Siyasi kriz ve belirsizliklerle, artan toplumsal çelişkilerle çalkalanan Latin Amerika ülkesi Peru’da başkanlık seçimlerinin sonuçları geçtiğimiz haftalarda resmi olarak ilan edildi. 11 Nisanda ilk turda en çok oyu alan iki adayın yarıştığı seçimlerin ikinci turu 6 Haziranda gerçekleşmiş, sol aday Pedro Castillo aşırı sağ rakibi Keiko Fujimori karşısında yüzde 50,12’lik oy oranıyla galip gelmişti. Ancak solun galibiyetini tanımayan sağın “seçim hilesi” iddiası, kesin ve resmi sonucun ilanını haftalar boyunca geciktirmiş, ülkenin içinde bulunduğu siyasi kriz giderek derinleşmişti. Özgür Peru Partisinden (Perú Libre) aday olan Castillo’nun başkanlığı 43 günün ardından seçim kurulu tarafından ilan edildi; Castillo Peru’nun bağımsızlığının 200. yıldönümü olan 28 Temmuzda resmi bir törenle başkanlığı devraldı. Peru siyasi tarihinde önemli bir gelişme olarak okunması gereken bu seçim sonuçlarının yankıları hâlâ sürüyor. Seçim sonuçları; iki ucu temsil eden iki aday ve Latin Amerika’nın tüm ülkelerinde olduğu gibi Peru’yu bekleyen ihtimaller itibariyle tartışılmaya devam ediyor.
Burjuva siyasal sistemin artık işlemez hale geldiği Peru’da son sekiz başkandan yedisi ya görevi kötüye kullanmaktan görevden alındı ya yolsuzluk gibi çeşitli suçlamalardan soruşturmaya uğrayıp hapis yattı ya da istifa etmek zorunda kaldı. Yolsuzluğun, siyasi yozlaşmanın ve çürümenin had safhada olduğu ülke geçtiğimiz Kasım ayında Peru halkının sokaklara inmesiyle sarsılmış, birkaç hafta içinde üç farklı başkan koltuğa oturmuştu.[*] Kasım 2020’deki kitlesel protestolar, Peru’nun işçi ve emekçilerinin taşan sabrının ve büyüyen öfkesinin ifadesiydi. Uzun yıllar boyunca biriken öfkeye pandemi sürecinde büyüyen kriz de eklendi. Pandemi boyunca Peru’da 2 milyon işçi işini kaybetti, 3 milyonu yoksulluk sınırının altına sürüklendi, en az 180 bin kişi yaşamını yitirdi. Peru, ülke nüfusuna oranla dünyanın en yüksek ölüm sayısına sahip ülke. Keskin siyasi gerilimlerin pençesindeki Peru, kronik işsizliğin, yoksulluğun, yolsuzlukların, siyasi krizlerin ve patlamaya hazır toplumsal huzursuzluğun gölgesinde bir seçime gitti. Hiçbir adayın oy oranının yüzde 50’yi geçemediği seçimlerin ilk turu, Peru’nun siyasi tarihinde az rastlanır, beklenmedik bir sonuçla tamamlanmış; adaylar arasında öne çıkan sıradışı isim Pedro Castillo ikinci turda da çoğunluğu sağlayarak zafer ilan etmişti.
İlk turda yüzde 19’luk oyla ilk sırayı alan Pedro Castillo, burjuva siyaset arenasında tanınmayan bir isim, bir öğretmen ve eski bir sendika lideriydi. 2017’de Öğretmenler Sendikasının öncülüğünde gerçekleşen, 75 gün boyunca ülkeyi sarsan öğretmenler grevinde öne çıkan Castillo, Özgür Peru Partisinden başkanlık seçimlerine aday olarak siyasete girdi ve ikinci turda tüm engellemelere rağmen bir yerli olarak başkanlık koltuğuna oturdu. Ülke nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan ve kırsal bölgelerde yaşayan yerli halka yönelik ağır baskıların olduğu Peru, ırkçılığın en keskin, en görünür yaşandığı ülkelerden biri. Bu sebeple And Dağlarında yaşayan yoksul yerli halktan birinin başkanlık koltuğuna oturma ihtimali kentlerde yaşayan Perulu “beyaz” seçkinler tarafından müsamaha ile karşılanmadı. Birinci turu önde bitiren Castillo’ya karşı Fujimori’yi destekleyen sermaye sınıfı tüm silahlarını çekti, büyük medya grupları Castillo karşıtı kampanyalara hız verdi, toplumdaki nefret ve korku körüklendi ve böylelikle seçime doğru aradaki fark kapandı.
Sağın tüm bu engelleme ve karalama kampanyalarına rağmen başında geniş hasır şapkasıyla And dağlarından gelen, kırsal ve yoksul bir bölgede öğretmenlik yapan Castillo’nun ilk turda öne çıkması ve nihayetinde başkanlığı kazanması Peru için sıradışı bir gelişmeydi. Sonucu sürpriz kılan yalnızca Castillo’nun etnik kimliği değildi şüphesiz. Bundan daha önemlisi ve üzerine eğilinmesi gereken yanı; solcu bir sendikacı olan Castillo’nun, yatırımcıları korkutacak bir “komünist”, piyasayı istikrarsızlığa sürükleyecek bir “terörist” olarak görülmesiydi.
Peru egemenlerinin öcü haline getirdikleri “komünist” fikirlerin iktidara gelme ihtimali üzerinden yaratılan korku atmosferi ve bunun üzerinden yürütülen karşı kampanya kitleler üzerinde etkili olsa da, burjuvazi açısından beklenmeyen sonuç gerçekleşti. Sonucu hazmedemeyen Keiko Fujimori ve temsil ettiği burjuva kanat, “Peru komünizme karşı savaş alanı olduğu için” seçim sonuçlarını kabul etmeyeceğini açıkladı. Paramiliter güçlerini de sokağa dökerek siyasi krizi tırmandırdı. Ardından uluslararası sermaye çevrelerinin devreye girmesiyle sonucu en azından şimdilik kabul etmek zorunda kaldı. Sermayenin bu müdahalesinin arkasındaki temel endişe ise aynı süreçte oylarına sahip çıkmak üzere Fujimori’ye karşı sokaklara çıkan yoksul emekçi kitlelerin öfkesinin giderek artma ihtimaliydi.
“Komünizm” korkusuyla titreyen Latin Amerikalı egemenler ve Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak gören ABD, uzun yıllar boyunca işçi sınıfının mücadelesini ezmek için anti-komünist propagandayı burjuva propagandanın merkezine oturttu. Faşist diktatörlük geçmişi de olan Peru’da ise bu çok daha şiddetli bir saldırı aracı olarak kullanıldı. En temel insan ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması gerektiğini savunmanın bile “komünistlik” ya da “teröristlik”le damgalandığı, çok sayıda insan hakları aktivistinin, sendikacının katledildiği Peru’da, “yolsuzluğa karşı mücadele”, “özelleştirmeye karşı kamulaştırma”, “yeni anayasa” başlıklarıyla seçim kampanyasını yürüten Castillo da elbette burjuvazi tarafından “komünist” denerek şeytanlaştırılacak, karşı kampanyanın temelini ise “komünizmle mücadele” başlığı oluşturacaktı.
Babadan kıza Peru’da Fujimorizm
Adı katliamlarla, insan hakları ihlalleriyle, yolsuzluklarla anılan diktatör Alberto Fujimori’nin ideolojik ve siyasi hattından yürüyen Keiko Fujimori, tam anlamıyla “babasının kızı”. İnsanlığa karşı suçlar ve yolsuzluktan 25 yıl hapis cezası yiyen ve şu an cezaevinde olan baba Fujimori’nin kızı da geçtiğimiz yıllarda yolsuzluk suçundan 13 ay tutuklu kaldı, kovuşturma süreci ise hâlâ devam ediyor. Peru halkının yaka silktiği bir mesele haline gelen yolsuzluk, Castillo’nun kampanyasında öne çıkardığı temel mücadele konularından birisiydi. Yoksul emekçilerin desteğini bu sebeple arkasına almışken karşısına adı yolsuzluk suçlamalarıyla anılan Keiko Fujimori gibi bir ismin çıkarılması Peru seçimlerini ilginç kılan yanlardan birisi. Fakat burjuva siyasal sistemin tam anlamıyla çöküş yaşadığı Peru’da, burjuvazinin elinde çok fazla seçenek yoktu ve Keiko Fujimori egemenlere, siyasi ve ekonomik istikrarı sağlayıp burjuvazinin ihtiyaçlarını karşılayacak en doğru aday olarak göründü.
Ancak Peru’da burjuva siyaset kurumu öyle bir bataklığın içinde ki çırpındıkça bataklığa iyice saplanıyor, siyasi kriz ortamı gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Peru’daki mevcut siyasi krizin köklerini baba Fujimori’nin iktidarını sürdürdüğü 1990’lı yıllara kadar uzatmak mümkün. Peru topraklarında yolsuzluk ve benzeri kavramlarla eş anlamda kullanılan Fujimorizmin (Fujimorisma) kökleri, Alberto Fujimori’nin iktidara geldiği 1990 yılında atıldı. Dönemin anti-komünist rüzgârını da arkasına alan Fujimori, sermayenin emrine amade bir şekilde neoliberal politikaları hızla hayata geçirdi. Hemen ardından Peru’nun ekonomik kalkınmasının önünde bir engel teşkil ettiğini söylediği parlamentoyu işlevsiz hale getirecek adımları birbiri ardına attı ve faşist bir rejim inşa etmek üzere harekete geçti.
Önce “el autogolpe” dedikleri bir “kendi kendine darbe” gerçekleştirdi, ardından OHAL ilan etti. Baskı ve hak ihlallerinin tavan yaptığı bir ortamda bir referandumla “tek adam rejimi”ne geçiş yaptı. Bugün hâlâ yürürlükte olan Fujimorist Anayasa o dönemde Fujimori’nin isteğine göre şekillendirilerek ortaya çıktı. Oldukça aşina olduğumuz bu olaylar örgüsünü, yine aşina olduğumuz işçi sınıfına yönelik saldırılar, muhalefete yönelik baskılar izledi. Baskıyla, hileyle, seçim oyunlarıyla zaferini garanti altına alarak girdiği 1999 seçimlerini kazandığını ilan etmesi, türlü sorunlarla boğuşan Perulu işçi ve emekçiler için bardağı taşıran son damla oldu. Dalga dalga yayılan kitlelerin öfkesinden korkan Fujimori ülkeyi terk etti, fakat yargılanmaktan kurtulamadı.
Fujimori ailesinin ve yakın sermaye çevresinin yaptığı yolsuzlukların, akladığı paraların haddi hesabı yoktu. Başta yolsuzluk olmak üzere çeşitli suçlardan yargılanan baba Fujimori, 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Peru işçi sınıfının gerçek anlamıyla hesabını soramadığı ve her kalkışmanın burjuvazinin sağ veya sol kanadınca baskıyla ya da oyalamayla bastırıldığı Peru’da, kapitalist saldırı politikaları ve yolsuzluk ondan sonraki iktidarlar tarafından da devam ettirildi; siyasi yozlaşma ve çürüme burjuva kurumların iliklerine kadar işledi. Fujimorist geleneğin has temsilcisi olarak seçimlere giren Keiko Fujimori ise Brezilyalı inşaat devi Odebrecth’ten rüşvet aldığı, kara para akladığı, yolsuzluk yaptığı gerekçeleriyle soruşturmaya uğradı, 2018 ve 2019 yıllarında ilgili suçlardan 13 ay tutuklu kaldı. Yalnızca bu yönüyle değil, seçim süreci boyunca da sola karşı kullandığı dil ve işçi sınıfına yönelik saldırı niteliği taşıyan kampanya başlıkları ile babasından farklı olmadığını gösterdi.
Castillo’yu ve Peru işçi sınıfını neler bekliyor?
Onlarca yıl sürdürülen neoliberal saldırı politikalarıyla toplumsal eşitsizliğin ve çelişkilerin katlanılamaz boyutlara geldiği Peru’da, dünya kapitalizminin tarihsel krizine paralel olarak neoliberal politikalar iflas etti, pandemiyle birlikte sosyal ve siyasal kriz derinleşti. Krizini aşmaya çalışan Perulu egemenlerin, tüm imkânlarını sağ adayın kampanyası için seferber ettiği ve Fujimori ile Castillo arasında süren bir yarıştan çok daha fazlasını ifade eden seçimler, burjuvazi için bir sarsıntı anlamına geliyor. Sonucu itibariyle Peru seçimleri, Peru halkının neoliberal politikalara ve bu politikaların kendileri açısından yarattığı yıkıma, yolsuzluklara, siyasi çürüme ve yozlaşmaya karşı verdiği bir cevap niteliği taşıyor.
Büyük bir çoğunluğu yoksul bölgelerde yaşayan ve artık köklü bir değişim arzusunda olan emekçi kitleler, “değişim” mesajı veren Castillo’yu desteklediler. Son tahlilde Castillo’nun seçim programı mevcut siyasi sistemin sınırları içinde bir “değişim”i amaçlasa da, işçi ve emekçiler Fujimori’ye karşı Castillo’yu başkanlığa taşıyarak, Latin Amerika’daki mücadele dalgasının Peru’da da yükseldiğini gösterdiler. Öte yandan Castillo iktidarının ülkenin köklü sorunlarını bu düzen çerçevesi içinde kalarak çözmesinin mümkün olmadığı da açıktır. Dünyanın ikinci bakır üreticisi Peru’nun madenlerini devletleştirme, Fujimorist anayasayı değiştirme, toprak reformu, Kurucu Meclis gibi Peru için son derece radikal sayılabilecek vaatlerle yola çıkan Castillo, seçim gününe doğru söylemlerini daha ılımlı hale getirip vaatlerini yumuşatmış ve programına çeşitli sermaye çevrelerini memnun edecek vaatler eklemiştir. Buna rağmen, emekçi kesimlerin gözündeki rolü nedeniyle, büyük sermaye çevreleri tarafından bir tehdit, egemenliklerini sarsacak bir figür olarak algılanmaya devam etmektedir.
Önümüzdeki dönemde Castillo’yu zor günlerin beklediği açık. Vaatlerini yerine getirmeye kalksa bile, çoğunluğu Fujimorist ve diğer sağ kanat partilerin oluşturduğu Kongrenin Castillo’yu ve politikasını engellememesi beklenemez. Kongrenin son 10 yıl içerisinde iki başkanı azlettiği, birini istifaya zorladığı göz önüne alınırsa, Castillo açısından başkanlık seçimini kazanmanın tek başına bir anlam ifade etmediğini söylemek gerekir. Egemen sınıfın Castillo’nun yönetmesini engellemek için gerekli bütün yolları deneyeceği açıktır. Castillo’nun Kongre tarafından azledilmesi de ihtimal dâhilindedir. Seçimi kaybetse de başka mekanizmaların devreye gireceğini iyi bilen Keiko Fujimori ve arkasındaki sermaye çevreleri bir yandan yenilgiyi kabul eder görüntüsü çizerken öte yandan o mekanizmaların devreye gireceği zamana kadar paramiliter güçlerini beslemeye, planlarını işlemeye devam ediyorlar.
Castillo açısından yaşanacak gelişmeler ne şekilde seyredecek olursa olsun Peru işçi sınıfı açısından mücadelenin keskinleşeceği, yeni ve bir öncekini aşan isyanların kapıda olduğu, Peru’nun egemenlerini ise daha derinden sarsacak gelişmelerin yaşanacağı kesindir. Kaynar bir kazanı andıran Latin Amerika’da isyanlar bir ülkeden diğerine sıçrıyor, isyan sürelerinin arası kısalıyor. İşçi sınıfının ayağa kalkışını ne burjuva sağın yumruğu ne burjuva solun çizdiği sınırlar engelleyebiliyor. Ancak ayağa kalktığında ne yöne yürüyeceğini bilemiyor. Latin Amerika’nın isyan ateşi her yanıp söndüğünde devrimci önderliğin eksikliği kendini daha yakıcı bir şekilde hissettiriyor. Bu eksiklik yüzünden geçtiğimiz onyıllar boyunca çeşitli ülkelerde nice devrimci kalkışmanın heba oluşunu izledik. Ancak yenilgiler, bir sonraki kavgaya hazırlanırken üzerine çalışılacak en iyi ders konularıdır. Peru’nun, Latin Amerika’nın ve diğer dünya ülkelerinin yazgısı bu yenilgilerden çıkarılacak derslerle, vakit kaybetmeksizin işçi sınıfının örgütlü mücadelesini büyütmekle değişecektir.
[*] Protestoların arka planını ve Peru’nun yakın siyasi tarihini daha ayrıntılı okumak için bkz: Kerem Dağlı, Peru’ya Bir Devrim Gerek (Aralık 2020), marksist.com
link: Suna Akaltan, Seçimlerin Ardından: Peru’yu Neler Bekliyor?, 2 Ağustos 2021, https://marksist.net/node/7432