Türkiye’de yaklaşık 3000 tane dershane olduğu söyleniyor. Bu dershanelerin yaklaşık 700’e yakınıysa İstanbul’da bulunuyor. Dershane sayısının ve dershaneye giden öğrenci sayısının ne kadar fazla olduğunu aslında en iyi Pazar sabahları anlayabiliriz. Pazar günleri, iki seans olmak üzere, sabah ve öğlen saatlerinde bir güruh halinde yürüyen gençler herkesin gözüne çarpıyor. Zaman zaman da bu gençlerin arasına sıkışmış, aslında onlardan olmayan, ama deneyimli öğretmenlerden olmadığı da belli olan stajyer öğretmenlere rastlarız. Onlar öğretmenlerin en kötü koşullarda çalışan kesimidir maalesef.
İşçi sınıfının genel olarak en büyük sıkıntısı olan uzun çalışma süreleri ve yetersiz ücretler, her sektörde olduğu gibi eğitim sektöründe de sıkıntıların başını çekiyor. Burada elbette palazlanmış dershanelerin, kendisini ruhunun bütün moleküllerine kadar burjuvaziye satmış olan öğretmenlerinden bahsetmiyoruz. Söz konusu olan “meslek yaşamının” başında olan, tozpembe rüyalar kuran stajyer öğretmenlerdir.
Stajyer öğretmenler haftada altı gün, sabah 08:30’dan akşam 19:00’a kadar, yani haftada 60 saatten fazla çalışıyorlar. Çalışma süreleri boyunca, 50 dakikalık yemek arası dışında dinlenebilecekleri herhangi bir süreleri bulunmuyor. Bu süre içinde ya öğrencilerden gelen sorularla, ya etüt denen iğrenç sistemle ya da patronların verdiği abuk sabuk işlerle uğraşıyorlar. Abuk sabuk, çünkü patronlar stajyer öğretmenleri boş gördükleri anda “sen neden boş oturuyorsun” diyerek onlara testleri düzenlemekten tutun da fotokopi çekmeye veya çay getirmeye kadar aklınıza ne gelirse yaptırıyorlar. Hatta bir dershanede stajyerlerin cam sildiklerine bile bizzat tanık olmuştum.
Ama bu da yeterli olmuyor! Tam biraz rahat nefes alabilirim derken bu sefer de gözetmen öğretmenler aslında kendilerinin yapması gereken işleri stajyerlerin başına yıkıyorlar. Büyük dershanelerde öğrencilerle akşam saatine kadar aralıksız birebir çalışmalar yaptırılıyor ve bu çalışmalar bittikten sonra zaten artık gün de bitiyor, herhangi bir şey yapabilecek enerji de. Ve bütün bu işler karşılığında stajyer öğretmenler, yani aslında geleceğin kuşaklarını yetiştirmekle sorumlu olan bu insanlar, en fazla asgari ücret alıyorlar. O da iyi olarak adı geçen dershanelerde. Stajyerlikleri bitene kadar (ki bu süre de patronun insafına kalmış durumda, aslında yasal süre bir ile iki yıl arası, ama sıklıkla iki yılı aşıyor) eğer bu sıkıntıların hepsine katlanabilirlerse, “asil” öğretmen olabiliyorlar ve maaşları çok değil ama yine de artıyor; bazı yerlerde birkaç milyarlık sözleşmeler dahi yapabiliyorlar.
Asgari ücretin 350 milyonu biraz aştığı bir ülkede, bu genç öğretmenlerin neden bu kadar kahırlı stajyerlik koşullarına katlandıklarının yanıtı, işte bu milyarlık ücretlere ulaşma özleminden başka bir şey değildir. Kapitalist toplumun sınıf bilincinden yoksun bütün insanlara aşıladığı kendini kurtarma sevdası doğal olarak bu genç öğretmenlerin de kanına işlemiş durumda. Yaşamdaki tek amaçları stajyerliklerini bitirmek ve ardından “iyi paralara” çalışarak daha lüks bir yaşama sahip olmak ve böylece kendilerini kurtarmak. Her şey bu kadar kolay olsaydı ne güzel olurdu, ama değil!
Kapitalist bir toplumda ve burjuvazinin her anlamda egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Öyle ki, burjuvazi rüyalarımıza ve kurduğumuz hayallere bile hükmetmek istiyor. Ve aslını söylemek gerekirse bilinçli olmadığımız sürece de rahatlıkla hükmediyor. Daha fazla para kazanarak bir süre sonra bu kazandığımız paralarla dershane açabilme hayalleri kurmamızı istiyor burjuvazi, ve biz de kuruyoruz. Özel öğrencilere ders vererek daha çok para kazanabileceğimizi ve bu şekilde araba ve ev alabileceğimizi söylüyor bize burjuvazi, bunun hayalini kurmamızı istiyor. Ve biz kuruyoruz. Bir çocuk yapıp ardından bu çocuğu büyütüp üniversiteye yerleştirme “at yarışına” hazırlamamız gerektiği hayalini kurmamızı istiyor burjuvazi. Onun da hayalini kuruyoruz! Burjuvazi, hayal kurmayıp ne rezil bir dünyada yaşadığımızı anlayarak ayağa kalkmamızdan korkuyor.
Burjuva ideolojisi her tarafımızı kaplamış durumda. Her an yeniden üretilerek farklı şekillerde karşımıza çıkarılan bu ideoloji, sadece kendimizi kurtarmamız gerektiğini ve bundan başka da bir şey düşünmememizi söylüyor. Oysa bilmemiz gerekir ki kendi kurtuluşumuz ile toplumsal kurtuluşumuz birbirinden bağımsız değil, birbirine göbekten bağlı şeylerdir. Ekonomik olarak biraz daha rahat yaşamak, daha iyi bir evde oturmak, bir araba sahibi olmak demek kurtulmak demek değildir. Kurtuluş ancak ve ancak bu sömürü sisteminin ortadan kaldırılması ile olanaklıdır. Ve bu sömürü sistemi, ancak mücadele etmemiz, örgütlenmemiz sonucunda ortadan kalkabilir.
Biz eğitimciler de işçi sınıfının bütün kesimleri gibi, varolan sistemin, yani kapitalizmin, bizlerin değil, kapital sahiplerinin sistemi olduğunu bilincimize çıkarmalıyız ve bu sistemi kökünden yıkmak için mücadele etmeliyiz. Burjuvazinin kurdurduğu hayalleri, herkesin kendi paçasını kurtarma hayallerini bir kenara atarak bu dünyanın sahibi olmanın peşinden koşmalıyız. Unutmamalıyız ki modern toplumun ücretli köleleri olan bizlerin, kapitalizmin bizlere vurduğu zincirlerden başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, ama kazanacak koca bir dünyamız var!
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
link: MT okuru bir eğitim işçisi, Stajyer Öğretmenler ve Hayalleri Üzerine, 16 Ocak 2006, https://marksist.net/node/852
10 Ocak
İşçi Denetimi Nedir, Ne Değildir?