Üçüncü Enternasyonalin (Komintern) kuruluşunun 100. yıldönümü vesilesiyle Elif Çağlı’nın Enternasyonal Sorunu başlıklı yazısını yeniden yayınlıyoruz. Üçüncü Enternasyonal, Lenin önderliğinde biçimlenen Bolşevik örgütlenme ve mücadele anlayışı temelinde 1919 Martında kuruldu. Çeşitli eksikliklerine rağmen dünya işçi sınıfının devrimci enternasyonal örgütü olarak inşa edilen Üçüncü Enternasyonal, Lenin döneminde bu doğrultuda çok önemli bir işlev görmüştür. Ne var ki Lenin’in ölümünün ardından Rusya’da hızla ilerleyen ve işçi iktidarının yıkılmasıyla sonuçlanan bürokratik karşı-devrim süreci, Üçüncü Enternasyonalin de devrimci hayatiyet damarlarını kesip atmıştır. Nihayetinde egemen sınıf konumuna yükselen bürokrasinin Stalin önderliğinde iktidar koltuğuna yerleşmesiyle birlikte ise Komintern’in de sınıfın devrimci enternasyonal örgütü olma niteliği sona ermiştir. Bu dönemden sonra, üye Komünist Partilerin politikaları Stalinist bürokrasinin çıkarlarına endekslenmiş ve Komintern bu sınıf uzlaşmacı politikaların aparatı haline getirilmiştir. 1935’te toplanan yedinci kongresinin ardından tek bir kongre bile toplamayan bu aparat, kuru bir tabelaya dönüşen varlığıyla bile Stalinist bürokrasi için ayakbağı haline gelmesiyle birlikte, 1943’te Stalin’in emriyle resmen kapatılmıştır.
Elif Çağlı’nın yazısında dile getirdiği gibi, devrimci mücadelenin içerdiği enternasyonal boyut ve bununla uyumlu bir enternasyonal örgütlülüğün yaratılması çabası, kapitalizmin tarihsel bir sistem krizi içinde debelendiği günümüz koşullarında misliyle önem kazanmış bulunuyor. Çağlı yazısında dünya işçi sınıfının yakıcı bir şekilde ihtiyaç duyduğu bu örgütlülüğün üzerinde inşa edilmesi gereken devrimci temellere işaret ediyor.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de çeşitli ülkelerden işçilerin kapitalizme karşı mücadelede dayanışmaya, ortak eylemler gerçekleştirmeye ihtiyacı var. O nedenle, işçi sınıfının sendikal ve demokratik kitle örgütleri vasıtasıyla uluslararası mücadele ve dayanışma ağının örülmesi büyük önem taşıyor. Fakat bunun da ötesinde, kapitalist düzene karşı devrimci mücadelenin başarıya ulaştırabilmesi sınıfın enternasyonal örgütünün var edilmesini şart koşuyor. Bu konuda yıllar içinde yaratılan bulanıklık nedeniyle daha baştan vurgulamalıyız ki, işçi sınıfının enternasyonal örgütü (işçi enternasyonali), sınıfın dünya ölçeğinde kapitalizme son verecek sosyalist devriminin örgütü yani dünya devriminin partisi anlamına gelmektedir.
İşçi sınıfının devrimci mücadele tarihi, bu mücadelenin ulusal değil enternasyonal bir nitelik taşıdığını ve enternasyonal düzeyde çabaları gerektirdiğini defalarca kanıtladı. Açık ki, işçi ve emekçi kitlelerin kapitalizm ve sınıflı toplum belâsından kurtuluşu, ulusalcı anlayışa hapsolmayan bir enternasyonal mücadele ve örgütlenme perspektifine sahip olmayı zorunlu kılmaktadır. Bu tarihsel gerçeklik, kapitalist toplumda sınıf mücadelesinin önemli yasalarını çözümleyen Marx ve Engels’ten itibaren ortaya konulmuş ve ete kemiğe büründürülmeye çalışılmıştır. Devrimci mücadelenin içerdiği enternasyonal boyut ve bununla uyumlu bir enternasyonal örgütlülüğün yaratılması çabası, kapitalizmin tarihsel bir sistem krizi içinde debelendiği günümüz koşullarında misliyle önem kazanmış bulunuyor.
Tarihten çıkartılması gereken dersler
Avrupa’da burjuva düzene proleter tarzda başkaldırının habercisi olan 1848 dönemecine, Marx ve Engels’in de içinde yer aldığı ilk enternasyonal örgütlenme çabaları eşlik ediyordu. Bu temelde önce 1847 yılında Komünistler Birliği adlı örgüt kurulmuş ve daha sonra ise 1864 yılında Birinci Enternasyonal olarak da adlandırılan Uluslararası İşçi Birliği vücut bulmuştu. Her iki örgütlenme de Marx ve Engels’in başa aldığı enternasyonal mücadele perspektifini yansıtıyordu. Kapitalizmin bir dünya sistemi yarattığı ve kapitalizmde temel sınıfların özünde ulusal değil dünyasal olduğu gibi önemli gerçekler, Marx ve Engels’in bilimsel çaba ve analizleriyle ortaya kondu. Böylece Marksizm, işçi sınıfının kurtuluşunu gerçekleştirebilmesinin yani kapitalizme son verebilmesinin, ulusal ölçekle sınırlı kalan bir eylemle mümkün olamayacağını açıklığa kavuşturdu.
Marksizmin kurucuları gerek teorik ve politik alandaki katkıları gerek oluşumu için ter akıttıkları Birinci Enternasyonal örgütlenmesiyle, aslında işçi hareketinin dünyaya gözlerini yeni açmakta olduğu erken dönemlerden itibaren mücadelenin yolunu aydınlatmışlardır. Marx ve Engels sayesinde zenginleşen Birinci Enternasyonal deneyimi, proleter mücadelenin enternasyonal düzeyde gerekli ilkelerini ortaya koymuş ve programatik, stratejik, taktiksel açılardan sağlam bir tarihsel temel oluşturmuştur. İşçi sınıfı ulusal düzeyde örgütlenirken bile enternasyonal mücadele perspektifini asla gözden yitirmemeli, ulusalcılığa prim vermemeli ve örgütlenmesini enternasyonal alana taşıyarak kurtuluşunun koşullarını hazırlamalıdır.
Birinci Enternasyonal, ne yazık ki 1871 Paris Komünü yenilgisini takiben çeşitli iç tartışmalar ve bölünmeler temelinde güç yitirmeye başlamış ve parçalanmaya yüz tutmuştu. Bu noktada Marx ve Engels’in, enternasyonalin devrimci işçi mücadelesine aykırı politik eğilimler tarafından çürütülüp lime lime edilmesine izin vermeyen ve daha sağlıklı bir enternasyonal örgütlenmenin yaratılabilmesi için birinci deneyi sona erdiren yaklaşımları eğiticidir. Onların bu tutumu, enternasyonal örgüt sorununun devrimci içeriğin yaşayıp yaşamadığından bağımsız bir biçime ya da tabuya dönüştürülemeyeceğini anlatan son derece önemli bir tarihsel derstir. Sonuç olarak vurgulamak gerekirse, Birinci Enternasyonal örgütsel açıdan yeterli olgunluğa ve kitleselliğe ulaşamasa da işçi sınıfının tarihsel mücadelesini başlatan bir ön deneyim olmuştur.
İşçi sınıfının mücadele tarihi içinde enternasyonal örgüt bağlamında yer alan ikinci deneyim 1889 yılında kurulan İkinci Enternasyonaldir. Birinci ve ikinci örneğin karşılaştırılması önemli bir tarihsel dersi ortaya koyar; bu ikisi arasında bir süreklilik ilişkisi yoktur. İkinci Enternasyonal çeşitli Avrupa ülkelerinin o dönemlere özgü sosyal-demokrat partilerini kucaklayarak bir kitleselliğe ulaşmış, fakat birinci enternasyonal deneyiminin devrimci içeriğinden uzaklaşmıştır. Kendilerini kapitalizmin ekonomik yükseliş eğilimine uyarlayan İkinci Enternasyonal partileri reformizmin batağına sürüklenmişlerdir. 1914’te birinci emperyalist paylaşım savaşıyla ilerleyen zor günler geldiğinde, kendi burjuva hükümetlerinin yanında yer alıp savaş kredilerine olumlu oy vermişlerdir.
Bu tarihsel örnek bize olumsuzundan çok şey anlatır. Devrimci özün karşısına dikilmeye çalışılan reformist politik eğilimlerle sulandırılmış bir kitleselliğin, işçi sınıfının anti-kapitalist mücadelesini başarıya ulaştırması mümkün değildir. İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin kitleleri kucaklayabilmesi amacıyla çalışmak ne kadar doğruysa, kitlesellik adına devrimci politikadan ödün vermek o kadar yanlıştır. Aslında hedeflenmesi gereken, gerek ulusal gerek enternasyonal mücadele alanında sınıfın devrimci mücadele çizgisi temelinde bir kitleselliğe ulaşabilmektir.
Lenin önderliğinde biçimlenen Bolşevik örgütlenme ve mücadele anlayışı, bu bakımdan ihtiyaç duyulan tarihsel örneği somutlar. Günümüzde de sahip çıkılması gereken devrimci Bolşevik çizgi, hem mücadelenin ulusal düzeyde nasıl örgütlenmesi gerektiğine ışık tutmaktadır hem de devrimci bir işçi enternasyonalinin nasıl olması gerektiği konusunu ana hatlarıyla açıklığa kavuşturmaktadır. Bu açıdan 1919 yılında dünyaya gözlerini açan Üçüncü Enternasyonal (Komintern) deneyimi büyük önem taşır. Ve nasıl ki İkinci Enternasyonal birincisinin süreklilik içinde bir tekrarı değilse, aynı özellik Üçüncü Enternasyonal için de geçerlidir. Üçüncü Enternasyonal, ikinci deneyimin eleştirisi ve çeşitli yaşamsal noktalarda ondan kopuş çabası üzerinde yükselmiştir.
Birinci emperyalist savaş döneminin yakıcı devrimci ihtiyaçları hatırlanacak olursa, Üçüncü Enternasyonalin inşa faaliyetinin biraz geciktiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak buna rağmen Üçüncü Enternasyonalin yine de kısa sürede kurulabilmiş olması, doğrudan Ekim Devriminin şevklendirici ateşi sayesinde mümkün olabilmiştir. Üçüncü Enternasyonal deneyimi, işçi sınıfının mücadele tarihinde ilk kez olarak hem devrimci öze hem de kitlesel boyuta sahip bir enternasyonalin yaratılabildiğini gözler önüne serer. Ne var ki bu deneyimi de sanki eksiksiz ve mükemmel bir noktaya ulaşmışçasına idealize etmemek gerekir. Ne yazık ki Üçüncü Enternasyonal, çeşitli ülkelerde sabırlı ve azimli bir hazırlık çalışmasının ürünü olarak biçimlenen sağlam seksiyonlar üzerinde yükselememiştir. Avrupa ülkeleri söz konusu olduğunda, seksiyonlar biraz acele biçiminden ve yeterli siyasal netliğe ulaşmadan oluşturulmuştur. Türkiye’nin de içinde bulunduğu ve dönemin daha geri durumdaki Asya ülkelerine ait seksiyonlar ise, henüz o ülkelerde kapitalizmin ve işçi sınıfının gelişmediği bir tarihsel momentte kaçınılmazlıkla köylülükle ya da ulusal kurtuluşçulukla bulaşık bir siyasal çizgiye dayanmıştır.
Taşıdığı bu gibi zaaflara rağmen Üçüncü Enternasyonalin genel hatlarıyla devrimci bir işçi enternasyonali olarak vücut bulması, Ekim Devriminin yarattığı haklı siyasal otorite ve Bolşevik Partisinin enternasyonalist yardımları sayesindedir. Ancak Lenin tarafından da önemle altı çizildiği üzere, bu özellik Üçüncü Enternasyonalin bileşenlerini fazlasıyla Rus örneğine ve Bolşevik Partisine bağımlı kılmıştır. Bu yüzden onun devrimci özü bileşen seksiyonlar tarafından yeterince içselleştirilip özümsenememiş ve seksiyonların devrimci kaderi doğrudan Rus devriminin kaderine bağımlı hale gelmiştir. Nitekim Ekim Devriminin sonunu getiren ve Rusya’da işçi iktidarını içten yıkan bürokratik karşı-devrim, Üçüncü Enternasyonal seksiyonlarının da devrimci hayatiyet damarlarını kesip atmıştır.
Lenin’in ölümüyle birlikte değişen koşulların damgasını bastığı 1924 dönemeci, işçi sınıfının ulusal ve enternasyonal mücadele tarihinde inanılmaz derecede olumsuz bir dönemeç noktası oluşturur. Bolşevik Partisi, Sovyet devleti ve Komintern içinde yükselişe geçen bürokrasi giderek tüm iktidar iplerini eline geçirmiştir. Nihayetinde egemen sınıf konumuna yükselen bürokrasi, Rusya’da Stalin önderliğinde iktidar koltuğuna yerleşmiştir. Böylece Komintern’in de sınıfın devrimci enternasyonal örgütü olma niteliği sona ermiştir. Ekim Devriminin böyle uğursuz bir süreç neticesinde yenilgiye uğradığı noktada, mücadeleyi Lenin dönemindeki Bolşevik çizgiye sahip çıkarak sürdürmeye çalışanlar ise Troçki ve onu izleyen yoldaşları olmuştur.
Troçki’nin Lenin’in ölümünden sonra da devam eden devrimci çabası, sahip çıkılması gereken bir tarihsel özellik taşır. Troçki ve yoldaşları bürokrasinin iktidarına karşı Ekim Devriminin kazanımlarını savunmak amacıyla Uluslararası Sol Muhalefet adlı örgütlenmeyi biçimlendirmeye çalışmışlardır. Ne yazık ki bu mücadele egemen bürokrasinin ele geçirdiği siyasal güç ve olanaklara kıyasla son derece eşitsiz koşullarda yürütülmüştür ve o nedenle de kötü gidişatı tersine çevirememiştir. Fakat egemen bürokrasinin eliyle gelen her türlü zorluğa, inanılmaz eziyet, cefa ve siyasal katliamlara rağmen, Lenin dönemindeki devrimci çizginin yaşatılması mücadelesi sona ermemiştir. Nitekim bu kapsamdaki çabaların bir uzantısı olarak, 1938 yılında Dördüncü Enternasyonalin kuruluşu Troçki tarafından ilan edilmiştir.
Daha önceki enternasyonal örgütlenme deneylerinin karşılaştırılmasında olduğu gibi, bu noktada da Üçüncü ve Dördüncü Enternasyonallerin tarihsel bir kıyaslamasını yapmamız gerekir. Dördüncü Enternasyonalin inşa çabası, Üçüncü Enternasyonalin inkârına ya da ondan kopuşa dayanmaz. Tam tersine, Komintern’in Lenin döneminde biçimlenen devrimci özünü ayakları altında çiğneyen Stalinist egemen bürokrasiye karşı, bu devrimci özü savunup sürdürme mücadelesini yansıtır. Ne var ki Dördüncü Enternasyonal mücadelesi, –öznel eksiklikler bir yana– Bolşevik Partideki ve Sovyet devletindeki Stalinist egemenliğin inanılmaz ölçülere varan baskı ve zorbalığının yarattığı nesnel engellere takılmıştır. Bu yüzden Dördüncü Enternasyonal deneyimi, yalnızca devrimci özün savunulmasına yönelik bir başlangıç düzeyinde kalmış ve örgütlenme anlamında yol alamayan bir tarihsel çaba olmuştur.
Troçki’nin örgütsel alanda Lenin’e kıyasla zayıf olduğu pek çok yön mevcuttur. İşin gerçeğini itiraf etmek gerekirse, aslında vaktiyle büyük oranda etkilendiği Menşevik örgüt anlayışından kendisini tam anlamıyla kurtarabilmesi mümkün olmamıştır. Ne var ki Dördüncü Enternasyonal deneyiminin örgütsel açıdan başarılı olamayışında doğrudan ve birincil derecede rol oynayan faktör, Stalinist egemenliğin oluşturduğu olumsuz nesnelliktir. Yaşanmış tarihsel olgular son tahlilde kendi dönemlerine ait koşullar temelinde değerlendirilmelidir. Troçki’nin Lenin dönemindeki Bolşevik çizgiyi savunma çabasının, dünden bugüne uzanan son derece önemli ve değerli bir tarihsel çaba olduğu açıktır.
Ancak Troçki’nin ölümünden sonra başlayan Troçkizm tarihini oluşturan çeşitli eğilim ve yapılanmalar için aynı şeyi söyleyebilmemiz pek mümkün değildir. Çünkü genelde Troçkist hareket Troçki’yi derinden anlayıp, onun bıraktığı teorik-politik mirası sahiplenmeyi ve geliştirmeyi başaramamıştır. Tersine, Troçki’yi izleme adına onun önemli değerlendirmeleri dondurularak dogmalara dönüştürülmüş ve böylece devrimci hayatiyet sona erdirilmiştir. Troçki’nin ölümünden sonra, Dördüncü Enternasyonal irili ufaklı Troçkist gruplar arasında son derece kısır ve küçük-burjuvaca politik çekişmelere alet edilen içi boş bir biçime dönüşmüştür. Bu nedenle, başlangıçta devrimci enternasyonal geleneğini sürdürmek amacıyla yaratılmaya çalışılan Dördüncü Enternasyonal Troçki’nin ölümüyle birlikte anlamını yitirmiştir.
Troçki’nin ölümünden günümüze uzanan yıllar içinde çeşitli Troçkist örgüt ve eğilimler tarafından sahip çıkılmaya, resmen temsilcisi olunmaya veya küçük-burjuvaca kısır çekişmeler temelinde sözde yeniden inşa edilmeye çalışılan bir “Dördüncü Enternasyonal” tarihini biz devrimci geleneğimizin bir parçası olarak kabul etmiyoruz. Bu yaklaşımımızı kendi açımızdan haklı kılan başlıca ideolojik, politik ve örgütsel nedenleri ise bugüne dek Marksist Tutum eğiliminin temellerini döşeyip var eden tüm yazılı materyal ve dokümanlarımızda ortaya koymuş bulunuyoruz. Kısaca belirtmek gerekirse, Troçki ile Troçkizm arasında öznel değerlendirmelerle kapatılamayacak nesnel bir farklılık vardır. Ekim devriminin önderlerinden biri olan ve gelecek kuşaklara devrimci bir tarihsel miras bırakan Troçki ile onun ölümünden sonra kendilerine özgü yanılgılar ve sekter ihtiraslar temelinde varlık sürdüren Troçkist yapılanmalar arasında kesin bir ayrım çizgisi çekmek zorunludur.
Bugün Troçkist çevrelerin pek çoğunun bu gibi tespitlerimize katılmadığının ve katılmayacağının farkındayız. Ama biliyoruz ki, tarihten ders almamakta ayak direyenlerin devrimci temellerde yeni bir geleceği yaratabilme şansı yoktur. Üstelik daha önceki dönemler bir tarafa, özellikle Sovyetler Birliği ve benzeri bürokratik yapıların çöküşünden itibaren işleyen süreç tarihsel bir gerçeği yakıcı biçimde gözler önüne seriyor. Geçmişteki yanılgılarından devrimci tarzda dersler çıkartmaya niyetli olmayanların politik bir geleceği de olamaz! O nedenle açıktır ki, yanlışlarıyla yüzleşmeye yanaşmaksızın kendi durumlarından hoşnut biçimde yaşayıp giden çevrelerin birliğinden, işçi sınıfının mücadelesini ilerletecek yeni bir enternasyonal doğmaz! Aslında bu tür çevrelerin, yeni enternasyonal inşası gibi iddialar bir yana, politik iflas ve ölümden kurtulabilmek için kendi yanılgılarıyla yüzleşmeye, hesaplaşmaya ihtiyaçları vardır. Ancak kendilerini doğru ve devrimci bir anlayış temelinde sakat yönlerinden arındırıp yeniden var edebilenler politik mücadelede anlamlı bir şekilde yol alabilirler. Ve ancak böyleleri, yeni bir enternasyonal de dahil, işçi sınıfının devrimci mücadelesini ileriye taşıyabilme olanağını yaratabilirler.
Yeni bir Enternasyonale ihtiyaç var
İşçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinde her zaman ve her düzeyde örgütlülüğe ihtiyacı var. Ancak kapitalizmin yıkıcı darbeler almaya çok daha elverişli hale geldiği derin kriz dönemlerinde, sınıfın ulusal ve uluslararası düzeyde devrimci örgüt gereksinimi yakıcı boyutlara ulaşıyor. Kapitalist düzenin ekonomik, siyasal, ideolojik alanlarının tümünü saran sarsıcı kriz dönemleri, temel iki sınıftan hangisinin üstün geleceğini sınayan tarihsel dönemeçler oluşturuyor. O nedenle böylesi dönemler geldiğinde, proletaryanın ulusal ve enternasyonal çapta devrimci bir örgütlülüğünün olup olmaması olayların gidişatını belirleyecektir. İşçi hareketinin tarihsel akışı hatırlanacak olursa, kapitalizmin bazı zayıf momentlerinde ne yazık ki böyle bir örgütlülüğün olmaması nedeniyle fırsatların kaçırılmış olduğu rahatlıkla görülecektir.
Kapitalizmin tarihsel bir krizin sancıları içinde kıvrandığı günümüz koşullarında da işçi sınıfının devrimci örgüt gereksinimi inanılmaz derecede yakıcı bir önem kazanmış bulunuyor. Tüm ülkelerde komünistlerin bir yandan ulusal düzeyde örgütlenme çabalarına hız verirken, yanı sıra enternasyonal bir örgütlülüğün yaratılması amacıyla da planlı bir mücadele yürütmelerine muazzam ihtiyaç var. Kapitalizmin yaşadığı krizle birlikte devrimin nesnel koşulları dünya ölçeğinde daha da olgunlaşmıştır. Ayrıca geçmiş on yıllara oranla günümüzde devrimin öznel koşullarını, yani sınıfın devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyini geliştirmek bakımından da genelde daha olumlu bir atmosfer mevcuttur.
Hatırlanacağı üzere, 80’ler sonrasında Sovyetler Birliği’nin çöküşüne paralel olarak büyük sermaye çevreleri ve onların sözcüsü burjuva hükümetler işçi hareketini olumsuz yönde etkileyen bir ortam yaratabilmişlerdi. Bunun neticesinde dünya genelinde işçi hareketinde ciddi bir gerileme yaşanmıştı. Günümüzde bu gerilemenin izleri henüz tamamen silinememiştir. Ne var ki kriz bataklığında debelenen burjuva düzenin, işçi sınıfının kazanılmış sosyal haklarına yönelttiği ağır saldırılar işçi kitlelerinde düzen karşıtı bir öfke yaratmıştır. Artık çeşitli ülkelerde işçileri ve emekçileri ve onların genç kuşaklarını kucaklayan kitle hareketlerinde patlamalı yükselişlerin yaşandığı bir gerçektir. Kısacası, kapitalizmin sistem krizi dünya genelinde gerek burjuvazi gerek proletarya açısından sınıf psikolojisinde önemli değişikliklere yol açmaktadır. Yaşanan tarihsel sürecin burjuvaziyi yeni devrimlerin korkusuyla büsbütün gericiliğe sürüklediği ve pek çok ülkede ırkçı, faşizan uygulamaların yaygınlaştığı ortadadır. Burjuva devletler dünya genelinde işçi-emekçi kitleler ve ezilen kesimler üzerindeki baskı aygıtlarını pekiştirmeye koyulmuşlardır. Aynı sürecin işçi cephesinde yarattığı olumlu değişim ise, kapitalist düzene karşı mücadeleye ve devrimci bir örgütlülüğe duyulan ihtiyacın henüz zayıf ölçülerde bile olsa yeniden bilince çıkartılmaya başlanmasıdır.
Olumlu faktörler istenilen düzeyde olgunlaşmamıştır ama daha önceki yılların işçilere örgüt düşmanlığını aşılayan koşullarına oranla, bugün mevcut durum sınıf devrimcilerine daha elverişli bir hazırlık ortamı sunuyor. Dikkat edilirse, doğrularla yanlışların, avantajlarla dezavantajların boz bulanık biçimde iç içe geçtiği ilginç bir geçiş dönemi yaşamaktayız. Örneğin örgütlülük konusunda çeşitli çevrelerden yükseltilen çağrılar mevcut, ama işçi sınıfının kapitalizmden kurtulabilmesi için ne tip bir örgüte ve nasıl bir örgütsel tarza ihtiyaç duyduğu noktasında kafalar karışık. Dünya genelinde kitle eylemlerinin gereğine yapılan vurgular ve kitleye bu anlamda seslenişler yoğunlaşıyor, ama örgütsüz kitlelerin kabarışının kısa sürede sönmeye yazgılı olduğu gerçeğini öne çıkaranların sayısı henüz tatmin edici olmaktan uzak.
İçinden geçtiğimiz dönem, işçi sınıfının enternasyonal örgüt gereksinimine ilişkin tutumlar bakımından da benzer bir özellik sergiliyor. Örnekse, sınıfın enternasyonal düzeyde mücadele ve örgütlenmeye ihtiyacı olduğunu genel düzeyde dile getirenlerin sayısı artıyor. Fakat bu ihtiyacın giderilmesi için “ne yapılmalı” ve “nasıl yapmalı” gibi somut sorunları gündemine alan ve tatmin edici yanıtlar bulmaya çalışanların sayısı henüz son derece az. Ancak gözden kaçırmamaya çalıştığımız tüm olumsuzluklara karşın, geleceği sağlam temellerde yaratabilecek olan bir değişimin mayalanmakta olduğu açıktır ve işin sevindirici tarafı da budur. Ne var ki güçlü temellere sahip olmak isteyenler, zayıf yönleri de görebilmeyi ve bunlara karşı kararlı bir mücadele yürütmeyi başarmak zorundadırlar.
Bu bakımdan en başta belirtmek gerekirse, işçi sınıfının örgütlenmesini kitle eylemlerinin dalgalanmasına terk eden kendiliğindenci eğilimlere asla prim vermemek gerekiyor. Bu konuda gösterilecek siyasal zaaf, işçi sınıfının geleceğini karartmaya çıkartılmış peşin bir davetiye mahiyetindedir. Mücadele tarihi boyunca ağır yenilgiler pahasına edinilen derslerin açık biçimde gösterdiği üzere, kapitalizmin yaşadığı kriz dönemleri proleter harekette kendi başına devrimci kazanımlar üretmez. Kapitalizmin ekonomik, siyasal, ideolojik çeşitli boyutlarda yaşadığı krizin derinleşmesi, ancak ve ancak işçi sınıfının devrimci mücadelesinin nesnel koşullarını olgunlaştırabilir. Bu faktör kuşkusuz ki fevkalâde önemlidir, ancak devrimci mücadelede sıçramalar kaydedilebilmesi bakımından kendi başına asla yeterli değildir. Devrimin olgunlaşan nesnel koşullarına paralel olarak, devrimin öznel koşullarında da ilerleme yaratılabildiği takdirde kapitalist düzene karşı mücadelede başarı kaydedilebilir.
Devrimin öznel koşullarında yaşanacak bir ilerleme, kitle hareketindeki kendiliğinden yükselişlerin doğrudan ürünü olamaz. İşçi sınıfının devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyinin ilerletilmesi, sınıf içinde ve sınıfın öncüleri temelinde yürütülen azimli ve planlı örgütsel faaliyetlerin ürünü olabilir ancak. Günümüz koşullarını bu açıdan da olumlu ve olumsuz faktörleri kavramak üzere irdelememiz gerekiyor. Görülüyor ki, dünya genelinde anti-kapitalist iddialar taşıyan kişi, akım ve siyasi yapıların sayısında ve etki alanlarında bir genişleme yaşanıyor. Buna karşılık, işçi hareketine uzanan reformist ve tasfiyeci eğilimler sınıfı doğru bir bilinçlenme ve örgütlenme sürecinden uzak tutuyorlar. İşçi sınıfının mücadele tarihi içinde sınıfı iktidara getiren örnek olarak sivrilen Ekim Devriminin öncüsü Bolşevik Parti gerçeği reddediliyor. Tarihsel gerçekliğin bu yönünü ellerinin tersiyle bir kenara itmeye son derece hevesli olan tüm inkârcı, tasfiyeci eğilim ve çevreler, Stalinist bürokrasi eliyle iğdiş edilmiş bir sözde Bolşevik Parti eleştirisinin ardına sığınıyorlar. Bunu yaparak Lenin’e ve devrimci Bolşevik parti anlayışına küfürler yağdırıyorlar. Ve aslında işçi devriminin başarıya ulaştırılabilmesi için olmazsa olmaz derecede elzem olan Bolşevik tipte parti anlayışı, söz konusu uğursuz yaklaşımlar ve en çok da Stalinizmin günahları nedeniyle sahiplenilmiyor. Böylece günümüzde işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu devrimci örgütlenme alanındaki boşluk da bir türlü doldurulamamaktadır. Bu gibi faktörleri hesaba kattığımızda, devrimin öznel koşullarında anlamlı bir atılım çabasını zorlaştıran faktörlerin henüz ağır bastığını söylememiz gerekir.
Yanlışlara prim verilmemeli
Geçmişten günümüze uzanan her türlü olumsuz faktöre rağmen, günümüzde işçi sınıfının devrimci mücadelesini ilerletmeyi mümkün kılacak koşullar da içten içe mayalanıyor. Geçtiğimiz on yıllarda büyük ölçüde prim yapan ve o dönemin genç kuşaklarını esir alan örgüt düşmanlığından sonra, şimdi dünya genelinde değişen sosyo-politik iklime bağlı olarak gençliği de yeniden kapsamak üzere mücadeleden ve örgütlenmeden dem vuranların sayısı artmaktadır. Bugün bütünüyle ulusalcılığa batmış yapıları bir kenara bırakacak olursak, devrimci mücadeleden şu ya da bu ölçüde bahsedenler enternasyonal mücadele ve örgütlenme gereğine de bir şekilde değinmektedirler. Ne var ki, ihtiyaç duyulan enternasyonal örgütün nasıl inşa edileceği konusunda görüş ve yaklaşımlar muhteliftir.
Aslında Avrupa ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere, çeşitli ülkelerde işçi sınıfı enternasyonaline ilişkin sorunlar yıllardır esasen Troçkist eğilimler tarafından ele alınmaktadır. Bunda şaşılacak bir yön de yoktur, çünkü Stalinist sol vaktiyle Komintern’i tasfiye eden bir siyasal çizginin takipçisi olarak bir işçi Enternasyonalini yeniden var etme sorunundan uzak kalmıştır. Troçki’yi izleyen Troçkist akımlar ise, ya Dördüncü Enternasyonali şu ya da bu biçimde yaşatıp temsil etme veya yeni bir enternasyonali (beşinci) inşa etme iddiasındadırlar. Özetle, günümüzde bir işçi enternasyonalini var etme çerçevesinde ortaya atılan projeler, somut girişimler, çağrılar vb. genelde Troçkist örgüt ve çevrelerden kaynaklanmaktadır.
Bu kadarıyla bu durumu Troçkist hareket adına pozitif bir faktör olarak değerlendirmek mümkündür. Ne var ki bu noktadan sonrası, odağında işçi sınıfının devrimci mücadele ve örgütlenme tarzına dair ciddi farklılıkların ve sorunların yer aldığı bir alana açılıyor. Avrupa ülkelerinden örnek vermek gerekirse, diyelim işçi sınıfının devrimci örgütlenme ihtiyacından söz edip pratikte antrist taktikler vb. adına kendini sosyal-demokrat partilere adapte eden Troçkist eğilimler mevcut. Troçkist yelpaze, Leninist parti anlayışını kâğıt üzerinde kabul eder görüneninden açıkça reddedenine dek pek çok eğilim ve çevreyi kapsıyor. Sayıları az bile olsa daha doğru ve sağlıklı siyasal tutumlar geliştiren istisnai örnekleri bir tarafa bırakırsak, genelde Troçkist hareket ulusal ve enternasyonal düzeyde örgüt sorunlarında proleter devrimci bir çizgi izlemeyi başaramıyor. Troçkizm Avrupa’da yaygın olduğu şekliyle, küçük-burjuva solculuğuyla fazlasıyla bulaşıktır ve sınıfa önderlik edebilecek yetenekte bir örgütün yaratılması yerine amorf bir kitlesellik ikame edilmektedir. Troçkizmin Latin Amerika ülkelerine uzanan örneklerine bakıldığında ise, bu kez Cadilloculuk (kurtarıcılık) ile bulaşık bir solculuk anlayışı ağır basmaktadır. Güncel örneğiyle somutlanacak olursa, diyelim Chavez gibi bir devlet başkanı temelinde oluşturulan bir sol popülizm ve bir kitle kuyrukçuluğu devrimcilik diye savunulup benimsetilmeye çalışılmaktadır.
Enternasyonal örgüt konusunda diğer önemli sorunlar kümesini ise, böyle bir örgütün inşa tarzına dair doğru ve yanlış yaklaşımlardan müteşekkil farklılıklar oluşturuyor. Burada bu tür farklılıkların her biri üzerinde duramayacağımız için bazı önemli hususlara dikkat çekmekle yetinelim. İşçi sınıfının devrimci mücadelesine önderlik edebilecek kapasitede bir enternasyonal örgütün inşası, çeşitli ülkelerde fiilen devrimci tarzda örgütlü bir mücadele yürüten komünistlerin girişim ve çabaları üzerinde yükselebilir. Fakat hiç kuşku yok ki, böyle bir inşa faaliyeti planlı bir süreç işidir. Bunun temposu ve süresi, yalnızca bunun için çalışıp ter akıtanların öznel niyetlerine ya da iradelerine bağlı değildir. Bunda, bu süreci hızlandıracak ya da yavaşlatacak veya kolaylaştıracak ya da zorlaştıracak nesnel ortam (özetle kapitalist düzenin dünya ölçeğindeki durumu ve sınıf mücadelesinin genel gidişatı) birinci derecede rol oynar. Örnekse, Üçüncü Enternasyonalin inşasının kısa sürede başarılmış olması, doğrudan doğruya Ekim Devriminin dünya ölçeğinde yarattığı olumlu nesnel ortama bağlıdır.
Üçüncü Enternasyonal kuruluşunun örneklediği üzere, komünist bir işçi enternasyonali bağlamında ortaya örgütsel bir varlık ve yapının çıkartılmasının şu ya da bu ülkede ya da ülkelerde yaşanacak devrimci deneyimlerle yakından bağlı olduğuna hiç kuşku yoktur. Fakat bir işçi enternasyonalinin yaratılması için, gelecekte olabilecek olayları beklemekle veya geleceğe dair fal açmaya çalışmakla zaman yitirilemez. Yapılması gereken, enternasyonal örgütün inşası konusunda net bir görüşe, amaç ve tarz birliğine varmış olan çeşitli ülkelerden komünistlerin enternasyonal düzeyde bir çekirdek yaratabilmeleridir.
Bu uğurda sarf edilecek anlamlı çabaların karşısına çıkartılacak içi boş ve yararsız yaklaşımlarla araya kalın bir çizgi çekmek gerekiyor. Örneğin, sınıfa devrimci önderlik edebilme potansiyeline sahip olmayan ve reformist tarzda sözümona bir işçi kitle enternasyonali yaratmaya yönelik çağrılar bu kapsamdadır. Yine günümüzde moda olduğu üzere, gerçek bir örgütlenme çabasının yerine ikame edilen ve aslında örgütsüzlüğü yaygınlaştıran sosyal network üzerinden sanal birlikler yaratma eğilimine de prim verilemez. Bugün çeşitli biçimler altında gündeme sokulan bu tür yanlış yaklaşımlar, sınıf içinde örgütlenme perspektifini yitirmiş ya da bunu açıkça inkâr eden örgütsüz kişi ve bazı ukalâ aydınların kendilerini oyalamaya çalıştıkları bir sosyal hobi alanı yaratıyor. Sosyal projecilikle gönül eğleyen küçük-burjuva unsurların, yaşamı şimdi de böylesi hayhuylarla sürüklemesine vesile teşkil eden sözde enternasyonal çağrılarına kulak asılmamalı. Böyleleri eliyle ortaya atılan proje ve çağrılardan dünyanın hiçbir ülkesinde işçi sınıfına en ufak bir yarar gelmediği ve gelmeyeceği açıktır.
Konu enternasyonal alandaki yanlışlıklar komedyasına doğru açılmışken, bu anlamda son derece çarpıcı bir örnek olarak Venezuela devlet başkanı Chavez tarafından yapılan 5. Enternasyonal çağrısına da kısaca değinebiliriz. Hatırlanacağı üzere, Venezuela’nın başkenti Caracas’ta 2009 yılında toplanan Birinci Sol Partiler Uluslararası Buluşmasında Chavez dünya solunun yeni bir birliğe ihtiyaç duyduğunu belirtmiş ve 5. Enternasyonal’in yaratılması için çağrı yapmıştı. Yeni bir enternasyonale gerek olduğu kesin olsa da, Chavez gibi burjuva sol devlet adamlarının kurulma çağrısını ve inisiyatifini üstlendiği bir enternasyonalin devrimci Marksistlerin savunduğu bir enternasyonal inşasıyla uzak yakın bir ilgisinin olamayacağı aşikârdır. Aslında Chavez’in derdi, “enternasyonal” etiketi yapıştırılmış projelerle kendi iktidarının ABD’ye kafa tutuşunda dünya solunun desteğini yanına alacak bir birlik oluşturmaktır.
Kuşkusuz devlet koltuğunda Chavez ya da bir başkası otursun, ABD emperyalizminin tertiplerine karşı Venezuela’da oluşacak sol halk cephelerine destek verilebilir. Fakat bu gibi gerekçelerin ardına sığınıp, Chavez odaklı “enternasyonal” çağrılarını Marksistlerin gündemini işgal edebilecek yeni bir enternasyonal projesi olarak sunmak affedilmez bir oportünizm ve politik hafifliktir. Bu konuda somut örnek vermek gerekirse, Alan Woods liderliğinde Chavez’in kuyrukçusu pozisyonuna indirgenen IMT’nin içler acısı durumu hatırlanabilir. Açık ki, yeni bir enternasyonal inşası konusunda Chavez gibilerin aldatıcı çağrıları işçi sınıfının devrimci mücadelesi açısından bir olanak yaratmaz. Tersine, olsa olsa doğru çabaları engelleyici biçimde ortalığı bulandırır.
Amaç ve tarz birliği için
İşçi sınıfının enternasyonal örgütünün yaratılabilmesi için, ortak bir başlangıç noktasından hareket edebilecek komünistlerin amaç ve tarz birliğinin de sağlanması ve o halde buna hizmet edecek yaklaşımların öncelikle netleştirilmesi gerekiyor. Bir kere en başta vurgulanmalı ki, ilkelerde sağlam taktiklerde esnek olabilen bir duruşa ihtiyaç var. İşçi enternasyonalini yaratma mücadelesi, Marksizme derinden bağlı ve devrimci azimle sınıf içinde fiilen çalışma yürüten komünistlerin öncü çabaları sayesinde yol alabilir. Farklı ülkelerden benzer amaç ve ilkelerle yola koyulan komünistler çabalarını fiili adımlara dönüştürebilmelidirler. Bu uğurda son derece mütevazı bir başlangıç yapılabilmiş olmasının bile günümüz koşullarında kıymeti büyük olacaktır.
Devrimci bir işçi enternasyonalinin inşası için gereken birliğin çimentosu, ancak Marksizme ve mücadele deneyimine dayanan bir devrimci gönüllülük ve kararlılık olabilir. Bu olmadan kâğıt üzerindeki hiçbir yazılı kural ete kemiğe bürünemez ve aslında devrimci mücadelenin komünistlere dayattığı devrimci disiplin ihtiyacının üstesinden de ancak bu sayede gelinebilir. Bu gibi temel noktalardan hareket edecek olan komünistlerin kendi aralarında amaç ve tarz birliğini sağlamaları ve çabalarını sınıfın enternasyonal devrimci mücadelesine ışık tutacak ortak bir platformun kabulüne doğru ilerletebilmeleri arzulanır. Bu ilerleyiş kuşkusuz kendiliğinden gerçekleşmeyecektir ve bunun için siyasal temas, tartışma ve ortak mücadeleyi içeren bir sürecin işletilmesine ihtiyaç vardır. İşte böyle bir sürecin sağlıklı biçimde işletilebilmesi için gerekli bazı hareket noktalarını kısaca maddeler halinde sıralayabiliriz.
1. Enternasyonal örgüt, çeşitli ülkelerden komünistlerin gevşek temaslarından ibaret amorf bir birlik ya da daha kötüsü son dönem moda olan cinsten network (ağ) tipi oluşumlar değildir. Enternasyonal örgüt işçi sınıfının dünya partisi anlamına gelir ve gerçekten de o nitelikte bir örgüt inşa edilebilmelidir.
2. Bugün işçi sınıfının enternasyonal bir örgütü yoktur ve günümüzde 4. Enternasyonali temsil ya da 5. Enternasyonali inşa temelinde ileri sürülen iddialar bu gerçekliği değiştirme kudretine sahip değildir. Tarihten olumlu anlamda örnek almak gerekirse, Lenin döneminde Ekim Devriminin ilerletici ateşiyle inşa edilen Komintern deneyimi hatırlanabilir. Bu deneyim genel hatlarıyla bugün de bir işçi enternasyonalinin inşasında yol göstermeyi sürdürmektedir.
3. Sınıfın devrimci enternasyonal örgütlülüğü, ancak onu yaratma çabası içinde olan ve bu çabayı kararlılıkla sürdüren benzer parçaların birliğiyle var edilebilir. Önemli olan, böyle bir birliğin bileşenlerini yaratabilmek amacıyla ciddi denemelere girişmekten kaçınmamaktır. Ve bir de, siyasal yakınlık ya da uzaklıklar mutlaka devrimci Marksizmin terazisinde tartılmalıdır.
4. İşçi sınıfının dünya partisine bir çırpıda varılamayacağı aşikârdır. Ancak temel nitelikteki ideolojik, politik ve örgütsel konularda anlaşma zemininde, bu hedefe doğru ilerleyen bir uluslararası eğilim oluşturmak ve birlikte yürümek mümkün ve gereklidir. Böyle bir eğilimi yaratıp örgütlemek için bir uluslararası devrimci çekirdeğin oluşturulması hedeflenmelidir.
5. Kimse yola çıkarken uluslararası alanda ikiz kardeşini bulma hayaliyle zaman yitiremez. Yaşam hiçbir konuda katı ve tek tip düşünce temelinde yol almaz. Bu nedenle, temel ideolojik-politik ve örgütsel konularda bir birlik zemini varsa, diyelim SSCB’nin sınıf doğası türünden tarihsel-teorik konulardaki görüş farklılıkları birlikte yürümeyi engellememelidir. Fakat Marksist kavrayışın derinleştirilmesi amacıyla bu gibi konularda da tartışmalar ve görüş alışverişi sürdürülmelidir.
6. Birleşmeler ilkeli olmalı, fikir ayrılıkları konusunda daha baştan net bir tutum takınılmalıdır. Farklılıkların üzeri örtülmemelidir. Aceleci zorlamalardan uzak durulmalıdır.
Devrimci işçi mücadelesi ulusalcılığa düşülmemesini ve sınıfın enternasyonal çıkarlarının daima başa alınmasını emrediyor. Ama komünistler yaşadıkları ülkelerde işçi sınıfının devrimci örgütlülüğünün inşası için gereken çabayı sarf etmezlerse, proletaryanın devrimci enternasyonal örgütlenmesi de asla yaşama geçmeyecektir. Zira enternasyonal örgütlülük, çeşitli ülkelerde fiili mücadele yürüten komünistlerin çabasından bağımsız bir harici büro değildir. Enternasyonal örgüt, uluslararası arenada parlak görünen siyasi fikirler ileri sürmekle kendiliğinden oluşmaz. Aslında hayatın hiçbir alanında doğru bir çizgide fiili emek sarf etmeden ve yanlış uygulamalara kafa tutmadan anlamlı bir başarı elde edilemez. Fikirler ne denli devrimci, haklı ve tatmin edici görünürlerse görünsünler, doğru bir örgütlenme olmadan kendi başlarına maddi güce dönüşmez ve yaşamı kendiliğinden değiştirmezler.
İşçi sınıfının devrimci bir enternasyonal örgütünün olmadığı günümüz koşullarında, bizzat ter akıtarak devrimci Marksist çözümler üretmekten ve bunları uluslararası platformlara taşımaya çalışmaktan başka bir mücadele yolu bulunmuyor. O yüzden günümüzde işçi sınıfının enternasyonal örgüt sorununun çözümü yolunda çeşitli deneylere girişilmesi kaçınılmazdır. Unutulmamalı ki bütün büyük devrimci atılımlar, zorluklardan yılmadan fiilen işe girişen ve çeşitli deneyler yaşamayı göze alan devrimci sınıf tavrı sayesinde başarılı olabilmiştir.
link: Elif Çağlı, Enternasyonal Sorunu, 29 Temmuz 2012, https://marksist.net/node/6624
Hindistan-Pakistan Gerilimi ve Emperyalist Hegemonya Kavgası
Emperyalizm Batılı Güçlerden mi İbaret?