Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) çağrısıyla Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı 6-7 Nisan tarihlerinde Urfa’nın Viranşehir ilçesinde toplandı. Kurultay, mevsimlik tarım işçiliğinin dayandığı sosyoekonomik temelleri ve siyasal koşulları ortaya koymayı ve işçi sınıfının bu kesiminin yaşadığı sorunları ve talepleri belirleyerek mücadele araçlarını oluşturma yolunda bir başlangıç yaratmayı hedefliyordu.
Şırnak, Adıyaman, Diyarbakır, Batman, Siirt, Urfa ve Mardin’den gelen yüzden fazla işçi delegesinin katılımıyla toplanan kurultayın açılış konuşmasını DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk yaptı. Tuğluk, tarım işçiliği sorununun Kürt sorununun görünen yüzü olduğunu, askerlerin ormanları yakması, hayvancılığın engellenmesi, köylerin boşaltılması sonucu Kürt köylüsünün ucuz işgücü olarak batıya taşındığını, devletin Kürdistan’a “güvenlik” ve bölge kaynaklarını sömürme amacıyla yatırım yaptığını vurguladı. Neolitik devrimin beşiği olan Mezopotamya’da devletin uyguladığı politikalar sonucu tarımın gerilediğini, Kürt sorunu demokratik çözüm yoluna girdiğinde ikinci tarım devriminin yine bu topraklarda gerçekleşeceğini ifade eden Tuğluk, devletin sermayenin çıkarları doğrultusunda maliyetleri düşürmek üzere sigorta ve vergi indirimleri getirdiğini, işçilere ise bölgesel asgari ücret ve dönemsel işçiliğin dayatılmak istendiğini belirtti. Tuğluk, Kürdistanlı emekçilere ekonomik ve toplumsal alanlarda örgütlenme ve Türkiyeli emekçilerle kardeşliklerini ilân etme çağrısı yaptı.
Anadolu’daki mevsimlik tarım işçilerinin durumu
Anadolu’daki mevsimlik tarım işçilerinin dramatik yaşamları geçmişte köy romanlarına konu olmuştu. 1950’li yıllardan itibaren Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Orhan Kemal gibi toplumcu gerçekçi romancılar, yoksul köylülüğün yaşadığı sömürüyü, çaresizliği, hayalleri ve ayakta kalmak için sarıldıkları umutları romanlarında anlatmışlardı. 60’lı ve 70’li yıllarda topraksız köylülerin ve mevsimlik tarım işçilerinin çeşitli örgütlenme çabaları ve toprak işgali eylemleri gerçekleşmişti. 12 Eylül ile birlikte kır emekçilerinin de sendika-birlik-kooperatif tipi örgütleri dağıtıldı. Kapitalist gelişme küçük ve orta köylülüğün tarımsal üretimdeki payını giderek eritti. Kapitalizmin hızlı adımlarla gelişmesi 80’li ve 90’lı yıllar boyunca kırsal nüfusun kentlere göç etmesine neden oldu. Kır yoksullarının büyük bölümü kentlere akarak yeni gelişen sanayi bölgelerinin işçileri haline geldi.
Son 30 yıldır Kürdistan’da yaşanan savaş, mevsimlik tarım işçilerinin bileşiminde önemli bir değişikliğe yol açtı. Devletin binlerce Kürt köyünü yakması ve boşaltması, milyonlarca köylüyü topraklarından kopararak adeta sürgün etmesi, ormanları yakması ve mera yasaklarıyla hayvancılığı engellemesi, her şeyini geride bırakmak zorunda kalan milyonlarca Kürdü kapitalistler için ucuz işgücü haline getirdi. Mevsimlik tarım işçilerinin çoğunluğunu da topraklarından koparılan Kürtler oluşturmaya başladı. Yüz binlerce Kürt mevsimlik tarım işçisi nezdinde sınıfsal sorunla ulusal sorun iç içe geçti. İşçi sınıfının bu kesiminin durumunu ve taleplerini anlamak için Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nda işçilerin anlattıklarına kulak vermek gerekiyor.
Kurultay’da kürsüye gelerek konuşan mevsimlik tarım işçileri, yaşadıkları sorunları, öfkelerini ve mücadele kararlılıklarını dile getirdiler. İşçilerin konuşmaları mevsimlik tarım işçilerinin durumunu tüm yönleriyle çarpıcı biçimde ortaya koyuyordu. Şırnak delegesi, domates, biber, patlıcan ve pamuğun kendi topraklarında da yetiştiğini, fakat evleri yakıldığı ve toprakları bombalandığı için başkalarının biberini, pamuğunu toplamak zorunda kaldıklarını söyledi. Diyarbakır delegelerinden bir kadın işçi, çoğunlukla mevsimlik tarım işçiliği yaptığını, İzmir’de bir dönem tekstil fabrikasında çalıştığını, en kötü ve ağır işlerin Kürt işçilere verildiğini, bunun nedenini sorduklarında “siz Kürtsünüz de ondan” denildiğini anlattı.
“Emeğimizin değeri yok. Ne devlet, ne yasalar kimse bizi görmüyor, işçi bile saymıyorlar; bizim adımız ırgat” diyen Adıyaman delegesi Kamber Aydın, bütün illerde mevsimlik işçi dernekleri kurup tek çatı altında birleştirmeyi önerdi. Aydın şu talepleri sıraladı: Çalıştıkları günlerde sigortalı sayılmak ve primlerin devlet tarafından karşılanması, mevsimlik işçilere gittikleri yerlerde barınak sağlanması, 19 saati bulan çalışma sürelerinin sınırlandırılması, çalışma koşullarının uzman kurumlar ve işçi katılımıyla saptanması, ücretlerin işçi derneklerinin katılımıyla belirlenmesi…
“Bir yandan bize muhtaç olduklarını söylüyorlar, bir yandan bizi en kötü şartlarda çalıştırıyorlar” diyen Mardin delegesi Kafiye Başakçı, dayıbaşı diye adlandırılan işçi simsarları (elçiler) tarafından kandırıldıklarını, günlük 35 lira yevmiye vaadiyle götürüldüklerini, gittikleri yerde 25 lira verildiğini anlattı.
Diyarbakır’dan gelen bir mevsimlik tarım işçisinin konuşması Kürtler içerisindeki sınıfsal konum farklılığını ortaya koyuyordu: “Kendimizi de eleştirelim. Hepimiz Kürdüz, hepimiz fakiriz. Fakir, insan ayırmaz (…) Dayıbaşları da bizim adamlarımız, ama komisyonlarını alana kadar.”
Diyarbakır’dan gelen bir kadın işçi, sınıfsal, ulusal ve cinsel ezilmişliği şöyle dile getirdi: “Köyümüzü yaktılar. Her şeyimiz vardı, şimdi hiçbir şeyimiz yok. Yıllardır Karadeniz’e gidiyoruz. Türkler de belki eziliyor ama Kürtler daha çok eziliyor. Kadınlar iki kat eziliyor. Kız çocuklarımız tacize uğruyor. Dayıbaşılığın kalkması lazım, 30 liranın 3 lirasını alıyorlar, hiçbir şey de yapmıyorlar. Birlik olmalı, örgütlenmeliyiz.”
200-300 dönüm toprağı varken köyünün yakılması nedeniyle 30-40 dönüm toprağı olanlara ırgatlık yaptığını anlatan bir işçi delege, bugün Türkiye’deki mevsimlik tarım işçilerinin çoğunluğunu neden Kürtlerin oluşturduğunu ortaya koydu. Aynı işçi devletten topraksız köylüye toprak vermesini de istedi.
Toprak zenginlerinden ve toprağın dağılımındaki adaletsizlikten şikâyet eden mevsimlik tarım işçileri, gittikleri kimi bölgelerde ahırlarda yatırıldıklarını, kent merkezlerine sokulmadıklarını, çadır kurdukları yerlerin jandarma tarafından çevrildiğini, tecrit edildikleri için gittikleri illerde Türklerle iletişim kuramadıklarını dile getirdiler. Çocuklarını çadırlarda doğurmak zorunda kaldıklarını, ölen çocuklarını mezarlığa gömmelerine izin verilmediği için ormana gömmek zorunda kaldıklarını, fındık bahçelerinde çalışan çocukların fındık görmeye tahammül edemediğini, toprak sahiplerinin iş bitimine doğru sorun yaratıp paralarını ödemediğini anlattılar. Konuşmalar, sınıfsal sömürü ve ezilmenin, etnik baskı ve dışlanmayla katmerli hale geldiğini gösteriyordu. Çoğunluğu Kürtçe konuşan tarım işçilerinin “patron, zengin ve Türk” kelimelerini aynı anlamda kullanması, Kürt sorununun tarım işçilerinin yaşadığı gerçekliği nasıl etkilediğinin kanıtıdır. Tarım işçileri gittikleri illerde işçi örgütlerinden ve siyasi partilerden de destek göremediklerini açıkladılar.
Mevsimlik tarım işçileri içerisinde en fazla ezilen kesim hiç şüphesiz kadınlardır. Kurultay’da söz alan kadınlar 14-16 saat tarlada çalışmaya ek olarak, çadırda yemek yapmakla ve çocukların bakımıyla uğraştıklarını, erkeklerden daha fazla ezildiklerini anlattılar. Semiha Sürer cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürüyü şu sözlerle anlatıyordu:
“Köyümüz boşaltılmıştı. Köyde bağımız, bahçemiz, toprağımız vardı. Yaktılar yıktılar. Karadeniz’de çalışmak çok zor. Önceki yıl gittiğimizde kimliklerimizi topladılar. Sabah 7’den akşam 7’ye kadar çalışırdık. Molamız 15 dakikaydı. 15 dakikada nasıl dinlenilir? Bizde biraz sahiplenme ve birlik olsaydı bu kadar ezilmezdik. Benim önerim dayıbaşılık kalkmalı. Dayıbaşılar işçinin hakkını yiyor. Türk devleti bizi bilinçli olarak evsiz yurtsuz bırakıyor. Kadınlar iki kat fazla eziliyor. İşte çalıştıktan sonra evde yemek hazırlıyor, ev işleri yapıyor. Gece 11’e kadar çalışıyor. Sabah da kahvaltı için çok erken kalkıyor. Kadınlar erkeklerin baskısı altında. Öldürülenler oldu. Erkek işçilerin bilinçlenmesi lâzım. Çünkü oraya çalışmaya kadın-erkek birlikte gidiliyor. Örgütlenmeliyiz.”
Mardin’den gelen Lebile Çiçek, ahır gibi yerlerde kaldıklarını, dayıbaşıların hak yediğini, çeşitli bahanelerle yevmiyelerini kestiğini, karşı çıktıklarında üzerlerine jandarmanın salındığını anlattı. Mehmet Selim Akkoyun’nun sözleri ise sınıfsal ayrıma vurgu yapıyordu: “Biz kendimize sahip çıkarsak sorunlarımızı çözebiliriz. Batıda Türkler içinde iyi insanlar da var, bize kötü davrananlar da. Bizim Kürt zenginlerimiz de bize kötü gözle bakıyor. 45 yıldır tarım işçiliği yapıyorum; sigortam olsaydı şu an emekli olmuştum. Ama hiçbir sosyal güvencemiz yok.”
Urfa’dan gelen Emine Çizik yaşadığı baskı, sömürü ve aşağılanmayı şöyle dile getirdi: “Sigortasızız. Kendi memleketimizde işsiziz. Oğlum da sigortasız bir işte çalışırken parmağı koptu. Kendi aramızda Kürtçe konuşunca bize ‘niye Türkçe konuşmuyorsun’ diyorlardı. Biz de onlara ‘Siz Kürtçe konuşun’ diye karşılık veriyorduk. Bize çok insafsız davranıyorlardı. Yol masrafı ve oradaki masrafımız, tüm kazancımızı götürüyor. Burada iş olsa oraya gidip niye başkasının işinde çalışalım ki? Fındığa gidince ‘köpekler geliyor’ derlerdi. Polis arabaları sürekli takip ederdi bizi. Kadın olarak daha çok sıkıntı çektik. Ev işi var, çocuklar var. Çok büyük zorluk bu. İşimiz kendi yaşadığımız yerde olsaydı daha iyi olurdu. Kaç yıldır yevmiye 20 lira. Hiç değişmiyor. Pamuğa gidenler hâlâ paralarını alamadı. Sigorta istiyoruz. Kendi toprağımızda iş istiyoruz.”
İşçiler gittikleri yerlerde “Türkçe konuşun” diye uyarıldıklarını, jandarma baskısını, potansiyel suçlu muamelesi gördüklerini ve aşağılandıklarını anlattılar. “Adapazarı’nda Köpek Pazarı vardır. Orada en güçlü işçileri seçerler. Biz orada iş bekleriz. Çok aşağılayıcı bir durum bu” diyordu bir tarım işçisi.
İşçiler toprak sahipleri tarafından karşılıksız çeklerle dolandırıldıklarını, kendi memleketlerinde iş bulduklarında da sömürüldüklerini, sigortasız ve güvencesiz çalıştırıldıklarını, bir yanda 100 binlerce dönüm arazisi olan toprak sahiplerinin olduğunu ama kendilerinin hiç toprağı olmadığını anlattılar.
Tarım işçisinin sömürüsünden toprak sahiplerinin yanı sıra işçi simsarlığı yapan aracılar (elçiler, dayıbaşılar) da payını alıyor. Bu aracılar kendi köylülerini, hatta akrabalarını toprak sahiplerine pazarlıyorlar. Bir işçi, aracıların sömürüsünü şöyle anlatıyor: “Dayıbaşı 25 liraya anlaşınca bize 22’ye anlaştım diyor. Bu 3 lirayı cebe attığı gibi kendi komisyonunu da kesiyor. Dayıbaşı bizi kendi transit minibüsü ile götürüyor. 100 lira yol hakkı da alıyor bizden. Her açıdan sömürüyor bizi dayıbaşı. Biz örgütlenmemizi mahalle mahelle yapmalıyız. ‘Dayıbaşı benim akrabam, ona uyacağım’ diyecek bir sürü işçi ile karşılaşacağız. Örgütlenirken bu tür durumlara da hazırlıklı olalım.”
Batıya çalışmaya giden Kürt tarım işçileri haklarını aramak istediklerinde reva görülen zalimlik, Türk milliyetçiliğinden güç alıyor. Bir Kürt işçisi yaşadıkları çaresizliği şöyle dile getiriyor: “En ufak bir itirazımızda ‘bunlar terörist, PKK’lı. Mağarada yaşıyor bunlar’ diyorlar. Polise, askere şikâyet ediyorlar. Asker Türk, polis Türk, devlet de Türk. Şikâyet olunca devlette lafımız para etmiyor. Paramızı isteyince çek veriyorlar. Kabul etmeyince gidip devlete şikâyet ediyorlar, çeki kabul edip memlekete dönmemiz için.”
Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nın sonuç bildirgesinde, Türkiye işçi sınıfının en alt kesimini oluşturan mevsimlik işçilerin temel sorunları özetlendi. Zorunlu göç, küçük köylülüğün yıkımı, toprak mülkiyetinin eşitsizliği, sigortasız, güvencesiz çalıştırma, etnik ayrımcılık, kadın ve çocuk emeğinin dizginsiz sömürüsü, ilkel barınma ve sağlık koşulları, güvenliksiz ulaşım koşulları, düşük ve keyfi ücretler, kötü çalışma koşulları ve aracıların sömürüsü temel sorunlar olarak tespit edildi.
Sonuç bildirgesinde tarım işçilerinin 10 temel talebi şöyle sıralandı: Mevsimlik ve gezici işçiliği zorunlu kılan koşulların kaldırılması; tarım işçilerine yönelik yasal düzenleme yapılması; dışlama, aşağılama ve şiddet politikalarının durdurulması; çocukların çalıştırılmasının önlenmesi ve eğitim koşullarının sağlanması için kamusal destek oluşturulması; kadın işçilerin üzerindeki ev işleri ve çocuk bakımı yükünün kaldırılması; sağlık sorunlarının çözümü için sağlık politikası uygulanması; tarım işçileri için güvenli ve ücretsiz ulaşım düzeni oluşturulması; sağlıklı ve sosyalleşmeye uygun barınma alanları oluşturulması; ücret ve çalışma koşullarının devlet, işveren ve işçi örgütlerince belirlenmesi; sağlıklı yaşama hakkının güvence altına alınması…
Kurultayın karar metninde barış ve çözüm sürecinin destekleneceği; Kürdistan’ın göç veren kent merkezlerinde Mevsimlik Tarım İşçileri Dernekleri kurulacağı ve bu derneklerin tek çatı altında toplanacağı; mevsimlik tarım işlerinin yapıldığı il ve ilçe merkezlerinde işçileri bir araya getirecek temsilcilikler oluşturulacağı; dernekler ve temsilcilikler aracılığıyla Türkiye’deki tüm mevsimlik tarım işçilerinin ekonomik ve demokratik mücadelesini yürütecek Mevsimlik Tarım İşçileri Sendikası kurma amacıyla çalışılacağı belirtildi. Urfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak’ta dernek kurmak amacıyla örgütlenme girişim komiteleri kuruldu. Bir sonraki kurultayın kurulacak dernekler tarafından Aralık ayında toplanması ve 1 Mayıs’a katılınması da karar altına alındı.
Kurultay üzerine
Kurultay, Mevsimlik tarım işçilerinin örgütlenmesi ve mücadeleye girişmesi bağlamında önemli bir başlangıç oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Türkiye işçi sınıfının en yoksul, en ezilen kesimini oluşturan tarım işçilerinin yaşadıkları koşullar, özellikle de kurultayda söz alan işçilerin anlatımlarıyla çarpıcı bir biçimde ortaya konmuştur. Örgütlenme yönünde atılan adımlar, yani yerellerde dernekleşerek tek çatı altında birleşme ve sendikalaşma hedefi de mevsimlik tarım işçilerinin sınıf mücadelesi içerisinde yerini alabilmesi doğrultusunda ileri doğru atılmış adımlardır.
Toprakta mülkiyet sorunu söz alan işçilerce dile getirilmiş, ancak Kurultay’ın genelinde, sonuç bildirgesinde ve karar metninde yer bulamamıştır. Kurultay, kapitalist özel mülkiyeti karşısına almaksızın işçilerin örgütlenmesi, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi yönünde formüller bulmaya çalışmıştır. Dolayısıyla devletin siyasi uygulamaları Kürt sorunu bağlamında dile getirilen eleştirilerle sınırlı kalmıştır. Ancak bu kurultayın Kürt ulusal sorununun devam ettiği koşullarda ve Kürt ulusal hareketinin kanatları altında toplandığı unutulmamalıdır.
Türkiye’nin batısındaki sınıf hareketinin ve sosyalist hareketin bu derece zayıf olduğu koşullarda, Kürt sorunu çözülmediği sürece Kürt işçilerin mülkiyet sorununu öne alarak bağımsız devrimci sınıf çizgisinde harekete geçmeleri için öznel ve nesnel koşulların daha fazla olgunlaşmasına ihtiyaç var. Ulusal sorun çözüldüğü ölçüde kaçınılmaz olarak ezilen ulus içerisinde de sınıfsal ayrışma ve saflaşmalar yaşanacak, Kürt işçi ve emekçileri siyasi mücadelelerinde bugünkü sınırlarını aşacaklardır. Mevsimlik tarım işçilerinin ekonomik demokratik haklar için giriştiği haklı mücadeleyi desteklemek Türkiye işçi sınıfının görevidir.
link: Zehra Aras, Kır Proletaryasının Söyleyecek Sözü Var!, Mayıs 2013, https://marksist.net/node/3244
ODTÜ’de Reyhanlı Protestosu
Kıbrıs: AB Sallanırken Burjuvazinin Saldırıları Tırmanıyor