IŞİD saldırısı altındaki Kobanê ile dayanışmak, hükümetin IŞİD desteğini ve Kürt düşmanlığını protesto etmek için başlayan eylemlerde onlarca insan yaşamını kaybetti. Yüzlercesi yaralandı, birçok mahallede devletin organize ettiği faşist gruplar Kürtlerin evlerine ve işyerlerine saldırılar düzenlediler. Polis eylemlere katılanlara acımasızca saldırdı. Bazı yerlerde jandarma devreye sokuldu. İçişleri Bakanı Efkan Ala, “şiddet misliyle karşılık bulur” derken, Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “Artık ne polisimizin ne askerimizin kalkanla bu işin önüne geçmesi mümkün değil. Gereği neyse askerimiz de polisimiz de onu yapacaktır” dedi. Bu açıklamaları talimat olarak alan kolluk güçleri sınır tanımadan göstericilerin üzerine saldırdı. Hatta eylemlerde ölenlerin cenazesinden dönenlerin üzerine bile ateş açıldı.
Diyarbakır, Muş, Van, Siirt, Mardin ve Batman’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. OHAL döneminde bile sokağa çıkma yasağı ilan edilmemişken, 12 Eylül’den sonra ilk kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş oldu. Bazı yerlerde eğitime ara verildi. Eylemlerin ardından 199’u çocuk 1223 kişi gözaltına alındı, 20’si çocuk 183 kişi tutuklandı.
AKP savaş politikalarını tırmandırıyor
Gözü dönmüş Kürt düşmanlığını ortaya koyan hükümet Kobanê eylemlerinde yaşananları da bahane ederek TCK, CMK gibi kanunlarda bazı değişiklikler yapmayı gündeme getirdi. AKP’nin Meclise sunduğu yasa teklifi henüz Adalet Komisyonunda görüşülüyor. Muhtemelen bazı rötuşlarla birlikte onaylanarak kısa sürede yürürlüğe girecek. Ayrıca şu anda İçişleri Bakanlığının üzerinde çalışma yürüttüğü “iç güvenlik reformu” da önümüzdeki günlerde Meclise sunulacak. Yargı ve iç güvenlik “reformları” ile birlikte AKP otoriterleşme yolunda yeni adımlar atmış oluyor. Her ne kadar aksini iddia etseler de, hatta “Türkiye otoriterleşiyor” demesinler diye AB ülkelerini incelediklerini ve özellikle Almanya’yı model aldıklarını söyleseler bile, yapılacak değişikliklerin polis devleti uygulamalarını arttıracağı ortada. Aslında bugün yasadışı olarak yapılan uygulamalar yasal hale getirilmiş olacak. Yetkilerinin artması ile birlikte polisin daha sert davranacağı, yeni “kahramanlık destanları yazacağı”, hak ve özgürlüklerin daha da kısıtlanacağı aşikâr.
“İç güvenlik reformu”nun detaylarını henüz bilmiyoruz ama sadece Meclisteki yargı paketinin bile otoriterleşme yolunda ciddi bir adım olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tasarıyla polisin yetkileri arttırılacak, gösteri ve toplanma özgürlüğü “kamu düzeni” gerekçesiyle engellenecek, muhaliflere çok daha kolay bir biçimde darbe ve terör suçları isnat edilebilecek. Polis bundan böyle savcının izni olmadan “suç önlemek amacıyla” harekete geçebilecek, şüpheli gördüklerini gözaltına alabilecek. Uygulamayı bir kenara bırakacak olursak, mevcut mevzuatta polisin gözaltına alabilmesi veya ev/işyerine baskın yapabilmesi için savcı veya hâkim izni gerekiyorken, tasarıyla birlikte izin olmaksızın polis istediği gibi bunları gerçekleştirebilecek. Mevcut yasada savcı veya hâkimin izin verebilmesi için somut delil gerekiyor. Ancak paket onaylandıktan sonra polis somut delil olmaksızın, sezgileriyle suçluları tespit edebilecek! Bunu da “makûl şüphe” şeklinde tanımlıyorlar. CMK’nın 116. maddesinde yer alan “yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir” ibaresinde “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe”nin yerini “makûl şüphe” alacak. Elbette burada AKP’nin aklı devreye girecek ve her türlü muhalefeti bastırmak adına “makûl” bir şüphe duyulacak. Somut delillere gerek olmaksızın devrimcilerin, Kürtlerin evlerine baskınların yapılması, üstlerinin aranması burjuvazi açısından son derece makûl!
Yargı paketiyle birlikte savunma hakkı da tırpanlanıyor. Davanın gizliliği gerekçe gösterilerek masumiyet karinesi kaldırılmakta, yürütülen soruşturmalarda avukatların dosya içeriğini incelemesi ve kopyasını almasının kısıtlanabilmesi yönünde düzenleme yapılmaktadır. Avukatlar, ancak iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve delilleri inceleyebilecek, tutanak ve belgelerin örneklerini alabilecekler. Böylece avukatlar iddianamenin kabulüne kadar müvekkillerinin hangi iddialarla suçlandığını bilemeyecek ve haliyle savunma hazırlayamayacaklar.
AKP’nin Gülencilerle kapışmasında sahaya sürdüğü sulh ceza Hâkimliklerinin yetkileri arttırılıyor. Dinleme kararları artık ağır ceza hâkimleri yerine sulh ceza hâkimleri veya yargılama yapılan mahkemelerce alınabilecek. Örgütlü suçlarda sulh ceza hâkimlerine tüm Türkiye’de işlem yapabilme yetkisi veriliyor. Mevcut uygulamada soruşturmanın yapıldığı ilin dışında yapılacak işlemlerle ilgili kararlar o yerin sulh ceza hâkimleri tarafından alınıyor.
Pakette “devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı işlenen suçlar” ile ilgili değişiklikler öne çıkıyor. Birçok maddede katalog suçlara[*] bunlar da eklenerek ilgili maddelerin kapsamı genişletiliyor. Böylece AKP kendisine karşı başlatılabilecek soruşturmaların da önünü kesmiş oluyor. AKP’nin yolsuzluklarını veya Ortadoğu’ya yönelik kirli emellerini ve planlarını haber yapmak, AKP’nin uygulamalarına karşı protesto eylemleri düzenlemek, devlet güvenliğine karşı işlenmiş suçlar kapsamına alınabilecek. Mevcut uygulamada, silahlı örgüt veya silahlı örgütlere silah sağlama suçlarının işlenmesi halinde kişilerin veya kuruluşların malvarlıklarına el konulabiliyor. Yeni teklifte ise CMK’nın 128. maddesinde yer alan “silahlı örgüt veya silahlı örgütlere silah sağlama suçları”, “anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar” olarak değiştiriliyor. Bu değişiklik Gülencilerle kapışmada yeni hamle olarak düşünülse de, bundan sadece Gülen cemaatinin etkileneceğini düşünmek saflık olur. Bugün hükümet için Gülenciler bir tehdit olsa da, burjuvazi için en büyük düşman devrimci sınıf mücadelesidir. Sınıf hareketi yükseldiği ölçüde, bu yasalar sınıfın örgütlülükleri için büyük tehdit oluşturacaktır. En temel demokratik haklarını kullanan işçiler bile suçlu ilan edilebilecek, sendikaların, partilerin malvarlıklarına el konulabilecek.
Bu kapsam genişletilmesi sadece malvarlıklarına el koyma ile sınırlandırılmamış. Gizli soruşturma gereken haller, teknik takip yapılması ve iletişimin dinlenmesini gerektiren suçlar listesine de “devletin güvenliğine karşı suçlar” ve “anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine kaşı suçlar” ekleniyor. Böylece şüphelinin kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilecek, ses veya görüntü kaydı alınabilecek.
“Yeni Türkiye”
AKP daha önce esasen statükocu-Kemalist bürokrasi karşısında kendi konumunu güvenceye almak için AB uyum yasaları kapsamında attığı demokratik adımlardan uzunca bir süredir çark etmiş durumda. İktidarını perçinledikten sonra, kendisini sağlama alabilmek için hak ve özgürlükleri kısıtlayan yasalar çıkardı, baskıcı ve otoriter uygulamalarını arttırdı. Elbette bu durum sadece Türkiye’ye ve AKP’ye özgü değildir. Sistem krizi tüm dünyada otoriterleşme eğilimini güçlendirmektedir. Türkiye’ye göre nispeten burjuva demokrasisinin daha oturmuş olduğu ülkelerde bile demokratik hak ve özgürlükler kısıtlanmaktadır. Dolayısıyla AKP “Avrupa ülkelerini örnek alarak” düzenlemeler yapmaya girişirken, baskıcı yasaların örneklerini bulmakta hiç güçlük çekmemektedir.
AKP ister ekonomik konularda ister demokratik konularda olsun, çıkardığı yasalarla ilgili olarak toplum genelinde bir meşruiyet kazanabilmek için hep aynı taktiklere başvurdu. Ya birkaç iyileştirme öne çıkarılarak saldırılar gizlendi ya da demagojik bir söylemle kitleler kandırılmaya çalışıldı. Maalesef medyayı tekeline almış olan AKP, başlattığı muazzam algı operasyonları ile geniş emekçi kitleleri kandırmayı başarabildi bugüne kadar. Şimdi ise Kobanê eylemlerini örnek göstererek, mevzuatın milletin can ve mal güvenliğini korumada kolluk güçlerinin elini tuttuğunu iddia ediyorlar. Yargı paketi içerisinde hiçbir olumlu değişiklik olmadığı için kitleleri doğrudan kandırmaya çalışıyorlar. Kesinlikle hak ve özgürlüklerde gerileme olmayacakmış! Cumhurbaşkanından Başbakanına tüm AKP’liler demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, ifade özgürlüğü gibi kavramları dillerinden düşürmüyorlar. Hatta bunların en yılmaz bekçileri olduklarını bile söyleyebiliyorlar.
Örneğin Davutoğlu yeni yargı paketine dair yapılan eleştirileri şu sözlerle cevaplamaya çalışıyor: “Biz burada otururken şuradan Ankara’nın sokağından bir uyuşturucu çetesi bonzaiyi bir arabada taşıyor olsa. Polis ihbar alsa ve bunu durdurmak isterse, durduramaz. Savcıya gidecek ‘durdurup arayabilir miyim’ diyecek. Savcı da diyecek ki ‘peki elinde ne delil var?’. İhbar. İhbar delil olmaz, o arada bonzaiyi taşıyan, uyuşturucu taşıyan araba gider bütün gençleri zehirler. Ya da Bingöl’de olduğu gibi bu polislerimizi şehit edenlerle ilgili ihbar geliyor, bunları gözaltına alalım, tedbir alalım dendiğinde savcı ‘elimizde yeterli delil yok’ diyor ve bu sebeple 2 polisimiz şehit oluyor. (…) Oradaki savcı ‘elimde delil yok’ diyor. Emniyet tutabilir mi? Tutamıyor. Bu yasal açığı kapatacağız. Suç oluşana kadar ki tedbir almak yetkisi ve hakkı emniyetin elinde olacak. Oluştuktan sonra savcıya intikal edecek, tek önemli fark bu olacak.”
Bu tek fark gerçekten de önemlidir. Basit bir fark değildir. Polisin mevcut yasalarla bile neler yapabildiğini Kobanê eylemlerinde bir kez daha gördük. İşçilerin, emekçilerin, Kürtlerin üzerine kurşun yağdırmaktan bile sakınmıyorlar. Savcı veya hâkim kararı olmaksızın polis güya suç önleyici bir işlev sergileyecek. Kendisini yargının yerine koyup suçluları cezalandıracak. Bingöl’de 2 polisin öldürülmesiyle alâkası olmayan kişilerin iki saat içerisinde infaz edilmesi bunun son örneğidir. “Olayın olduğu andan itibaren gerekli talimatlar verildi ve teröristler bir iki saat içerisinde cezalandırıldılar” diyen Davutoğlu aslında polisin hâkim kararı olmadan zaten her şeyi yapabileceğini itiraf etmiştir. Şimdi bunun kılıfı hazırlanıyor. Davutoğlu toplumun en geri yönlerine seslenerek yargı paketinin neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışıyor. Polisin yetkilerini uyuşturucu tacirlerine karşı kullanmayacağını çok iyi biliyoruz. Hedef ne bonzaidir ne de milletin huzuru! AKP iktidarı, “yeni Türkiye” yolunda önüne hiçbir engelin çıkmasını istemiyor. Bütün muhalefeti zapturapt altına almak ve kendisini şu veya bu düzeyde destekleyen örgütsüz geniş emekçi kitleleri de kandırmaya çalışıyor.
“Böylesi bir Türkiye’ye varmak için azgın bir işçi sınıfı sömürüsü gerektiğinden, bu aynı zamanda işçi sınıfının itirazlarını azgın biçimde bastıracak bir siyasi rejimi de gerektirmektedir. Nitekim sıkça dikkat çektiğimiz üzere bir otoriterleşme süreci istikrarlı biçimde yürümektedir. MİT gibi aygıtların tahkim edilerek süper yetkilerle donatılıp koruma zırhına sarılması gibi düzenlemeler bir yana, insanların tüm hayatının, iletişiminin fütursuzca takibi, fişlenmesi, internetin cendereye alınması, «darbe girişimi» bahanesiyle emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini kullanmalarına getirilen kısıtlamalar bu bahiste bir çırpıda sayılabilecek hususlar.
“Bunlar basit biçimde keyfi uygulamalar olarak görülmemelidir. İddialı hedeflere ulaşmak için genel olarak yürütmenin elinin daha serbest olması gerektiğinden, farklı muhalefet odaklarından yükselebilecek çatlak seslerin süreci engellemesi ya da yavaşlatması da giderek daha tahammül edilmez görülür. Anayasa ve yasalar, ya da burjuva demokrasisinin muhtelif yönleri, başkan baba rejiminde giderek can sıkıcı lüksler olarak görülmeye başlanır. O nedenle icraatın önünde bu tür engeller doğduğunda, bu engeller yürütme gücü tarafından alenen çiğnenmekte, mahkeme kararları hiçe sayılmakta vs.” (Levent Toprak, AKP’nin “Yeni Türkiye” Söylemi, MT, Ekim 2014)
Öyle gözüküyor ki kaynayan Ortadoğu kazanında söz sahibi olmak, emperyalist paylaşımdan daha fazla pay kapmak isteyen Türkiye, içeride ve dışarıda yürüteceği savaş için yeni adımlar atmaya, savaş politikalarını tırmandırmaya pek niyetli.
[*] CMK’da belirtilen ve “kuvvetli şüphe” durumunda (yeni değişiklikle bu ifade “makûl şüphe” olarak değiştirildi) hâkimin, tutuklama nedeni olup olmadığını araştırmaksızın tutuklama kararı verebileceğini ön gören kimi suçlar katalog suçlar olarak adlandırılmaktadır.
link: Suphi Koray, Otoriterleşme Yolunda Yeni Adımlar, 22 Ekim 2014, https://marksist.net/node/3586
İşçiler Ölüyor, AKP “Durmak Yok, Yola Devam” Diyor
Hong Kong’da Neler Oluyor?