Zamanı, yoksulluklarımızın, ölümlerimizin, ölülerimizin, yıkılmış kentlerimizin, çöplüğe dönmüş sokaklarımızın, dilenen savaş mağduru insanlarımızın, cinsel istismara uğramış, kıyılarda yüzükoyun yatmış çocuklarımızın, çocukluğumuzun, artık dinmeyen gözyaşlarımızın tiktakları ölçüyor, ne yazık! Yıllar geçti büyüdük, boyumuz posumuz değişti. Artık metro var meselâ, hızlı trenlerimiz ya da fiyakalı elbiselerimiz. Bindin mi uçağa iki saat sürüyor Van, taa İstanbul’dan.
Yüzlerce hastanemiz, binlerce ambulansımız, küçücük arazilerden tonlarca buğday alan makinelerimiz var ve “Allah nazardan saklasın”, her şeyden anlayan mühendislerimiz, her şeyi üretebilecek fabrikalarımız. Heyhat ne kentler kurduk altı ayrı üstü ayrı, her yeri raylı. Yıllar geçti büyüdük işte. Büyüğüz artık! Gökteki yıldızları sıyıran gökdelenlerimiz var. Uzayda aylarca dolaşan astronotlarımız, Mars’ta makinelerimiz, Ay’da ayak izlerimiz var. Sevgili dostlar, silahlarımız da var, çocukları bile, çocukları dahi, hem de çocukları da öldürebilecek derecede güçlü… Panzerlerimiz, dağları yıkabilecek tanklarımız, toplarımız var. Renksiz, kokusuz kimyasal ölüm silahlarımız var. Anladık değil mi her şeyimiz var! Her şeyimiz…
Peki, ya dilencilerin üzerine işeyen taraftarlarımız yok mu, hani şu ünlü kültür kenti Roma’da? Tezgâhının önünde peçete satan Suriyeli çocuğu yere çalan seyyar satıcımız yok mu, o güzelim şehir, İyonya’nın incisi İzmir’de? Kayseri’de 18 yaşında, hayatının baharında gencecik bir fidan, öğretmeninin tecavüzüne uğruyor. Şikâyetleri, yakınmaları hiçbir işe yaramayınca kızcağız çaresiz kalıp intihar ediyor. Karaman’da kırka yakın çocuk öğretmenleri tarafından tacize, tecavüze maruz kalıyor. Denizli’de bir eğlence merkezi sahibi gece evinin önünde kurşunlanıp öldürülüyor. Adana’da kemoterapi tedavisi için gittiği hastanede sedyeden düşürülen adam beyin kanamasından ölüyor. Servis aracı vidanjörle çarpışıyor onlarca işçi yaralanıyor.
Dizi oyuncusu genç bir kız, günlük kiraladığı evde önce darp ediliyor, ardından tecavüze kalkışılıyor. Kendini savunamayan genç kız, onuncu kattan aşağı atlıyor. Kâğıthane’de berber çırağı on dört yaşındaki çocuk çakmak gazı çektikten sonra kalp krizi geçirip ölüyor. Bahçeşehir’de çok katlı inşaatın yük asansörünün 24. kattan düşmesi sonucu üç işçi hayatını kaybediyor. Yemen’de kente girebilen BBC muhabirinin aktardığına göre sağlık çalışanları hastanelerde yaşanan ilaç ve malzeme sıkıntısı yüzünden hastaların ölmeye başladığını söylüyor. Amerika’nın ünlü “Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi”ne dayanan bir haberde, Amerika’da ilaca bağlı ölümlerin trafik kazalarından kaynaklanan ölümlerden daha fazla olduğunu söyleniyor. Ölenler ise emekçiler, yoksullar oluyor, yani hiç fark etmiyor. Pakistan’ın Lahor şehrindeki bir lunaparkta bir canlı bomba, bir insan, kendini patlatıyor. Yetmiş kişi ölüyor, yüzlerce yaralı… Lunapark ve bomba nasıl yan yana gelebilir? Nasıl bir varlık bunu düşünebilir? Nasıl bir sistem, nasıl bir toplum? Daha geçen aylarda onlarca genç Kobanéli çocuklara oyuncak götürürken Suruç’ta yine bombalarla katledilmişti. Savaş gemileri denizlerde yüzecek yer bırakmadı. Balıklar da huzursuz, kuşlar da...
Ama biliyoruz ki memleketlerinden kaçmak zorunda olan binlerce insan için hâlâ boğulabilecekleri sular, denizler var. En az yüz bin insan Sur’dan göç etti. Suriye, Yemen, Nijerya, Afganistan, Pakistan, Ukrayna ve daha birçok memleketten milyonlar da başka diyarlara… Kardeşler, bütün bu yaşananların nedeni bembeyaz sütte kapkara mürekkep gibi göze batan kapitalizmdir. Yaşananlar kapitalizmle beraber insanlığımızın da çürüdüğünü gösteriyor. Bu gidişe dur deme zamanı gelmedi mi? Unutma, yukarıda yazılanlar masal değil bizim hikâyemiz. Yukarıda yaşananlar burada oldu, yanı başımızda. Haydi kolları sıva ve temizle bu dünyayı. Haydi! Sen ki dağları birleştiren, viyadükleri yapansın. Sen ki denizleri aşan gemileri, köprüleri tasarlayıp kuransın. Haydi! Birleştir dünyadaki tüm ezilenleri. Yık! Koca koca binaları yıktığın gibi. Bük! Demirleri büktüğün gibi bük, bir avuç insanın zevkine, milyarların sefaletine neden olan patronların sistemini. Haydi kendimizden, bizden bir şeyler katalım yukarıdaki hikâyeye. Haydi kardeşim, sınıfın seni bekliyor. Yerin hazır. Hedef belli. Çürümüş kapitalizmi tarihin çöp tenekesine atma vakti!
Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!
link: Bahçelievler’den bir işçi, Çürümüş Sisteminizi Başınıza Çalın, 7 Nisan 2016, https://marksist.net/node/5013
Suriyeli Mülteciler ve Bitmeyen Hesaplar
Ne Yapmalı?