Yaşam Radyo’da düzenlenen bir programın sonlarına tesadüfen yetişmiştim. Programın o haftadaki konusu çocuk kobaylığıydı. Bir sağlık uzmanı insanın kanını donduran açıklamalarda bulunuyordu. Açıklamalarda değinilen noktalar ve verilen örnekler şöyleydi: Çocuk kobaylığı ilk defa ABD’de yapılıyor. 1965 yılında bir profesörün, yaptığı insanlık dışı uygulamaları açıklaması üzerine yeni bir kanunla çocuk kobaylığı yasaklanıyor. Profesör yaptığı deneyde beyinsel engelli çocukları radyasyona maruz bırakarak onların genleriyle oynamış, sonrasında da çocukların hepsi ölmüş.
Yine ABD’de, yardıma muhtaç çocukların (öksüz-yetim) kaldığı bir yurtta, çocukların çaylarına demir konulup derilerinin ne kadar değiştiğine bakılıyor. Süt şişelerine radyasyon içeren maddeler konuluyor. Beyinsel engelli çocuklara hepatit B ve HIV virüsü enjekte edilerek sağlıklarının ne kadar değiştiği izleniyor.
Bunlar su yüzüne çıkan gerçekler. Ama asıl önemlisi, bilinmeyen, duyulmayan binlerce olayın daha var olması. İşte, bilimsel araştırma adı altında, böyle insanlık dışı şeyler yapılmaktadır. Çünkü işin içinde başka şeyler dönmektedir. Bilimin kimlere, neye hizmet ettiğini görebilmek için şu anki dev ilaç şirketlerine bakabiliriz. Bunlar piyasaya yeni ilaçlarını hemen sürmek ve daha fazla kâr etmek için binlerce insanı kobay olarak kullanmaktadırlar. Kişilerin onayları alınmıyor ve kimlikleri saklanıyor. Madem bilim için yapılıyor, isimler neden saklanıyor? Çünkü ilaç araştırmaları ölümlerle sonuçlanabilir. Bu da şirketlerin güvenilirliklerini de, milyarlarca dolarlarını da kaybetmeleri demektir.
Pazara damgasını vuran çokuluslu şirketlerdir. Ve bu şirketler araştırmaları için az gelişmiş ülkeleri tercih ederler. Örneğin Nijerya, Kore, Türkiye gibi. Tercih etmelerinin nedeni bu ülkelerin sağlıkla ilgili konularda yetersiz oluşudur. Halkın yoksul olması, aldıkları asgari ücretlerden sağlıklarına ayıracak paralarının olmayışı onları denek olmaya zorluyor. Bütün bunlar bize dev bir tabloyu resmediyor. İlaç şirketleri kâr etmek ve büyümek isterler. Ayakta durmak için büyük balık küçük balığı yer misali şirketler rekabet halindedir. Çokuluslu şirketler yeni bir ilaç araştırması için milyon dolarlık araştırma yaparlar. Araştırmaların bilime, incelemelere dayanması gerekirken insan kobaylığına dayanıyor. Çünkü bu yol daha kısadır. Şirket kısa sürede kâr etmek için ilacını hemen piyasaya sürmek ister ve olası olumsuz sonuçları da gizler. Kanunlar tekellere göre yapılmıştır. Şirketler kârlarına kâr katarken işçiler, emekçiler hayatlarını kaybederler.
Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi tekeller, bilime ve araştırmalara hükmeder. Ve tekeller kapitalizmin kendisidir. O zaman insanları öldüren doktorlar, hemşireler, araştırmacılar değil bu sistemin kendisidir, kapitalizmdir. Bu sistemde hiçbir şey adil yapılmadığı gibi sağlık da adil yapılmamaktadır. İşçiler emekçiler hastane köşelerinde ölürken burjuvalar ömürlerine ömür katıyor. İnsanların sağlık sorunlarının çözümü, ilaç şirketleri de dahil olmak üzere tüm şirketlerin devletleştirildiği, sağlığın da üretenler tarafından yönetildiği bir devlette, işçilerin kuracakları kendi devletlerinde mümkündür. Ve böyle bir devlet altında insanların her türlü sağlık ihtiyaçları parasız olarak karşılanacaktır.
link: İstanbul’dan bir MT okuru, Can Pazarı, 13 Ocak 2006, https://marksist.net/node/887
Latin Amerika Sosyalizme mi Gidiyor?
Stajyer Öğretmenler ve Hayalleri Üzerine