28 Kasım 2015’te Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare önünde yapılan basın açıklaması sırasında katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Tahir Elçi pek çok kentte anıldı. Hukuk örgütlerinin çağrısıyla gerçekleştirilen anmalarda “Em Te Ji Bîr Nakın!” (Seni Unutmayacağız!) denildi. Tahir Elçi, insan hakları savunuculuğunda ısrarı, barıştan ve halkların kardeşliğinden yana duruşu ve Kürt halkının mücadelesinin sembol isimlerinden birisi oluşu nedeniyle burjuva devlet tarafından öteden beri hedef gösteriliyordu. Türkiye’nin geçtiği çok kritik bir dönemeçte katledildi. Üzerinden geçen 7 yıla rağmen bu cinayet aydınlatılmadı, sayısız benzerine şahit olduğumuz şekilde dava süreci bir esrar perdesinin arkasına itildi. Dahası Türkiye bugün yeniden kritik bir dönemeçte. Dolayısıyla Tahir Elçi davası sadece bir hakikat ve adalet mücadelesi olması bakımından değil, içinden geçtiğimiz süreci doğru değerlendirmek bakımından da önemlidir.
“Bu tarihi bölgede; birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede; insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun, diyoruz.” 7 yıl önce 28 Kasımda, Dört Ayaklı Minarenin önünde bu ifadeler dökülüyordu Elçi’nin ağzından… Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki operasyonların kültürel miraslar üzerinde yarattığı tahribata da dikkat çekmek isteyen Elçi, basın açıklamasını okuduğu sırada başından vurularak katledildi.
Kadim bir kentin tarihi ve kültürel mirasını korumak, devletin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşa karşı barışın sesini yükseltmek istediği için saldırıya uğrayan Elçi, 7 Haziran 2015 seçimleri sürecinde yeniden hortlatılan baskı ve katliamlar dizisine eklenen bir halka olacak şekilde öldürüldü. Kürt halkının önemli değerlerinden, sembol isimlerinden birisi olan Elçi’nin katledilmesi, barış talebinin bir kez daha ve çok kalleş biçimde kanla yanıtlanması anlamına geliyordu. O günlerden bugüne Kürt düşmanlığı sürekli körüklendi, baskı ve katliamlar zincirine yeni halkalar eklendi, toplum rejimin payandası haline getirilmeye çalışıldı. Elçi’nin de katledildiği 2015 yılı Türkiye’deki yeni karanlık dönemin fiilen başlangıç tarihiydi.
Dava sürecinde ceberut devletten beklenen hadiseler yaşandı. Soruşturma süreci etkili yürütülmezken soruşturmayı yürüten savcı birçok kez değiştirildi. Olay yeri incelemesi, Elçi’nin yaşamını kaybetmesinin üzerinden 5 ay geçtikten sonra yapıldı. Elçi’nin ölümüne neden olan mermi çekirdeği bulunamazken cinayetin işlendiği sokakta bulunan güvenlik kameraları ne hikmetse sadece vurulma anını “kaydetmemişti”! Londra Üniversitesi bünyesinde çalışan bir kuruluş tarafından hazırlanan teknik raporda, Elçi’yi korumakla görevlendirilmiş polislerden üçünün olay esnasında kuvvetli suç şüphesi altında olduğu saptandı ancak bu rapor dikkate alınmadı. 1990’lar Türkiye’sinde gerçekleştirilen ve “faili meçhul” bırakılan pek çok siyasi suikast ve toplu katliam davalarında verdiği mücadeleyle zihinlere kazınan ve devletin defalarca mahkûm edilmesini sağlayan Elçi’nin cinayeti de faili meçhul bırakılmak istendi, isteniyor!
Türkiye bugün yine son derece karanlık bir süreçten geçiyor. Taksim’de cihatçı güçler tarafından yapıldığı herkesçe malûm olan bir bombalı saldırının ardından Irak ve Suriye’de bulunan Kürt bölgelerine bomba yağdırmaya başlayan rejim, o bilindik enstrümanını, savaş ve kaosu yeniden hortlatmaya çalışıyor. Gerek dışarıda gerekse de içeride son derece sıkışan ve toplumsal dayanakları erozyona uğrayan faşist rejim bu yolla iktidarını sürdürmeyi hedefliyor. Sıkıştıkça saldırganlaşıyor. Tarih muktedirlerin şer planlarının kendilerini kurtaramadığını bize gösteriyor. Savaşla ömrünü uzatmaya çabalayan rejime karşı halkların kardeşliğini savunmak, haksız savaşlara karşı açık bir pozisyon almak emekçilerin boynunun borcudur. Adalet de ancak emekçi kitleler bu bilinçle donanıp harekete geçerlerse gerçekleşecektir.
link: Marksist Tutum, Yedi Yılın Ardından, Tahir Elçi’yi Unutmadık! , 29 Kasım 2022, https://marksist.net/node/7806
Bir Kupa Gerçeği Daha: Çölleşmiş Dünyada Kirli Futbol
Dünya Kupası: Kapitalist Çürümenin ve Riyakârlığın Dibi Yok!