketi bazı burjuva yazarların bile görmezden gelemeyeceği biçimde güçlendi. Ayrıca Kürt sorununun yaşandığı ülkelerden biri olan Suriye’deki gelişmeler de Türkiye burjuvazisi açısından ciddi tehlikeler barındırıyor. Suriye’de de Irak Kürdistanı’ndaki gibi bir yönetimin ortaya çıkma ihtimali Kürtler açısından bir moral kaynağı anlamına geliyor. Beri yandan Türk devletinin tüm baskılarına rağmen Kürt halkının kendisine olan özgüveni oldukça artmış durumda. Seçimlerde Kürt halkı tarafından desteklenen 36 vekilin parlamentoya seçilmesi ve DTK’nın demokratik özerklik ilan etmesi burjuva düzeni iyice tedirgin etti.
Kürt sorunu her yandan çözümü dayatıyor. Gerek uluslararası konjonktür gerekse Kürt hareketinin gelmiş olduğu düzey, yıllardır sürdürülen inkâr ve imha politikalarıyla bu sorunun halledilemeyeceğini çok net bir biçimde gösteriyor. İktidar koltuğunda oturan AKP de bunun farkında. Ancak çözümün mümkün olduğunca az zararla sağlanmasının hesabını yapıyor. Bu yüzden son aylarda Kürt hareketine yönelik askeri ve siyasi baskılar giderek yoğunlaştı. Daha önce defalarca denenmiş olan ve hiçbir sonuç alınamamış olan sınır ötesi askeri operasyona tekrar başvuruldu.
Kürt toprakları bir kez daha TSK tarafından bombalanırken, beraberinde Kürtlere karşı yoğun bir karalama kampanyası da yürütüldü. Gerçekler ya gizlendi ya da çarpıtıldı. Çatışmaların alevlenmesinden önceki süreçte aylar boyunca sürdürülen askeri operasyonlarla, ateşkes halindeki çok sayıda PKK militanının öldürüldüğü gerçeği gözlerden saklandı. Sınır ötesi operasyonlarda sivillerin zarar görmediği iddia edildi. Sanki her şey güllük gülistanlık da, hükümet barış istiyor da Kürt hareketi savaş istiyor havası yaratılmaya çalışıldı. Erdoğan Ramazan ayında yaptığı bir konuşmada “Bıçak kemiğe dayanmıştır. Ne söylerlerse söylesinler bunun faturası ağır olacaktır… Biz Ramazan’a hürmeten sabrediyoruz. Ramazandan sonra bu barışın miladı çok daha farklı olacak” diyerek Kürtleri alenen tehdit etmişti. Nitekim ardından da “Ramazanla ilgili sabrımız bitmiştir” diyerek sınır ötesi hava harekâtı başlatılmıştı. Aynı konuşmada Erdoğan BDP’yi kastederek “bunlarla aralarına mesafe koymayanlar da bundan böyle bedelini ödeyecekler” diyerek yaygın tutuklama ve gözaltıların kapıda olduğunun sinyalini vermişti. Hükümetiyle devletiyle Kürtlere karşı “asacağız keseceğiz” tonunda konuşmaların yapıldığı bu süreçte tutuklanacak 1400 kişilik bir listenin bahsi geçiyordu burjuva medyada. Gerçekten de bundan sonra Kürt hareketine yönelik baskılar giderek arttı, KCK operasyonları yaygınlaştı. Başta Kürt illerinde olmak üzere İstanbul, İzmir, Mersin, Muğla gibi kentlerde evlere yapılan baskınlar sonucu yüzlerce Kürt siyasetçi, aydın vb. gözaltına alındı ve tutuklandı.
BDP’nin Ekim ayı başında verdiği rakamlara göre bilanço şöyle: 2009’dan beri 7748 kişi gözaltına alındı, 3895 kişi ise tutuklandı. Son 6 ay içinde 4148 kişi gözaltına alındı, bunlardan 1548’i tutuklandı. Tutuklananlar arasında belediye başkanları, belediye başkan yardımcıları, il genel meclis üyeleri gibi BDP’li siyasetçiler var. Operasyonlar aralıksız devam ettiği için KCK kapsamında gözaltına alınanların sayısı da günbegün artmakta.
Gözaltı ve tutuklama furyasının devam edeceğini burjuva medyada çıkan haberlerden anlamak mümkün. Öyle ki, tutuklanan KCK üyelerinin yerine başkalarının atandığı, bu isimlerin de tespit edildiği ve savcılık tarafından takip edildiği söyleniyor. Bu bağlamda Aysel Tuğluk’un da KCK ile ilişkisi araştırılıyormuş. Anlaşılan o ki TC, dışarıda Kürt siyasetçisi bırakmak istemiyor.
Düzen güçlerinin başarmayı çok istedikleri fakat hayata geçiremedikleri amaçlarından birisi PKK çizgisine muhalif bir Kürt partisi kurmak. AKP milliyetçi, militarist söyleminin dozajını günbegün arttırırken, bir taraftan da Kürt hareketini bölmenin ve marjinalize etmenin hayalini kuruyor. Bunu da özellikle dini kullanarak yapabileceği zehabına kapılan Erdoğan şunları söyleyebiliyor: “Benim Müslüman din kardeşim olan Kürt kökenli kardeşlerime sesleniyorum: Bu mabetlerinizi roket atarlarla bombalayan bu örgüte nasıl destek veriyorsunuz? Bunlara karşı sizler de kalkıp bir direniş ortaya koyacaksınız. Bu, sadece bizim görevimiz değil. Bunu devlet, millet el ele yapmak durumundayız, beraber yapacağız. Bunu beraber yapıp, bunları yalnızlığa mahkûm etmek durumundayız.” Erdoğan böylelikle hem Kürt halkını hedef tahtasına oturtmakta, hem de PKK’nin bu halktan büyük destek gördüğünü itiraf etmektedir.
Savcılığın “BDP ile KCK yapılanması arasında fiili bir bağlantının bulunduğu anlaşılmıştır” iddiasıyla BDP hakkında kapatma davası açması da gündemde. KCK operasyonlarıyla BDP’nin siyaset yapması zaten fiili olarak engellenmeye çalışılıyor. Belli ki burjuva devletin niyeti bununla yetinmek değil. DTP’den sonra BDP de kapatılarak Kürt hareketi köşeye sıkıştırılmak isteniyor. DTP’nin açılım rüzgârlarının estiği bir süreçte kapatıldığı göz önünde bulundurulursa, BDP için de bir kapatma davası açılması mümkün gözüküyor. Üstelik Kürt sorunu bağlamında milliyetçi politikaların gündemde olduğu, sınır ötesi operasyonların yapıldığı, düzen partilerinin şovenizm yarışına girdiği bu koşullarda zeminin daha da “elverişli” olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak şunu da eklemek gerekiyor ki, bugüne kadar parti kapatma girişimlerinin hiçbirisi düzen güçlerinin istediği gibi Kürt hareketini zayıflatmadı. Kapatılan DTP Mecliste 21 milletvekili ile temsil ediliyordu, ardından kurulan BDP ise, yargının vekil gaspına ve tutuklu vekillerin serbest bırakılmamalarına rağmen Mecliste 29 sandalyeye sahip.
Burjuva cenahtaki liberal yazarların da ne kadar liberal oldukları politik atmosferin değişmesiyle birlikte ortaya çıkmış bulunuyor. İstisnalar haricinde, bu liberaller hükümetin izlediği politikaya göre pozisyon alıyorlar. “Kürt hareketinin siyasi kolu olan BDP’nin siyaset alanının daraltılmaması” kerhen dillendirilirken ve AKP’ye bu konuda suya sabuna değmeyen eleştiriler yapılırken, Kürt hareketine karşı mangalda kül bırakılmıyor. Onların satırlarında kim haklı, kim haksız; kim ezen kim ezilen, her şey baş aşağı! Devletin Kürtlere karşı yürüttüğü baskılar bir kenara bırakılıyor, KCK’nın Kürt halkına ve BDP’ye baskı yaptığı söyleniyor. Bu yüzden de aslında KCK operasyonlarının siyasetin önünü tıkamadığını, tersine Kürt halkını özgürleştirdiğini söyleyecek kadar ileri gidiyor AKP yanlısı liberaller.
Düzen yanlılarının canını en çok sıkan şeylerden biri de Kürt halkının sadece talepler ileri sürmekle kalmayıp bir de örgütlü bir siyasi güç olarak karşılarına çıkması. Bu temelde KCK’nın üstlendiği rol düzen güçlerini fena halde rahatsız ediyor. Kürt illerinde siyasi bir otorite olarak devlete alternatif bir örgütlenmenin varlığına tahammül edemiyorlar. Onlar istiyorlar ki Kürt halkı uslu uslu otursun ve kendisine bahşedilen kırıntılarla yetinsin. BDP, inkâr ve imha politikasına son veren AKP’ye karşı gelmesin ve PKK ile arasına mesafe koysun. KCK tutukluları savunmalarını “bilinmeyen bir dilde” yapmakta ısrar ederek sürecin tıkanmasına yol açmasınlar! Burjuva medya anadilde savunma yapmanın en doğal haklardan biri olduğunu görmezden gelip burada da suçluyu ilan etti: KCK. Meğerse KCK’nın yaptığı baskı yüzünden sanıklar Kürtçe savunmada ısrar ediyorlarmış.
Ezilen Kürt halkı baskılara, saldırılara, anti-demokratik uygulamalara karşı, ulusal demokratik talepleri için haklı bir mücadele vermektedir. Düzen cephesi ise bütün gücüyle Kürt halkına saldırmaktadır. İşçi sınıfına düşen görev haklıyla haksızı, ezenle ezileni ayırt etmek, şovenist dalgaya teslim olmamak ve bu bağlamda Kürt halkının haklı mücadelesine destek vermektir. Türkiye işçi sınıfı şu gerçeği aklından çıkarmamalıdır: Başkasını ezen uluslar özgür olamazlar!
link: Suphi Koray, KCK Operasyonlarının Aynasında Kürt Sorunu, 10 Kasım 2011, https://marksist.net/node/2795
İşsizlik Artıyor, AB ve ABD’de Kriz Gittikçe Derinleşiyor
Sıra Kimde İnisiyatifi: Siyasi Tutsaklar Serbest Bırakılsın!