Burjuvazi yaşanan son ekonomik krizden bu yana ekonomide, siyasette ve devlet aygıtında pek çok değişikliği gündeme getiren kanunlar, uygulamalar, mevzuatlar çıkarttı. Yılların statükocu-bürokratik devleti, büyük sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden organize ediliyor. Bu çerçevede İl Özel İdaresi Yasası, Kamu Personeli Yasası, İş Yasası, Sendikalar Yasası, DGM, CİK, CMUK vb. yasalar ve nihayet Anayasaya dek uzanan bir dizi yasa değişiklikleri yapıldı ya da yapılıyor. Bu zincir içinde yer alan bir yasa değişikliği de Haziran ayında gerçekleştirildi: Yeni Türk Ceza Kanunu!
Eski Türk Ceza Kanunu faşizmin hâkim olduğu 1930’lu yılların İtalya’sından alınmıştı. Bu kanunun işlevi ve değişiklik gerekçelerinden biri şu şekilde belirtilmekte komisyon raporunda: “O zamanki sanayi devriminde mala bireyden çok önem veren bu kanuna göre, bir kimsenin gözünü çıkarmak 5 seneden 10 seneye kadar hapis cezası ile karşılandığı halde, bir kimsenin gözlüğünü zorla almak 10 seneden 20 seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktaydı. Kanun modern gelişmelerin gerisinde kalmıştı.” (Komisyon Raporundan)
Değişiklikler, hâkim sınıfın çıkarlarının güvence altına alınması ve burjuva devlet aygıtının daha iyi işlemesi için yapılmaktadır. Ancak her değişiklik sorunsuz gerçekleşmiyor. Hatırlarsak Kıbrıs, AB, Kürt sorunu gibi kimi siyasi sorunlardaki her değişiklik burjuva cephede tartışmalara neden oldu. Hemen her siyasi-ekonomik değişiklikte olduğu gibi son yasa değişikliğinde de burjuva klikler arasında politik bir düello yaşandı. Yasa kadın hakları, Kuran kursları, basın özgürlüğü ekseninde tartışıldı ve bu eksende toplumda taraftar kazanılmaya çalışıldı.
Ancak konunun önemi burjuva klikler arası kapışmalardan, sürtüşmelerden ileri gelmiyor. Burjuva demokrasisinin sınırları, işçi sınıfının mücadelesinin dış koşullarını belirleyen önemli faktörlerden birisi olması nedeniyle her zaman önem taşır.
Ceza Kanununun amacı nedir?
Bu soru kanunun ilk maddesinde şöyle cevaplandırılıyor: “Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir”.
Devlet, hukuk, yasa gibi kavramlar belirli üretim ve mülkiyet ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkarlar. Örneğin devlet sınıflı toplumun bir ürünüdür ve egemen sınıfın ortak çıkarlarını korur. Hak, hukuk ve yasa gibi kavramlar her üretim ve mülkiyet ilişkisine uygun olarak değişiklik göstermektedir. Örneğin köleci mülkiyet düzeninde insanlar köle olarak alınıp satılırken, kapitalist mülkiyet düzeninde insan (köle) ticareti yasaktır. Böylece üretim biçimleri değiştikçe onlar üzerinde yükselen yönetim, yasa, suç ve ceza biçimleri de değişmektedir.
Kapitalizm ve onun her türden yasası söz konusu olduğunda ikili bir durum ile karşı karşıya kalırız. İlkin kapitalist sistem kendinden önceki toplumların din ve yönetim sistemine karşı ileri bir adım atarak, kanunlar, yasalar çıkartmıştır. Artık kilisenin veya kralın tanrı adına toplumu yönetmesi, yargılaması veya cezalandırması söz konusu olmayacaktı. Ancak hemen akabinde burjuva sınıfı iktidarını korumak için işçi sınıfının hemen her talebinin önüne aşılmaz engeller, yasaklar koymaya başladı. Bugün için hemen her yasa artık kapitalist sınıfın çıkarlarını koruyup gözetirken, işçi sınıfının temel hak ve talepleriniyse baskı altına alıp suç saymaktadır.
Artık kişi hak ve özgürlükleri, kamu düzen ve güvenliği, hukuk devleti, toplum barışını korumaktan anlaşılan kapitalist sınıfın bir bütün halinde iktidarının, yasalarının ve çıkarlarının güvence altına alınmasıdır.
Herkes kanun önünde eşittir, ama...
Her sınıflı toplumda olduğu gibi kapitalist toplumda da yasalar egemen sınıfın çıkarlarını yansıtır. Ancak burjuvazi bu basit gerçeği bin bir söylemle (vatan, ulus, din, dil, vb.) toplumdan gizler. Yasalarında da hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve eşitlik ilkesini ön plana çıkartarak kendi söylemini topluma benimsetir.
Örneğin eşitlik ilkesi şöyle anlatılıyor: “ceza kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal görüş veya fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz.” Yani ister işçi, ister patron, ister Kürt ister Türk olsun, herkes kanunlar karşısında eşit haklara sahiptir!
Acaba öyle mi? Bunu anlamanın en iyi yolu geçmişte yaşanmış olaylara şöyle bir göz atmaktan geçiyor. Irk, dil, milliyet ayrımı yapılmıyor mu? Yıllardır Kürtler her bakımdan ayrımcılığa tâbi tutuldular. Toplumsal, siyasal hatta kültürel haklardan dahi mahrum kaldılar. Kürt deyince akıllara terörist ve bölücü sözcükleri dışında bir şey gelmemesi sağlandı.
Din, mezhep, inanç ayrımı yapılmıyor mu? Örneğin Alevilik her çeşit ayrıma tâbi tutulmuyor mu? Alevilik üzerindeki baskı defalarca katliam düzeyine kadar çıkartılmadı mı? Sivas, Maraş, Gazi ve Çorum katliamları yakın dönemde yaşandı. Hiçbir sorumlu ceza almadı.
Siyasi, felsefi, fikri, etnik, her bakımdan ayrımcılık yapılmaktadır. Hapishaneler fikir suçlularıyla dolu. Kitaplar, yazarlar, aydınlar, şairler, gazeteciler, karikatüristler dahi farklı fikirlerinden dolayı yıllarca ceza aldılar, alıyorlar.
Sosyal köken veya konumlar bakımından ayrım var mıdır? Milyonlarca insanın işçi, bir avuç azınlığınsa patron olduğu kapitalist sistemde, bu iki sınıf arasında her açıdan uzlaşmaz bir ayrım vardır. Burjuvalar saraylarda, villalarda otururlar, açlık, işsizlik dertleri yoktur, yasaları onlar koyar, savaşları onlar çıkartır, hükümetleri onlar belirler, eh kazara hapse düşerlerse de lüks içindeki odalarda onlar kalırlar. Her gün iliklerine kadar sömürülen işçilerse yaşadıkları işsizlik, açlık, yoksulluk gibi sorunların yanı sıra, bir de her hak aradıklarında polis terörüne, işkenceye maruz kalıp F tipi hapishanelere tıkılırlar. Savaşlarda burjuvazi biraz daha kâr etsin diye ölenler de onlardır.
Burjuva yasaları eşitliğin değil, tersine eşitsizliğin yasalarıdır. Her insan kendi sınıfına yani sosyal konumuna göre kanun karşısında ya cezalandırılır ya da ödüllendirilir.
Suçların nedeni kapitalist sömürü düzenidir
Ceza yasası genel hükümlerden sonra uzun bir şekilde adli suçlar kısmına yer vermiş. Bu kısım hırsızlık, fuhuş, cinsel saldırı, rüşvet, dolandırıcılık, uyuşturucu madde, cinayet, kan davası, sahte para, topluma ve kamu sağlığına karşı suçları ele alıyor. Basında da en çok bu maddeler ön plan çıkartıldı.
Fuhuş, hırsızlık, tecavüz, rüşvet vb. adli suçların toplumda gün geçtikçe arttığı doğrudur. Ama bu çeşit suçlara karışan kişilerin, doğuştan taşıdıkları suçlu genler veya alınlarına yazılmış ilâhi bir kader yoktur. Bu türden suçların hemen hepsi kapitalist sistemin doğal birer sonucudur. Kapitalizmin çürüme çağında yaşıyoruz. Milyarlarca insan aç, işsiz ve umutsuz. Bu nedenle sistem kendini korumak için baskı, şiddet ve cezaları arttırmak zorunda. Ancak bu, bataklıkta sinek avlamaya benzer.
Yeni TCK’da hırsızlık üç ayrı başlıkta değerlendirilmiş. Hırsızlık, nitelikli hırsızlık ve yağma. Verilen ceza altı yıldan ömür boyu hapisliğe kadar uzanıyor. Pek çok ülkede, yaşanan ekonomik ya da toplumsal krizlerde kitlelerin marketlerdeki mallara el koyduklarını biliyoruz. Kapitalistler ömür boyu hapis cezası vermekle, aç, işsiz ve yoksul yığınların yağma eylemlerinden kaçabileceklerini mi sanıyorlar?
Kapitalizm toplumu zengin-yoksul, tok-aç, boş gezen-çalışan şeklinde birçok karşıt kamplara bölmüştür. Aç mide hiçbir dinsel, ahlâki veya kapitalist yasayı dinlemez. Aç insan, kendisini, ailesini korumak için, “çalmayacaksın”, “suç” buyruğunu yıkar geçer. Açlık, daima günah veya hapis korkusuna üstün gelir.
Kapitalist düzenin yasalarında hırsızlık suç sayılırken, artı-değer sömürüsü, bu gizli hırsızlık, doğal olarak tartışma konusu dahi yapılmamaktadır. Oysa toplumda yaşanan en büyük hırsızlık, işçilerin emek-güçlerinin sömürüsü üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Yasalar bizi korumaz, bizi koruyacak olan örgütlü gücümüzdür!
İşçiler en temel sınıf çıkarları için mücadele etmeye başladıklarında burjuva yasalarla ve cezalarla karşı karşıya geliyorlar. Bu mücadelelerde işçi sınıfı dostunu düşmanını daha yakından tanıyor. Kapitalistlerle işçilerin çıkarlarının ne ölçüde zıt olduğunu öğreniyor. Her kanunda birkaç kırıntıdan başka hiçbir hakkının olmadığını görüyor. Yüzlerce yıllık mücadele tarihi göstermiştir ki, işçileri yasalar, burjuva devlet veya hükümetler korumaz! İşçi sınıfını koruyacak ve haklarını genişletecek yegâne güç onun sınıf bilinci ve örgütlü gücüdür.
Bu açıdan dikkatimizi çeken bir madde de sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi maddesidir.
Madde118: (1) Bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan ve sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetinin engellenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Yasa böyle diyor ama binlerce işçi sendikal haklarını kullanmaya çalıştıkları için işten atılmaya devam ediyor. Hiçbir mahkemede bir patronun yukarıda belirtilen cezaları aldığı da görülmüyor. Aksine direniş alanları polislerle takviye edilerek işçilere gözdağı veriliyor. Örgütlü mücadele verilmediği sürece tüm yasal haklar kâğıt üzerinde kalıyor.
Yasalar var olan düzeni korumak amacını taşıyor. Yasalar toplumu sindirmek ve korkutmak amacını taşıyor. Yasalar daima güçlü olanların çıkarlarını güdüyor. Bu düzende güçlü olmak demek üretim araçlarına sahip olmak, sermayeye sahip olmak, devlet gücüne sahip olmak demektir. İşçilerin gücü, burjuva yasalardan, sermayeden ya da burjuva devletten değil, örgütlü birliklerinden, fiili ve meşru mücadelelerinden gelir. Burjuva yasalar burjuvaları korumak, işçi sınıfınıysa denetim altında tutmak için vardır.
Burjuva düzenini değiştirmek en ağır suç!
Ceza kanununun son kısmı “millete ve devlete karşı” işlenen suçlara ayrılmış. Millete karşı işlenen suçlarda daha çok kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanmasına ilişkin suçlar belirtilmiş. Devlete karşı gelmek, eleştirmek, düzeni değiştirmeye çalışmak, bireyin işleyeceği en ağır suçlar arasında geliyor.
“Cumhurbaşkanına hakaret bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile…
“Türklüğü, Cumhuriyeti veya TBMM’yi alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile...
“TC Hükümetini, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile…
“Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile…
“Halkı, TC Hükümetine karşı silahlı bir isyana tahrik eden kimse on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile…
“Halkı askerlikten soğutan, askerleri itaatsizliğe teşvik eden, askeri komutanlıkları gasbeten ve emirlere uymayan kişiler … hapis cezası ile…”
Böylece, kendi anayasalarını ortadan kaldıran darbecilerin kılına dahi dokunulmazken, düzen değişikliği isteyen her birey, halkı isyana teşvikten ömür boyu hapisle cezalandırılabilecek. Sömürüye, baskıya ve eşitsizliğe karşı çıkan her birey suç işlemiş olacak. Haksız ve kirli savaşlarda insan kanı dökmek istemeyen her birey suç işlemiş olacak. Hükümetlerin haksız uygulamalarını eleştiren her birey suç işlemiş olacak. Yasaları, anayasayı, kamu görevlilerini, makamları, sembolleri ve cumhurbaşkanlarını eleştirmek suçlu sayılmak için yeterli olacak.
Yasaların mantığı, var olan düzeni korumak, bu düzene karşı gelebilecek hareketleri cezalandırmak ve toplumu genel anlamda ağır cezalarla korku atmosferinde tutmaktır. Ancak hiçbir düzen zor yoluyla ilelebet varlığını koruyamaz. Egemenlerin asıl korkusu, örgütlü bir işçi sınıfının iktidarlarını alaşağı edebilecek olmasından kaynaklanıyor.
Kapitalist sistem çürüyor. Çürüdükçe saldırganlaşıyor. Kapitalistler, pazarlarını genişletmek için çılgınca yağma, cinayet ve katliamlara girişiyorlar. Oluşmakta olan tepkiye karşı çareyi ise daha fazla savaş, sömürü, kâr, baskı, yasak, polis ve yasalarda arıyorlar. Ama boşuna!
İşçi sınıfına gereken ise bir avuç sömürgen asalağın düzeni değil, tam da düzen değişikliğidir. Bu değişiklik, kapitalist sömürü ve ceza düzeninin yerini işçi sınıfının iktidarının almasıdır. Bu uğurda yürütülecek haklı ve meşru mücadele, işçi sınıfı ancak tüm engelleri bir bir aşma kararlılığını ve burjuvaziye meydan okuma cesaretini gösterirse başarıya ulaşacaktır.
link: Yavuz Girgin, Ceza Kanunları Değil Özgürlük Kanunları Yazacağız, 9 Ağustos 2005, https://marksist.net/node/484
Bereketin “Formula”sı
Katrina Kasırgasının Gösterdikleri