Egemenler Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü söylerken, toplum içerisindeki çelişkiler alabildiğine derinleşiyor. Patronlar ve onların temsilcisi olan AKP, ekonominin büyümesini ballandıra ballandıra anlatıyor, ardından da nasıl çok çalıştıklarını ekliyor. Tabii insan kendisine sormadan edemiyor: Büyüyen ekonomiden kime ne kadar pay düşüyor? Bunun cevabını da kendi hayatımızı, patronların ve güya milletin vekillerinin hayatıyla kıyaslayınca görüyoruz.
Asgari ücret belirleme dönemleri geldiği zaman, “büyüyen ekonomi” bir anda unutuluyor. “Ekonomiyi mi batıracaksınız” sözleri ortalığı kaplamaya başlıyor. Sözde halkını çok seven o bakanlar ve patronlar, bir anda ağız birliği yapmışçasına, asgari ücretin yüksekliğinden dem vurmaya başlıyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ne diyordu, hatırlayalım. “Asgari ücretle geçinilir, neden geçinilmesin? Sonuçta peynirin fiyatı belli, zeytinin fiyatı belli!” Sanki tek ihtiyaç peynir zeytinmiş gibi.
Ama sıra kendilerine ve yandaşlarına geldiği zaman, her nedense kazandıkları bir türlü yetmiyor. Haktan, hukuktan, toplumun çıkarlarından bahseden bu siyasetçiler, yalan dolan ve ikiyüzlülükte sınırları zorluyorlar.
Biz işçi ve emekçiler, başımızı sokabileceğimiz bir ev alabilmek için bankalara borçlanıyoruz, ömrümüz taksit ödemekle geçiyor. Bu taksitler yüzünden boğazımızdan kısıyoruz, ömrümüz fazla mesailerde geçiyor. Oysa Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi 11 milyon liraya bir ev alıyor ve bunu “ihtiyaçtan” diye açıklıyor. Peki bu derenin suyu nereden geliyor? Tabii ki senin, benim sırtımdan… Bugün bir asgari ücretli ayda bir defa bile evine et alamazken, sadece bir ayda Meclisin mutfağına 400 ton etin gitmesi bile birçok şeyi özetliyor anlayana.
Türkiye geliştiği halde biz işçi ve emekçilere bu gelişmenin acı reçetesini ödemek kalıyorsa, patronların Türkiye’siyle işçi ve emekçilerin Türkiye’si farklı demektir.
Bir tarafta milyonluk yalılar, 700 bin liralık saatler, gemicikler, kasa kasa paralar, iki yılda süper emeklilikler, toplumun ürettiği tüm zenginlikleri yağmalamalar, emekçilerin çocuklarını savaş tacirlerine pazarlamalar; diğer tarafta ise, asgari ücrete yarı aç yarı tok 12 saat çalışmak, mezarda emeklilik, iş cinayetleri, efendilerin çocukları çatlayana kadar yerken işçilerin çocuklarının savaşa sürülmesi… Yani büyük ekonominin sefası onlara, cefası bize düşüyor.
Hani şair diyor ya,
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız besbelli yüzünüzden;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Şu doyumsuz sofra, bakın gelişinizle övünçlü!
Hakkıdır kutsal savaşınızın, evet, o hak da elde bir
Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin…
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say;
Soy sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray,
Tümü sizindir efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Tümü sizindir, tümü sizindir, hazır hazır, kolay kolay…
Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin
Tırnaklarıyla göçüklerde toprağı kazıp ölülerini arayan, demiri döven, kumaşı dokuyan işçi kardeşler, bizler birlik olup bu zalimler saltanatını yerle bir etmediğimiz sürece, asgari ücrete 12 saat fabrikalarda biz ömür tüketecek ve onların servetini korumak için biz savaş cephelerine sürüleceğiz. Biz işçiler, bir an önce örgütlenip bu kan emici tayfayı ve onların kokuşmuş sömürü düzenini yerle bir edip, insanların insan gibi yaşayacağı bir dünyayı inşa etmezsek; patronların koca midesi ve ekonomisi büyürken biz işçilere kahır dolu bir yaşam düşecek. Biz işçilerin insan gibi yaşayacağı bir dünyayı inşa etmek için tek kurtuluş yolu örgütlü mücadeledir.
link: Hadımköy’den bir işçi, Egemenlerin Serveti, Emekçilerin Çilesi Büyüyor, 25 Ağustos 2015, https://marksist.net/node/4398
Bu Meclis Kimin Meclisi?
“İşçiler, Emekçiler Barış İstiyor!” Forumu Sonuç Bildirgesi