Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de “derin devlet” bağlantılı faşist güçlerce katledilmişti. Aradan 8 yıl geçti, ancak bu cinayet halen aydınlatılmadı! Trabzon Emniyeti katili de, azmettiriciyi de, Dink’in nasıl öldürüleceğini de bir yıl öncesinden biliyordu. Trabzon Jandarması, cinayeti 6 ay öncesinden haber almıştı, silahın markasını dahi öğrenmişti. Yani Dink, devletin “gözetimi altında” öldürülmüştü.
Hrant Dink davası İstanbul, Trabzon ve Samsun’da birden çok mahkemede görüldü ve yargılananların pek çoğu serbest bırakıldı. Hatta cinayette ihmali ya da kastı olduğu bilinen kamu görevlileri terfi ettirildi. Suikastın sorumluları arasında yer alan Muhittin Zenit, Özkan Mumcu, Ercan Demir, Ramazan Akyürek ancak 8 yıl sonra tutuklanabilmiştir.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, gerek Hrant Dink’in katledilmesinden gerekse de katillerin ortaya çıkarılmamasından AKP hükümeti sorumlu değilmiş gibi, bu yıl Hrant Dink’in ölüm yıldönümü vesilesiyle bir mesaj yayımladı. Mesajda “Türk-Ermeni dostluğunu özünde birleştiren, köklü acıların aşılması, tarihi birlikteliğin hatırlanması için yüreğini ve aklını ortaya koyan Dink’in dostluk yoluna tuttuğu meşalenin ışığında zihinlerde ve gönüllerde kapılar açmak istiyoruz” diyordu. İkiyüzlü bir şekilde bu açıklamayı yapan Davutoğlu, öte taraftan Ermenistan’ın 24 Nisanda Erivan’da yapılacak olan Ermeni soykırımının 100. yıl anması davetini, aynı tarihte Çanakkale anması yapılacağı gerekçesiyle reddediyor. Oysaki Çanakkale anmaları her yıl 18 Martta yapılırdı. Bu yıl bu anmalar bilinçli olarak 23-24 Nisan tarihine çekilmiştir. Bu yüzden de bu mesele basit bir tarih değiştirme olarak düşünülemez! Katledilen bir halkın acılarının anıldığı bir günü, “düşmanları” bozguna uğratan “şehitleri” anma gününe çevirmek, egemenlerin meşrebine uygun bir riyakârlıktır! Halklar arasındaki düşmanlığı büyütmektir! Acıları tazelemektir…
Davutoğlu’nun mesajı şöyle devam ediyor: “Savaş şartlarında başvurulan zorunlu yer değiştirme politikalarının, 1915 dâhil, gayrı insani sonuçlar doğurduğunu daha önce de açıklayan Türkiye, Ermenilerin acılarını paylaşmakta, iki halk arasında yeniden duygudaşlık kurulması için sabır ve kararlılıkla gayret göstermektedir. Zamanı 1915’te donduran büyük travmayı geride bırakmanın yolu tabuların yıkılmasıyla başlar. Türkiye, kendi adına bu noktayı aşmış, geçmişten miras basmakalıp söylemleri, genellemeleri geride bırakmıştır.” Ne kadar ikiyüzlü bir söylem değil mi? Şatafatlı sözlerin ardına gizlenmiş inkârcılığı görmemek mümkün müdür? “Savaş şartlarında başvurulan zorunlu yer değiştirme” söylemi ilkokuldan başlayarak küçücük beyinlere yıllarca zerk edilen resmi ideolojinin tekrarından başka bir şey değildir! Dünyada bu tür soykırımlara başvurmuş diğer egemenler gibi Türk egemenler de, soykırımı resmi yalanlarla meşrulaştırmaya ve kendi günahlarının üstünü örtmeye çalışıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi Türkiye’nin 1915 ile ilgili meseleleri aştığını, basmakalıp söylemleri geride bıraktığını söylüyorlar. Ermeni halkının maruz kaldığı tarihsel vahşetle yüzleşmeden 100 yıllık bir acıyı dindirebilir miyiz?
Davutoğlu, mesajını “Acılara ortak olmak, yaraları sarmak ve tekrar dostluklar kurabilmek arzumuz samimidir. Ufkumuz dostluk ve barıştır” diyerek bitiriyor. Mesajın her yanından “samimiyet” akıyor! Bir halka yapılan zulmü inkâr edenlerin ufku dostluk ve barış olabilir mi? Davutoğlu’nun ve hizmetinde olduğu egemenlerin tek bir ufku vardır: kendi sınıflarının çıkarı! Sermayenin efendileri “dostluk ve barış”, “özgürlük ve demokrasi” diyerek halklara zulmederler, üzerlerine bombalar yağdırırlar. Kendi çıkarları uğruna halkları katletmekten ve emekçileri birbirine kırdırmaktan imtina etmezler. Egemenlerden gerçek bir kardeşliği sağlayacak adımlar atmaları beklenemez. Dünyaya dostluk ve barışı getirecek olan da, bugüne kadar yapılan katliamları ortaya çıkarıp hesap soracak olan da devrimci işçi sınıfıdır.
link: MT okuru bir cam işçisi, “Ufku” İnkâr Olanlar Barışı Getiremez, 11 Mart 2015, https://marksist.net/node/4019
Akdeniz’in Karanlık Sularında Umut Tekneleri
Libya’da İç Savaş ve Burjuva Kapışma