Günümüz dünyasında, geçmiş zamanlarda ezilenlerin ezenlere karşı verdiği mücadeleler ve bazı değerler unutturulmaya, değersiz gösterilmeye çalışılıyor. Patronlar, işçilerin ve emekçilerin kapitalist sömürü düzenine karşı birlik olmaması için uğraşıyorlar. Egemenler, işçi kuşaklarının verdiği mücadeleleri, yeni kuşak işçilerin öğrenmemesi ve bu kuşakların mücadeleden uzak durması için karalıyor, çarpıtıyor, kötü göstermek için her yolu deniyorlar.
Kapitalizm toplumu iki ana sınıfa bölmüş durumda: Bir tarafta sayısı milyarlara ulaşan işçi sınıfı, öte tarafta dünya nüfusunun küçük bir yüzdesini oluşturan patronlar sınıfı. Patronlar işçileri sömürüyor ve en ağır koşullarda çalıştırıyorlar, iş cinayetlerinde işçilerin canını alıyor, sakat bırakıyorlar. İşçiler daha çok çalıştıkça daha çok sefalet koşullarında yaşıyorlar. Patronlar, işçilerin sırtından elde ettikleri kârlarla servetlerini büyüttükçe büyütüyorlar, lüks içinde yaşayıp sefa sürüyorlar. Sonra da işçilere ve ezilenlere “dünya böyle gelmiş böyle gider, mücadele anlamsız” diyorlar.
Oysa ezelden beri, nerede ezenler ve zulmedenler olmuşsa, daima başkaldıran, zulmedenlere karşı mücadele edenler de olmuştur. Ezenlere ve sömürenlere karşı mücadele verenler insanlığın ortak vicdanı olmuştur. Bir zamanlar kölelik vardı, efendiler kölelerine “konuşan makine” diyorlardı, insan yerine koymuyorlardı. Ama gün geldi, devran döndü; zulmeden, insanı köleleştiren o efendilere, “konuşan makineler” tarafından büyük bir sille indirildi. Roma’da Spartacus diye bir köle çıktı ve tüm köleleri ayaklandırdı, egemenler yıllarca titreyip durdular kölelerin isyanı karşısında. Üstelik bu tarihteki ne ilk ne de son köle isyanıydı. Daha sonra da ezen ve sömürenlere karşı, ezilenler ve zulüm görenlerin isyanları, başkaldırıları ve mücadeleleri olageldi. Köleler, efendilerine karşı sayısız mücadelelere giriştiler. Spartacus isyanı ilk köle isyanı değildi, lakin daha örgütlü ve daha bilinçliydi. Buradan da anlaşıldığı gibi, egemenler isyandan ama özellikle örgütlü ve bilinçli isyanlardan korkmaktadırlar.
İşçiler de tarih sahnesine çıktıklarından beri sömürüye karşı hep baş kaldırdılar, örgütlendiler ve isyan ettiler. 1830’da Fransa’da işçiler yeni bir dünya için Lyon’da egemenlerin karşısına dikilmişlerdi. Paris işçileri sömürüye ve ezilmeye karşı 1848’de baş kaldırıp meydanlara, alanlara çıktılar. Egemenler sömürü düzenlerine karşı baş kaldırıp isyan eden işçileri katlettiler, zindanlara attılar. 1848’in Haziranında korkunç bir katliam yapıldı işçilere, isyan edenlere karşı. Bu katliamdan sonra egemenler, artık bir daha işçilerin ve ezilenlerin kendini toparlayamayacağını, moral bulamayacağını ve isyan edemeyeceğini düşünüyorlardı. Yanıldılar. Sömürüye ve ezilmeye karşı mücadeleye atılan işçileri ne zindanlar, ne katliamlar yollarından döndürebildi. 1871’de Paris işçileri bu kez egemenlerin yüreğine çok daha büyük bir korku salarak, sömürü düzeninin sonsuza kadar sürmeyeceğini göstermişlerdi. İşçiler Paris’te iktidarı ele geçirdiler ve tarihteki ilk işçi devleti deneyimi olan Komün’ü ilan ettiler. Dünya işçilerine bir gün sömürü düzeninin nasıl sökülüp atılacağını pratikte gösterdiler. Egemenlere ve onların sömürü düzenine, köle gibi çalışmaktansa savaşarak ölmeyi yeğlediklerini haykırdılar. Egemenler, bunları değersizleştirmek için çarpıtmaya, gözden düşürmeye çalışsa da, Parisli işçilerin sömürüye ve ezilmeye karşı haykırdığı o sözler günümüze kadar yankılanmayı sürdürdü ve mücadeleye atılan her işçiye hâlâ güç ve güven veriyor.
Sanayinin ilk geliştiği ülkelerden İngiltere’de patronlar işçileri günde 14-16 saat çalıştırıyor ve ardından işsizliğe, açlığa terk ediyorlardı. İngiliz işçiler, katlanarak artan sömürüye, uzayıp giden iş saatlerine karşı isyan ettiler. İşçiler, önce makinelerin kendilerini işsiz bıraktığını düşünmüş ve makineleri parçalamaya başlamışlardı. Egemenler makine kırıcıları ağır hapis ve idamla yargılıyorlardı. İşçiler idamla yargılansalar bile kendilerini işsiz bıraktığını düşündükleri makinelere öfke duyuyor ve makineleri parçalamaya devam ediyorlardı. İngiliz işçiler, daha sonra kendilerini işsiz bırakanın, açlığa, yoksulluğa mahkûm edenin makineler değil, kapitalist sömürü düzeninin kendisi ve burjuvazi olduğunu anlamaya başladılar. Burjuvaziye baş kaldırarak meydanlara çıktılar; iş saatlerinin düşürülmesi, ücretlerin arttırılması için mücadele etmeye başladılar. İngiliz işçiler, 8 saatlik işgünü için başlattıkları mücadeleden geri dönmediler. İşçiler, taleplerinin kabul edilmesi için çetin bir mücadele verdiler. Bugün burjuva demokrasisinin normlarından biri sayılan herkese seçme ve seçilme hakkı da İngiliz işçi sınıfının mücadelesi sayesinde kazanılabildi.
Amerikalı egemenler de, baş kaldıran işçileri bastırmak için kanlı katliamlara giriştiler. İşçi önderlerini düzmece iddialarla idam ettiler. İşçiler, egemenlerin uyguladığı idamlar, katliamlar, karşısında geri adım atmadılar. İşçiler taleplerini şöyle haykırıyorlardı: “8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canımız ne isterse.” Amerika ve Avrupa işçi sınıfı verdiği mücadele sonucu 8 saatlik iş gününü egemenlere kabul ettirdi. 8 saatlik işgününü kazanan Amerikalı işçiler, mücadele sonucu elde ettikleri bu hakkı dünya işçilerine bir miras olarak bırakmış oldular. O zamandan beri dünya işçileri, 1 Mayıs’ta alanlara çıkarak sömürüye, ezilmişliğe karşı tek bir ordu gibi haykırıyorlar.
Rusya’da işçiler 1917’de en koyu baskı koşulları altında sömürüye ve ezilmeye karşı mücadeleye girişmişlerdi. Egemenler işçilerin isyanını bastırmak için her türlü baskıyı uyguladı, katliamlar yaptılar, zindanları doldurdular. Baş kaldıran işçileri, hiçbir baskı biçimi mücadele etmekten geri tutamadı. İşçilerin verdiği mücadele kapitalizmin sınırlarını aşarak, yüzyıllardır hüküm süren Çarlığı yerlebir etti. Rusya işçileri, Parisli işçilerin öz-yönetiminden sonra dünyada ilk kez gerçek anlamda bir işçi iktidarını kurarak, kapitalist sömürüye son verilebileceğini gösterdiler. Rusya işçilerinin mücadelesi, burjuvaziyi derinden sarsarken, dünya işçi sınıfı için muazzam bir deneyim oldu. Rusya’da gerçekleşen işçi devrimi, dünya işçilerinin ortak sınıf çıkarları doğrultusunda örgütlenip mücadele vermeye başladıklarında egemen sınıfların sömürü düzeninin tarihin çöplüğüne gönderileceğinin nişanesi oldu.
Türkiye’de de sömürüye, ezilmeye ve horlanmaya karşı daima bir mücadele olmuştur. Gerek Osmanlı döneminde gerek daha sonrasında en baskıcı dönemlerde bile işçilerin sayısız mücadele örnekleri vardır. Osmanlı döneminde ağırlığını inşaat işçilerinin oluşturduğu işçiler ezilmeye, baskılara karşı mücadele etmeye başlamışlardı. Osmanlı devletinin uyguladığı tüm baskılara rağmen işçilerin mücadeleleri sürmüştü. 1908’de ve sonrasında işçiler, İstanbul başta olmak üzere birçok kentte taleplerinin karşılanması için tüm yasaklara ve baskılara karşı grevlere ve direnişlere çıkarak mücadele etmişlerdi. Osmanlı işçileri dünya işçileriyle aynı gün meydanlara çıkarak 1 Mayıs’ta taleplerini haykırıyorlardı.
Cumhuriyet döneminde de devletin işçiler üzerindeki baskı ve yasaklamaları aynı şekilde sürmesine karşın, işçiler ezilmeye, horlanmaya karşı mücadele ettiler. Egemenler mücadele eden işçilere ağır hapis cezaları vererek onları zindanlara attılar, işkencelerden geçirdiler, katlettiler. Ama uygulanan hiçbir baskı işçilerin mücadelesinin önüne geçemedi. Türk devletinin egemenleri işçilerin Osmanlı döneminde bile alanlara çıkarak kutladıkları 1 Mayıs’ı yıllarca yasakladılar. Yasaklamalara, baskılara rağmen işçiler, 1 Mayıs’ı kutladılar. Egemenler daha sonra 1 Mayıs’ı çarpıtmak, özünden uzaklaştırmak ve işçilere unutturmak için 1 Mayıs’ı “Bahar Bayramı” ilan etmişlerdi. Buna rağmen işçiler, 1 Mayıs’ı her daim işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutladılar ve sömürüye ve baskıya karşı mücadele etmeye devam ettiler.
İşçilerin örgütlenmesinden ve mücadele etmesinden korkan egemenler, bir taraftan onları hep baskı altında tutmak için her yolu deniyorlar, öte taraftan da işçileri böcek kadar değersiz görüyorlardı. 1970’te 15-16 Haziran büyük işçi direnişi patlak verdiğinde, patronlar işçilerin direnişini bastıramayacaklarını anladılar, çareyi kaçmakta buldular. İşçiler, mücadeleye atılıp fabrikaları, işyerlerini boşaltarak yollara döküldüklerinde neleri başaracaklarını hem kendileri yaşayarak gördüler, hem de gelecek işçi kuşaklarına yol gösterdiler.
Köleler efendilerine baş kaldırıp köleliğin kader olmadığını ilan ettiler. Günümüzde ise ücretli kölelik düzeni devam ediyor. Patronlar ne yaparlarsa yapsınlar, kapitalist sömürü düzeninde ezilenlerin, zulüm görenlerin isyanını bastıramayacaklar. Dünyanın tüm işçileri grevlerle, direnişlerle sömürüye ve ezilmeye karşı mücadele yolunu seçiyorlar. Patronların, “böyle gelmiş böyle gider” diyerek işçilerin zihnini bulandırmaya uğraşması boş bir çabadır; böyle gelmedi, böyle de gitmeyecek!
link: Soner Güven, Ezilenlerin Ezenlere Karşı Mücadelesi Hep Vardı, Var Olacak , 11 Ocak 2014, https://marksist.net/node/7254
Ekim Devrimine Dair
Gezi Sürecini Doğru Okumak