Kapitalist sistemde egemen sınıfın en önemli ve örgütlü aygıtı olan devlet siyasal bir güçtür. Devlet denilen siyasal oluşum ilk tarih sahnesine çıktığı günden beri egemen sınıfın diğer sınıflar üzerindeki tahakküm aracı olmuştur. Devlet, toplumda azınlık olan mülkiyet sahibi sınıfın, çoğunluğu oluşturan mülksüz sınıfın üzerinde sürekli baskı kurmasını sağlayan bir aygıt olmuştur. Çoğunluğu kontrol etmek, yönetebilmek, var olan durumuna razı olmasını sağlayabilmek için çeşitli yasalar çıkarılmış, baskılar kurulmuş, hukuki düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen egemen sınıf ile üretimi yapan fakat üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayanlar arasında sürekli bir sınıf savaşımı var olmuştur.
Kapitalist sistemde de burjuvazi işçi sınıfını ordusuyla, hapishaneleriyle, hukuk sistemiyle, hükümetiyle, meclisiyle vb. sürekli tahakküm altına almak için elinden geleni yapmaktadır. Burjuvazi devlet denilen aygıtı kendisi yönetmekte ve kendisi için sürekli yeniden örgütlemektedir. Siyasal bir aygıt olan devlet aslında burjuvaziyi temsil etmesine rağmen geniş kitlelerden bunu gizler. Çeşitli yollarla herkesi temsil ettiği yalanını empoze eder. Hükümetlerin, meclislerin, çıkarılan yasaların, ordunun, polisin halkın çıkarlarını, güvenliğini vs. korumak için var olduğu yalanı topluma kabul ettirilmeye çalışılır.
Bu bağlamda burjuvazinin sarıldığı en önemli yalanlardan birisi de demokrasi yalanıdır. Her bireyin demokratik olarak yasal ve anayasal hakkını kullanabildiği ve kendi yöneticilerini kendisi seçebildiği söylenir. 4-5 yılda bir yapılan seçimlerle burjuva hükümet ve meclis, kitlelerin verdiği oyla yeniden şekillenip kendini var eder. Oy kullanmanın en demokratik hak olduğu söylenirken, kitlelere de kendi temsilcini kendin seç denilmektedir. Peki gerçekten kendi temsilcilerimizi seçebiliyor muyuz yoksa bizim temsilcimiz olduğunu iddia edenlerin içinden birilerini mi seçmek zorunda kalıyoruz?
Meclisteki milletvekilleri kimdir, ne yapar, gerçekten kimi temsil ediyorlar diye hiç düşünüp araştırdık mı? Yapılan bir araştırmaya göre toplamda 550 milletvekilinin yaklaşık 400’ü patron düzeyinde kişiler, yani sermaye sınıfından insanlar. Meclis koltuğunda oturup kitleleri temsil eden kişiler bunlar olacak. “Demokratik” bir seçim sonunda kitleler kendilerini temsil yetkisini bunlara vermiş durumda. Kitlelere yutturulan demokrasi yalanının tablosu işte budur. Kuşkusuz işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin hakkını savunan az sayıda milletvekili de Mecliste bulunuyor, ama maalesef bunların varlığı genel tabloyu değiştirmeye yetmiyor. İşveren ya da işveren temsilcisi bir vekilin işçiler için bir yasa çıkarmasını bekleyebilir miyiz? Her ne kadar farklı siyasi partileri temsil etseler de, geçtiğimiz Meclis oturumlarından ve çıkan yasalardan çok iyi biliyoruz ki, bunlar işçi-emekçilerin haklarının gaspına yönelik yasaların oylamasında birlikte hareket edecekler ve işçileri birlikte uçuruma sürükleyecekler.
Milletvekili olabilmek için ayrıca sermayen olması gerektiğini de gösteriyor bu sonuçlar. Bağımsız aday olabilmek için YSK 10 bin 167 lira nakit para istedi adaylardan. Partiler ise ön eleme usulüyle belirlediler adaylarını. Düzen partileri “paran varsa, çalışma yürütürken kesenin ağzını açacaksan aday olabilirsin” dediler. Paranın egemen olduğu bu kapitalist sistemde Meclise işçilerin/işçi vekillerinin girmesi son derece zordur. Nasıl ki “adalet mülkün temeli” deniliyorsa Meclis adaleti de böyle işliyor. Mülkün varsa Meclise girersin, yoksa “sen demokrasinin gereğini yap, oy kullan, mülkü olanlar seni temsil ederler” deniliyor.
Seçip Meclise gönderdiğimiz, denetleyemediğimiz, bizi temsil etmediklerini gördüğümüzde değiştiremediğimiz bu milletvekillerinin haklarının bir kısmı da şöyle: 2015 yılı itibariyle 13.700 lira olan milletvekili aylıkları 15.000 liraya, 7479 lira olan emekli milletvekili maaşları 8190 liraya çıktı. Hem emekli aylığı hem de milletvekili maaşı alan milletvekillerinin maaşı ise 23.190 liraya ulaştı.
49 yaşını bitirmiş, 15 yıllık çalışma yaşamı olan, yeminini etmiş milletvekilleri anında emekli olabiliyorlar.
Vefat eden milletvekillerinin yakınlarına 12 aylık yardım ödeniyor. Bu da yaklaşık 180.000 lira ediyor.
Yurtiçi ve yurt dışında göreve giden milletvekilleri görevleri karşılığında maaşlarına ek olarak yolluk ve yevmiye alıyorlar ki, bu da çoğu vekil için ciddi bir arpalık durumunda.
Vekillerin, milletvekilliği süresince kırmızı pasaport hakkı bulunuyor.
Kamu kuruluşlarına ait sosyal tesislerden ve konukevlerinden ücretsiz yararlanabiliyorlar.
Milyonlarca insanın asgari ücret ya da az üzerinde bir ücretle çalıştığı bir ülkede, milletvekillerinin ekonomik ve sosyal statüleri ve haklarını göz önüne aldığımızda, “gerçekten bu Meclis kimi ya da kimleri temsil ediyor” diye sormayacak mıyız? Sınıfsal konumları nedeniyle bu “seçilmiş” milletvekillerinden işçi sınıfını temsil etmesini bekleyebilir miyiz? Hiç düşündük mü, düzen partilerinin seçilmiş vekillerinden bir tanesi bile neden işçi değil? Bu partiler kimlerin siyasi temsilcisi?
Burjuvazinin egemen olduğu, burjuvazinin kurallarının ve yasalarının işlediği bu Meclis, işçilerin sınıf çıkarlarının ifade edildiği bir Meclis değildir. Elbette bizler işçi sınıfı olarak zorladığımızda bu Meclisten kendi sınıfımız lehine tavizler kopartabiliriz. Ancak temel sınıf durumumuzun, yani ezilen ve sömürülen konumumuzun bu Meclis yoluyla değişmesi mümkün değildir. Mücadelemiz sonucunda, işçi sınıfı olarak kendi meclisimizi kuracağımız günler de gelecek. Sınıfımızın tarihsel mücadele deneyimleri bunu gösteriyor. Böyle bir meclis işçi sınıfının iktidarını temsil edecek ve milyon kat daha demokratik bir yönetim anlamına gelecektir.
link: Kıraç’tan bir metal işçisi, Bu Meclis Kimin Meclisi?, 23 Ağustos 2015, https://marksist.net/node/4392
Başkanlık Arzusunun Yarattığı Savaş Hali
Egemenlerin Serveti, Emekçilerin Çilesi Büyüyor