İnsan dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren anlam arayışı içine giren bir varlıktır. Konuşmaya yeni başlayan çocuklar adını ya da ne işe yaradığını bilmediği nesneleri merak eder ve çevresindekilere sürekli “Bu ne?” sorusunu sorarlar. Çocuk yaşlardan itibaren var olan bu merak etme, öğrenme isteği her yaşta bir ihtiyaç olmaya devam eder. Fakat bu isteğin zirve yaptığı dönem elbette gençlik dönemidir. Gençlik döneminde “Bu ne?” sorusunun yerini daha çok “Nasıl?” ve “Neden?” sorusu alır. Yani genç insan, içinde yaşadığı dünyayı ve toplumu kavrama ve sorgulama ihtiyacı hisseder ve bununla birlikte değiştirmek, dönüştürmek ister.
Bugün kapitalist sistemin belki de en tahammülsüz olduğu “Nasıl?” ve “Neden?” soruları, gerek akıllardan gerekse de dillerden kaldırılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla öğrenmeye, sorgulamaya meraklı gençlik bugün ne yazık ki yerini bir o kadar umursamaz, hazırcı, tembel bir gençliğe bırakmış bulunmakta. Bilgisayar başından kalkmayan, eline yapışık bir şekilde taşıdığı “akıllı” telefonundan ayrılamayan ve böylece giderek sosyal hayatın dışına itilen, otomatlaşan bir gençlik! Kendisinin, insanlığın ve hatta bir bütün olarak tüm dünyanın sorunlarını sorgulamaktan, değiştirmek istemekten aciz bir gençlik! Kapitalizmin paslı çarkları arasında öğütülen, un ufak edilen bir gençlik! Kapitalist çürüme girdabında gençliğin hali budur. Kapitalist çürüme işçi sınıfının örgütsüz gençliğini de çepeçevre sarıyor ve tüm irinini körpe bilinçlere zerk ediyor.
Teknolojinin gelişmesine bağlı olarak bilgiye erişimin kolaylaşmasıyla birlikte araştırma denilen olgu klavye yahut telefon tuşlarının kullanımıyla sınırlı bir hal aldı. Esasında bir gelişmeyi ifade eden bu durum kapitalizmin gerici sınırları altında çürümeyi, yozlaşmayı beraberinde getiriyor. İnternetin uçsuz bucaksız sınırlarında sörf yapan(!) alelade genç bir insanın doğru bilgiye ve gerçeğe ulaşması neredeyse imkânsız! Burjuvazinin bilinçli bir şekilde oluşturduğu sosyal medya alanları, facebook, twitter, instagram, snapchat gibi uygulamalar, herkesin kafasına göre yazıp çizdiği sözlükler, çeşitli internet siteleri, youtube gibi kanallar, aslında gerekli, gereksiz, doğru, yanlış birçok bilgiyi barındıran bir çöp dağıdır. Dolayısıyla buralardan beslenen gençler aslında sermayenin hiçleştirme ideolojisinden beslenmiş oluyor, kendi paylarına düşen yalanların ardı sıra gidiveriyorlar.
Yaratılan kalıplara gençleri sığdırmanın yollarından biri, onları o devasa dijital dünyayla tanıştırmaktan geçiyor. Renkli dijital dünyayla tanışan gençler, kendilerini törpülemek için hazırlanan kurguların içinde mest oluyorlar. Moda ikonları, gençlerin giyimini, saçlarının rengini, modelini belirliyor. Hatta artık kaşının, burnunun, dudaklarının, vücudunun şeklini de o moda ikonlarını feyz alarak birtakım estetik operasyonlarla değiştirebiliyorlar. Dahası bunu olmazsa olmaz bir ihtiyaç olarak görüyorlar. Burjuva ailelerin çocukları açısından bu durum oldukça normal olarak gerçekleşiyorken, sıra işçi sınıfı gençlerine geldiğinde birtakım sıkıntılar ortaya çıkıyor. Örneğin son dönemde haberlere de konu olan dudak estetiği operasyonu mağdurları bunun kanıtıdır. Cebinde doğru dürüst parası olmayan gençler o çok özendikleri yapay dudaklara sahip olabilmek için ucuz bir sözde estetik uzmanı buluyorlar. Sonuç ise dudaklarını kaybeden ve kaybetme riski olan binlerce gencin hayatının geri kalanını ağır bir pişmanlıkla ve çeşitli psikolojik sorunlarla geçirmesi! Kimlik arayışı içinde olan gençler kendilerini ispatlama aracı olarak dış görünüşlerini kullanıyorlar. Kadınlarda da erkeklerde de durum böyle.
Bunlar dışında yozlaşmanın etkisi aslında her yerde kendisini hissettiriyor. Tamamen tüketilmek için yapılan müzikler, filmler, arkadaşlık ilişkileri, hatta sevgi, aşk gibi kavramlar tek kullanımlık metalara dönüştürülmüş durumda. Birbirlerine değer vermeyen gençler arasındaki arkadaşlıklar sadece menfaatler temelinde kuruluyor ve kısa sürede bitiyor. Rekabet ve kıskançlık konusunda ise adeta birbirleriyle yarışır duruma geliyorlar. Gençler izledikleri zengin ünlüleri örnek alıyor, konuşma şekilleri, espri anlayışları, hal, hareket, jest ve mimiklere varana kadar taklitçi ve dar bir kalıpta gidip geliyorlar. Son dönemlerde yapılan sokak röportajlarında gençlerin magazin, moda, yeni trendler, futbol vb. şeyler hakkında sorulan sorulara tereddüt etmeden cevap verdikleri görülüyor. Fakat sıra toplumsal meselelere, tarih, edebiyat, genel kültür ve siyasete gelince büyük bir çoğunluğun verdiği cevaplar içler acısı. Örneğin “Sosyalist kime denir?” sorusuna nasıl bir cevap verilebilir? “Çok sosyal olan, sosyal medyaya sürekli girip çıkan ya da sürekli telefonla uğraşan!” Sosyalist kime denir sorusuna bu gibi yanıtlar veren bir gençliğin “özgürlük” anlayışı da doğal olarak, gece dışarı çıkmanın, eğlence mekânlarında sarhoş olmanın, cinselliğin ötesine geçemiyor.
Gençliğin potansiyeli burjuvaziyi korkutur
Gençliğin içine düştüğü yozlaşmanın kendiliğinden oluşmadığı gayet açıktır. Dünya ölçeğinde şiddetli bir krizin pençesinde olan kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı da çürütmeye devam ediyor. Son dönemlerde sıkça vurgulanan karanlık tablo gençler üzerinde de etkisini göstermektedir. Umutsuzluğun, gelecek kaygısının çöktüğü bir atmosferde toplumun en zinde gücü olarak tanımlanan gençlik de örgütsüzlük koşullarında bu atmosferin etkisi altında yaşamaktadır. Gençlik, tam anlamıyla sığ ve yüzeysel bir hayatın içinde oradan oraya savrulmaktadır.
Kapitalistler gerek ideolojik aygıtlarını, gerekse de baskı aygıtlarını ilk etapta gençler için kullanmaları gerektiğini çok iyi bilirler. Çünkü gençlik bu sistemin çelişkilerini ve çürümüşlüğünü fark ettiğinde, ona karşı ayaklanma potansiyelini barındırır. Ve işçi sınıfının genç unsurları isyan ettiğinde ne devletin polisinden, ne de kaybetmekten korkar. Nitekim dönüp tarihe bakıldığında bu gerçeklik somut bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla egemenler bugün gençliği tütsüleyerek kendi sınıflarına hizmete koşuyorlar. Yıllarca akıllara kazınan toplumun en küçük yapıtaşı aile faktörü aslında gerçekten de kapitalizmin yaşaması için bulunmaz bir yapıtaşı görevini üstleniyor. Gencin içinde mayalanan devrimci ateşin karşına ilk dikilen anne babası oluyor. Gerek duygusal yollarla, gerekse de baskı yoluyla çocuklarının mücadeleci, kendi haklarını savunan, haksızlıklar karşında önde duran bir birey olarak yetişmesini değil, sanki mümkünmüş gibi, kendi bireysel kurtuluşu için çalışan, derslerinde başarılı, zengin olmak için rakiplerini ezip geçebilen bir bencil olarak yetişmesini istiyorlar. Aileden aldığı tembihler eşliğinde eğitim hayatına başlayan gençler, bir taraftan bir dolu bilgiyi ezberlemeye çalışırken, bir taraftan da ailelerinin bitmek bilmeyen nasihatleriyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu nasihatler genellikle çocuklarının kimseye güvenmemesi, eşyalarını paylaşmaması, topluluklardan uzak durması, solcu öğrencilerden uzak durması şeklinde oluyor. Dışarı çıkmasının, kendini ifade etmesinin, arkadaşlıklar kurmasının önüne engeller konulan gençler, sınırları çok dar bir alanda, okul ve ev arasında göz önünde yaşamaya mahkûm ediliyorlar.
Okul başladıktan sonra, ailenin çizdiği sınırlara yenilerini ekleyecek olan bir eğitim sistemi beklemektedir gençleri. Tamamen ezbere dayalı, gençleri düzenin içine entegre etmekten öteye geçmeyen eğitim sistemi, sömürü sisteminin dayanak noktalarını gençlerin zihnine iyice kazımakla yükümlüdür. “Ülke, millet, dil, din, renk, cinsiyet” gibi ayrımlar eğitim adı altında gençlere kanıksatılır. Aslında iki büyük ayrım olduğu gözlerden gizlenir. Yoksul emekçi çocuklarının yaşam koşullarının karşısına koyulan başarı hikâyeleri ile sınıfsal çelişkilerin üzeri sinsice örtülür. “Bugünün büyük patronları bir zamanlar hamallık yapıyordu. Çok çalışırsanız siz de başarabilirsiniz!” yalanları gençliği rüyalar âleminde gezintiye çıkarır. Ama nihayetinde lise ya da üniversiteden mezun olan gençler önce işsizlik duvarına, sonra da düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine çarpınca gerçeklerle yüzleşir.
Kapitalist sistem pislik üretir. Bir taraftan gençliğe umut verip onların geleceğin yıldızı olacağına inandıran kapitalizm bir taraftan da umutsuzluğun, sorunların içinde kıvranan gençleri uyuşturup onları etkisiz eleman haline getirir. Bugün çocuk yaşlara kadar düşmüş olan uyuşturucu madde kullanımı gün geçtikçe artıyor. İnsan sağlığını ve psikolojisini bozan bu sistem kitleleri etkisi altına almak ve pasifize etmek için kimilerini uyuşturucuya itiyor, kimilerini de anti-depresana yönlendiriyor. Nitekim doktor tavsiyesiyle kullanılan anti-depresan ilaçlarının uyuşturucudan pek bir farkı yok. Bu ilaçların kullanımı da korkunç boyutlara ulaşmış durumdadır. Türkiye’de son bir yılda 37 milyon kutu ilaç tüketildiği hesaba katıldığında, her 10 kişiden 1’i anti-depresan kullanıyor. Bunalıma sürüklenen insanlar arasında cinnet ve intihar vakaları artıyor. Bunların büyük bir çoğunluğu da ne yazık ki gençlerden oluşuyor.
Gençliğin bilincini bulandırmak için üretilen diziler, filmler, bilgisayar oyunları, eğitim materyalleri, sosyal medya hesapları, ilaç ve uyuşturucular, moda akımları, futbol takımları ve daha sayamadıklarımız… Tüm bunların kapitalist piyasada yeri var ve büyük küçük sermaye sahipleri bu piyasalardan akıl almaz kârlar elde ediyorlar. Sinekten bile yağ çıkartan açgözlü kapitalistler için gençlik iştah kabartıcı bir kâr kapısıdır. Fakat aynı zamanda gençliğin açığa çıkmayı bekleyen devrimci potansiyel taşıması da burjuvazi için bir o kadar korkutucudur.
Gençlik mücadeleyle kurtulur
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki gençliğin içinde bulunduğu durum, toplumsal olaylara ilgisizliği, mücadeleden soyutlanma isteği salt öğrenci gençlikle ilgili bir olgu olarak değerlendirilemez. “Nerde eski gençlik?” diyenler dönüp kendilerine şu soruyu sormalıdır: “Nerde işçi sınıfının örgütlü mücadelesi?” İşçi sınıfının örgütsüz olduğu gericilik dönemlerinde doğal olarak gençlik de mücadele ile ilgilenmeyen bir gençliğe dönüşür. Gençliğin içindeki dinamizmi ortaya çıkaracak olan güç yine işçi hareketi içindeki yükseliş olacaktır. Tarihe gençlik hareketi olarak damga basan 1968’li yıllar bu noktada önemli bir örnektir. Bugün “gençlikten bir şey olmaz” diyenler 68 hareketini salt öğrenci hareketine indirgeyenlerle aynı zihniyete sahiptirler. O dönem dünyanın gelişmiş kapitalist ülkelerinde baş gösteren isyan dalgasının en önemli nedeni kapitalist ekonominin sarsıntılar yaşamaya başlaması ve artan çelişkilerdi. Patlak veren isyanların işçi grevleriyle yayılması genç kuşakları harekete geçirmiş ve sokaklar öğrenci gençliğin isyanına tanıklık etmişti. Türkiye’de de devrimci gençlik hareketi işçi sınıfının örgütlülüğüyle bağlantılı olarak 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesine kadar bir ivme kazanmıştı. O dönem gençlik toplumsal sorunlarla yakından ilgiliydi. Çünkü arkasından gidebileceği ve güvenebileceği bir sınıf hareketi vardı önünde.
Bugüne baktığımızda gördüğümüz manzara karşısında işçi sınıfından ve işçi sınıfının parçası olan gençlikten umudu kesmek sınıf devrimcilerinin düşünemeyeceği bir şeydir. 12 Eylül faşizmi geçmişteki mücadele deneyimlerinin bugünkü genç kuşaklara aktarılmasının önüne büyük bir duvar çekti. Fakat bu aktarma kayışlarının tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Geçmişin mücadele deneyimleri, devrimci fikirler Marx’tan, Engels’ten, Lenin’den, Troçki’den bu yana hâlâ ayaktadır. Kapitalist sistemi ortadan kaldırmanın yakıcı bir zorunluluk olduğunun farkında olanlar, tarihin en tozlu raflarına atılmış olsa da o bilgi ve deneyim külliyatının kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlarlar. Nitekim kapitalist çürümenin hızla dünyanın her yanını sardığı bir atmosferde işçi sınıfının gençliğinin, tarihin deneyimlerine her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Türkiye özelinde de görüleceği üzere sermaye sahipleri ve burjuva hükümetler her geçen gün baskı ve otoriterleşmenin dozunu arttırıyor, gençlerin yaşam alanlarını savaş alanına çeviriyorlar. Gençliğin geleceği tek bir kişinin dudağından dökülecek sözlere göre belirleniyor. Ne kapitalist düzen ne de onun uşakları gençliğin önüne mutlu bir gelecek koyamazlar. İşçi sınıfı gençliğinin kendi geleceği için devrimci Marksizmin kılavuzluğunda mücadele saflarında yerini almaktan başka atacağı somut adım yoktur. Elif Çağlı’nın döne döne okunması gereken Marksizm ve Gençlik broşüründe dediği gibi:
“Artık yaşlanmış ve dünya üzerindeki milyonlarca insanı çeşitli sorunlar ve acılar içinde kıvrandıran kapitalist düzenin sürüp gitmesinde hiçbir çıkarı olmayan genç kuşakların geleceği kazanabilmeleri için seçmeleri gereken yol bellidir. Ezilen, sömürülen, horlanan, baskı altında tutulan insanların kurtuluşu, işçi sınıfının devrimci mücadelesi sayesinde mümkün olacaktır. Toplumdaki sınıf ayrışması daha da netleşip bilince çıkartıldıkça, burjuvazinin gençliği yoz bir yaşam kültürünün içinde yaşlanırken, proletaryanın ve proleter mücadelenin genç kuşakları giderek artan sayılarla devrimci sınıf çizgisine sahip çıkacaklar. Onlar, devrimci proletaryanın kapitalist topluma karşı açtığı isyan bayrağını genç dimağları, coşku dolu yürekleri ve güçlü cesaretleriyle daha da yükseklerde dalgalandıracaklar. Komünist Manifesto’nun satırları devrimci gençliğin andı olacak: Sınıfları ve sınıf uyuşmazlıkları ile birlikte eski burjuva toplumunun yerine, her insanın özgür gelişiminin, insanların tümünün özgür gelişiminin koşulu olduğu yeni bir toplum kuracağız!”
link: Başak Güler, Kapitalist Çürüme Girdabında Gençlik, 1 Haziran 2017, https://marksist.net/node/5673
1000 Aydından Açıklama: “Yan Yanayız, Bir Aradayız”
Çocuklarımız Yok Ediliyor!