Ben yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Durumumuz çok iyi değildi, kimseye muhtaç da değildik ama yoksulluğumuz dört duvar arasındaydı, kimseye de pek belli etmezdik. Üç kardeştik. Her gün yemek pişmezdi, pişemezdi. Köyden gelen kumanyalar olmasa işimiz zordu. Başkalarının kıyafetiyle büyüdük, başkalarının kitaplarıyla okuduk. Nadirdir yeni bir şey alındığı. Niyetim yoksulluğumuz üzerinden duygu sömürüsü yapmak değil ama yoksullukla hemhal olmuş biri olarak bugün egemenlerin “gelenek” haline getirdiği “fakir aile ziyaretlerinin” nasıl da samimiyetsiz olduğundan bahsetmek istedim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde bir TV programında yaptığı açıklamada belediye başkanlığı döneminden beri fakir aile ziyaretlerini gelenek olarak gerçekleştirdiğini söylüyor. Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yüz milyarlarca lirayı bulduğunu düşünürsek, 1150 odalı sarayından halkın arasına inerek gelenek haline getirdikleri fakir aile ziyaretleri doğrusu yürek parçalıyor! Yoksulla zengin arasındaki uçurumun derinleşmesine, işsizliğin artmasına, emekçilerin alım gücünün düşmesine sebep olanların öte yandan fakirleştirdiği emekçileri ziyaret etmesi tam da seçimlere giderken tam bir ikiyüzlülük ve oyun olsa gerek. Sadece Ramazanlarda ve seçim dönemlerinde hatırladıkları biz yoksul emekçilerle adeta dalga geçiyorlar.
AKP Ankara milletvekili Aydın Ünal “Aday adaylarına Tavsiyeler…” başlıklı yazısında AKP zihniyetinin asıl niyetini açığa vurmuştu. Bir dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarını da yazan Ünal’ın tavsiyelerinde göze çarpanların bir kısmı söyle:
* Varsa lüks araçlarınızı gözlerden kaçırın; halktan biri gibi görüneceğim diye hurda araçlara da binmeyin, hoş karşılanmaz.
* Sevmiyor ya da hayatınızda hiç tatmamış olabilirsiniz ama herkesin görebileceği yerlerde simit yemek sizi hedefe taşımada etkili olabilir.
* Sosyal medyada, sizi halkla iç içeymiş gibi gösteren bolca fotoğraf yayınlayın. Samimi gibi görünün. Seçilinceye kadar halkın her türlü nazına, niyazına tahammül edin.
Ünal, emekçilerin aklını hiçe sayan tavsiyeleriyle kan donduruyor. Bu arada TV ekranlarında Ramazan boyunca yoksul aile dramları eksik olmuyor. Kampanyaların hedefi haline getirilen yoksulluğumuz seçim malzemesine dönüştürülüyor. Egemenler yoksulluğun hep var olduğunu ve var olacağını söyleyip durumu normalleştirirler. Açlığın, sefaletin ve yoksulluğun sonu hiç gelmeyecekmiş gibi, bu durumun da “Allah vergisi” olduğuna inandırmak isterler bizleri. Yoksulluğumuz toplumun bilincine olağan ve karşı konulmaz bir olgu olarak yerleştirilmek istenir. Üstelik ekranlarda izletilen yoksulluk dramlarıyla bizlere “şükretmelisin” mesajı verilir. Ama durum asla böyle değildir. Yoksulluğumuzun tek sorumlusu alın terimiz üzerinden zenginleşen patronlar ve onların kapitalist sömürü düzenidir. Fakir ziyaretlerini bir gelenek haline getirenler devran hep böyle dönecek, rüzgâr hep onlardan yana esecek sanırlar, fakat zengin ve yoksul arasındaki uçurumun giderek arttığı, alım gücümüzün düştüğü, işsizliğin arttığı bu devran hep böyle gitmeyecek. Saraylarından, makam araçlarından biz yoksul işçilerin semtlerine inen egemenler, kendi haksız zenginliklerinin üstünü ötme çabası içindedirler. İsterler ki emekçiler yoksulluğun asıl kaynağının kapitalist düzen olduğunu fark etmesin ve sorgulamasın.
Egemenlerin yoksulluğumuz üzerinden oynadığı oyunlara kanmayalım. İnsanca yaşayabileceğimiz, yoksulluğumuzun son bulacağı güzel günler mümkün! Yeter ki sol göğsünün altındaki cevahir kararmasın! Yeter ki inancımız hiç bitmesin! Yeter ki örgütlenip bu sömürü düzenine ve sömürücü ikiyüzlü egemenlere karşı mücadele edelim.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, “Fakir Ziyareti Geleneği”, 8 Haziran 2018, https://marksist.net/node/6398
1943 FIAT Grevi: İtalyan Faşizminin Ölüm Çanı
Almanya’da Polisin Yetkileri Arttırılıyor