İlki bundan 92 yıl önce düzenlenen Dünya Kupası Turnuvasının 22.’si Katar’da başladı. 20 Kasımda Katar-Ekvador maçı ile açılan ve 18 Aralıkta sona erecek olan turnuvanın, tarihinde bir ilk olarak, Katar’daki aşırı sıcaklar nedeniyle, genelde düzenlendiği Haziran ve Temmuz aylarında değil de Kasım ve Aralık aylarında düzenlenmesi kararı alındı. Açıklanan bu tarihlerin ulusal liglerin açık olduğu zamana denk gelmesinden dolayı turnuva süresince ulusal liglere 50 gün süreyle ara verilmesi kararlaştırıldı. Tüm bu zorlukları ve zahmetleri içermesine rağmen turnuvanın Katar’a verilmesi akıllara ilk olarak rüşvet iddialarını getirdi. Bu nedenledir ki 2 Aralık 2010’da yapılan oylama sonucunda FIFA’nın ev sahibi ülkenin Katar olduğunu açıklamasından bu yana gerek FIFA yönetimi gerekse de Katar eleştirilerin odağından hiç düşmedi. Rüşvet ve kirli para/ilişki iddiaları, Katar’ın insan hakları konusundaki kötü karnesi, bu turnuvanın dünya kamuoyunda başka hiçbir turnuvanın olmadığı kadar tartışılmasına sebep oldu. Bu da Katar Dünya Kupasının 100 yıla yaklaşan turnuva tarihinde şimdiden “en”lerin arasına girmesini sağladı. İlk kez bir Orta Doğu ülkesinde düzenlenen turnuva en pahalısı olma özelliğini de taşıyor. Çeşitli araştırma şirketlerinin verilerine göre Katar bu turnuva için yaklaşık 220 milyar dolar harcadı. Bu para şimdiye kadar yapılan Dünya Kupası organizasyonlarının toplam maliyetinden fazla. Dünya Kupası organizasyonları için her defasında harcanan paraların miktarları değişse de özünde var olan kapitalist savurganlık ve akıldışılık değişmiyor. “… bu tür büyük organizasyonlar her seferinde geride kullanılmayan ve çürümeye terk edilen devasa atıl tesis ve yapılar bırakıyor. Şehirleri aydınlatacak kadar çok enerji, her türden tonlarca ürün ve devasa bir işgücü israf ediliyor. Katar üzerinden örnekleyelim; yıl boyunca her maçın ortalama 4-5 bin kişiyle oynandığı 3 stadyumu bulunan ülkeye, birisi 90 bin, diğerleri ise yaklaşık 45’er bin kişilik 9 yeni stadyum inşa ediliyor. Eminiz ki Katar Emiri bu akıldışılık için «itibardan tasarruf olmaz» diyecektir.”[1]
Emeğin cehenneminden futbolun cennetine
Aşırı sıcaklar nedeniyle turnuva tarihi ötelense de mevzu işçiler ve çalışma koşulları olunca egemenler nerede olursa olsun şaşırtmıyor. Devasa inşaat ve altyapı işlerinin turnuva tarihine yetiştirilebilmesi için dünyanın birçok yerinden Katar’a gelen göçmen işçiler sıcak demeden, en zor şartlar ve insanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlandı. Guardian gazetesinin raporuna göre, Dünya Kupasının Katar’a verilmesinden bu yana geçen on yıl içinde Hindistan, Bangladeş, Nepal, Sri Lanka ve Pakistan’dan gelen 6800 göçmen işçi iş cinayetine kurban gitti. Katar’ın işçiler için adeta bir cehennem oluşu turnuva hazırlıklarına özgü olmayıp bu ülkenin egemenlerinin işçilere genel bir yaklaşımı. “İngiltere’de yayımlanan Guardian gazetesinin haberine göre, göçmen işçiler 50 derece sıcağın altında, günde 17 saate varan sürelerle çalıştırılıyor, susuz bırakılıyor, pasaportlarına el konuluyor, kaçmamaları için aylarca ücretleri ödenmiyor. Pasaportlarına el konulan işçiler, parasal ceza, polise teslim etme, başka işe girmeyi engelleme gibi tehditlerle zorla çalıştırılıyorlar. Uygulanan kefillik sistemiyle sömürü katmerleşiyor. Kefillik uygulamasına göre, işçi çalıştığı işverenin izni olmadan iş değiştiremiyor, ülkeyi terk etmeden önce kendisine kefil olan işverenden çıkış belgesi alıyor. Haliyle bir işçi bu şartlarda patronun her dediğini yapmak zorunda kalıyor. Aksi halde ülkeyi terk edemiyor ve başka işte de çalışamadığından açlıkla baş başa kalıyor.”[2]
Tüm bunlar Katar’ın işçi hakları konusundaki sicilini gözler önüne seriyor. Kişi başına düşen gelire göre dünyanın 4. zengin ülkesi[3] olan ve en pahalı Dünya Kupası organizasyonu yapmakla övünen Katar’da asgari ücret tam tamına 230 euro. İşçilerin yaşam ve çalışma koşulları böylesine ağır ve sömürü bu boyutta olmasına karşın dünyanın en yoksul ülkelerinden Katar’a gidip de iş bulmak sanıldığı kadar kolay değil. Katar’da göçmen işçi olabilmek için bile aracılara binlerce dolar vermek gerekiyor. Aracıya binlerce dolar vermek için de çoğu emekçi ellerindeki avuçlarındaki her şeyi satıp hayatları üzerinden kumar oynamak zorunda kalıyor.
Katar’ın işçilere tutumu ve insan haklarını hiçe sayan yasaları, Dünya Kupasının Katar’a verilmesi kararıyla birlikte, dünyanın birçok ülkesinde, özellikle Avrupa ülkelerinde eleştirilerin merkezine oturdu. Ancak aşağıda göreceğimiz üzere, bu eleştiriler burjuva dünyanın nasıl ikiyüzlü olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Zira turnuvanın Katar’da oynanmasına karar veren FIFA, eleştiri getiren devletlerden bağımsız değil. Bu hususu akılda tutarak şimdi gelen tepkilere bir göz atalım. Almanya milli takımı, üzerinde “insan hakları”nın baş harfleri yazan tişörtler giyerek, İngiltere milli takımı ise “One Love” yazılı kol bandı takarak protestolarını gösterirken, Fransa da, Paris ve başka kentlerinin yerel yönetimlerinin kararıyla kamusal alanlarda kupa maçlarını yayınlamayarak tepkisini gösterdi. Danimarka milli takımının forma sponsoru Hummel, Katar’da stat inşaatlarında ölen binlerce işçi için sadeleştirilmiş formalar tasarladı ve logosunun görünür olmasını istemediğini açıkladı. Bununla yetinmeyen spor malzemeleri firması Hummel, yas rengini temsil etmek için tamamen siyahtan oluşan üçüncü bir forma da tasarladı. Hafızayı tazelemek adına parantez açalım, aynı Hummel markası, mağazaları önünde, çalınan hakları için mücadele eden Neo Trend Tekstil işçilerinin talepleri karşısında da “görünür olmamayı” tercih etmişti! Avustralya Futbol Federasyonu ve milli takım oyuncuları da bir video yayınlayarak protestolarını gösterdiler. Videoda Katar’daki göçmen işçilerin çalışma koşullarını iyileştirilmesi, ailelerine tazminat ödenmesi amacıyla bir fon oluşturulması ve Katar’ın eşcinsel ilişkiyi suç kabul eden yasayı kaldırması çağrısı yer alıyordu. Böylece çeşitli şekillerde toplamda Avrupa’dan turnuvaya katılacak 13 ülkenin 10’unun (İngiltere, Galler, Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç, Danimarka, İsviçre ve Belçika) milli takımları Katar’a ve FIFA’ya çeşitli yöntemlerle protestolarını gösterdiler.
Eleştiriler sadece milli takımlar ya da sporculardan gelmedi. “Alman hükümeti olarak bizim için bu ev sahipliği hakkı (Katar) çok aldatıcı. Uyulması gereken standartlar var. Turnuvalara ev sahipliği yapma hakkını bu ülkelere vermemek daha iyi olur” diyen Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’ın açıklaması, aslında hem burjuva ikiyüzlülüğünü hem de sürdürülen orta oyununu göstermekteydi. Bu açıklama sonrası Katar, Almanya’nın Doha Büyükelçisine protesto notası vererek karşı eleştirilerin fişeğini ateşlemiş oldu. Arap ve Ortadoğu ülkeleri ve bu ülkelerin üye olduğu örgütlerden ise bu eleştirilere cevaplar gelmeye başladı. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Katar’a yapılan bu eleştirileri kınayan bir açıklama yayınlarken, Arap Futbol Federasyonları Birliği de yaptığı açıklamada, Katar’a yönelik eleştirileri kınayarak, organizasyonun Katar’da olmasının Arap kültürü tanıtımı için fırsat olduğunu söyledi. Ayrıca, Katar’a yöneltilen eleştirilerin gerçeklere dayanmadığını, amacı sadece Arap yetkinliğini kötülemek ve karalamak olan bu uluslararası kampanyayı reddettiklerini belirtti. Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ise, kendi gerici tutumlarının üzerini örtmek için diğer devletlerin ikiyüzlü tutumlarını kullandı. Al Sani, dünyanın bu turnuvayı beklediğini, turnuva başlamadan aylar öncesinde biletlerin yüzde 98’inin satıldığını, en çok bilet alan 10 ülke arasında da kendilerini en çok eleştiren Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri olduğunu söyledi. Süren polemik tam bir tencere dibin kara, seninki benden kara durumu. Bir tarafta Katar’ın işçi hakları konusunda sicili tartışmaya yer bırakmaksızın ortadayken, diğer tarafta kendisinin karnesi benzer notlarla dolu olan Avrupa. Tablo bu haliyle, her iki taraftaki emeğiyle geçinen milyonlar için al birini vur ötekine tablosu olmuş oluyor.
Avrupalı emekçiler, hayat pahalılığı, düşük ücretler, enflasyon, işten atma gibi birçok saldırıya karşı “Artık Yeter” itirazı ile alanları doldurup talepleri için pek çok ülkede grevler yaparken, Avrupa burjuvazisi Katar dâhil birçok ülke ile perde gerisinden kirli ilişkilerine devam ediyor. Sonuç olarak, taleplerine karşılık bekleyen emekçilere kulağını tıkayan Avrupa burjuvazisi Katar’ı işaret ederek tam bir cambaza bak cambaza mizanseni sergilemiş oluyor. Katar’ın sadece Avrupa ülkelerinde milyarlarca avroluk yatırımları var. Aynı zamanda Avrupalı enerji ve inşaat şirketleri turnuva hazırlıkları dahil Katar’daki büyük projelerde yer aldılar. Dolayısıyla, gözyaşı döktükleri işçilerin kanlarında Avrupalı burjuvazinin de payı var. Avrupa’nın Katar’la ilişkileri bunlarla sınırlı değil; Rusya’ya yönelik yaptırımların başlamasından bu yana Katar’dan gaz ve petrol tedariki için anlaşmalar imzalandı, bu anlaşmalar için Alman Ekonomi Bakanı Robert Habeck hem de Şansölye Olaf Scholz Doha’ya giderek Emir’le görüştüler. Öte yandan “Rus oligarklar, Arap şeyhleri paralarını Avrupalı futbol kulüplerine yatırıyorlar. Meselâ BAE şeyhi Mansur, İngiliz futbol kulübü Manchester City’yi 2009’da 400 milyon dolara satın aldı. Birkaç yıl sonra ise hisselerin sadece %13’ünü aynı paraya Çinlilere sattı. PSG, 2011’de Katar sermayesi tarafından satın alındı. Chelsea ise Rus oligark Roman Abramoviç tarafından satın alındı. Futbol bu milyarderler için hem kazanç kaynağı, hem itibar kaynağı, hem de kara para aklama alanı işlevi görüyor.”[4] Buzdağının görünen tarafı olarak bunlar bile Avrupa Birliği’nin tıynetini ortaya seriyor. Binlerce göçmen emekçinin Akdeniz’de boğulmasına göz yuman, hayatta kalanlarını ise insanlık dışı kamplara tıkan, onları sadece ucuz işgücü ve politik hesaplarına malzeme olarak gören Avrupa Birliği’nin insan hakları karnesi Katar’ınki kadar zayıf.
Siyasetin futbolundan futbolun siyasetine
Dünya Kupasının Katar’da düzenlenmesi kararı sonrasında FIFA’nın aldığı eleştiriler artarak devam etmiş ve dünya kamuoyunun gündeminde uzun süre düşmeyecek şekilde yerini almıştı. Bunun üzerine FIFA, turnuvaya katılacak 32 ülkenin milli takımlarına, Başkan Gianni Infantino ve Genel Sekreter Fatma Samoura’nın imzasını taşıyan bir uyarı mektubu yolladı. Mektupta, “lütfen futbolun şu anda var olan ideolojik veya siyasi kavgaya çekilmesine izin vermeyin. Biz her görüşe saygılı olmaya çalışıyoruz. Ve bunu dünyanın geri kalanına ahlâk dersi vermeden yapmaya çalışıyoruz. Hiçbir insan, kültür veya ulus bir diğerinden daha üstün değildir. Bu prensip aynı zamanda ortak saygı ve ayrımcılık yapmamanın temel taşıdır. Futbolun sahneye çıkmasına izin verelim. Elimizde insanları kökeni, dini inancı, cinsiyeti ve milliyetinden bağımsız kucaklamak için bir fırsat var” ifadeleriyle FIFA ve Katar’a yöneltilen eleştiri ve protestolara cevap verilirken, bir anlamda alınan kararlara “saygı” duyulması ve kabullenilmesi gerektiği belirtildi. Fakat bu mektup FIFA’nın umduğu itaat ve yönlendirmeyi sağlamadı, aksine alevlendirdi.
Mektup ilk elden, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, LGBTİ+ ve birçok kuruluş tarafından tepki çekip eleştirildi. Daha öncesinde çeşitli yöntemlerle protestolarını gösteren Avrupalı takımların federasyonlarından FIFA’nın söz konusu mektubuna ortak bir metinle cevap gecikmedi. Metinde FIFA’nın futbolun kapsayıcılığı adına söylediklerine ve çeşitliliğin güç katacağına dair görüşlerine katılmakla birlikte çeşitlilik ve hoşgörünün insan haklarının benimsenmesiyle olabileceğine, insan haklarının evrensel ve her yerde geçerli olması gerektiğine dikkat çekildi. Devamında ise futbolun dünyadaki olumlu değişimlere katkı sağlayacak gücüne inanmalarının yanında, Katar’ın ölen ve yaralanan göçmen işçiler için tazminat ödemesi yönündeki taleplerinin takipçisi olacakları vurgulandı. Londra merkezli Uluslararası Af Örgütünün Ekonomik ve Sosyal Adalet Birimi Direktörü Steve Cockburn, FIFA’nın mektubuna tepki olarak, “Gianni Infantino dünyanın futbola odaklanmasını istiyorsa” çözümün FIFA’nın insan hakları ihlallerini halı altına süpürmek yerine ele almakla başlayabileceğini belirtti. İlk adım olarak turnuva başlamadan göçmen işçilere tazminat ödenmesi için bir fon oluşturulması ve LGBT bireylerin ayrımcılıkla karşılanmamasının sağlanması gerektiğini söyledi.
Kapitalist sistem gibi endüstrileşen futbol da giderek çürüyor ve bu çürüme gizlenemez boyutta her taraftan sırıtıyor. FIFA gibi kurumların görevi ise bu çürümüşlüğü örtmek oluyor. Her ne kadar cici ifadelerle bezeli mektuplar kaleme alınmış olsa da kurumun kirli geçmişi bu dilek ve temennilerin sahteliklerini ortaya koyuyor. Bunun en son örneği Katar’ın FIFA yetkililerine turnuvayı garanti altına almak için yaklaşık 4 milyon dolar rüşvet vermekle itham edilmesi. Üstelik daha önceki dünya kupalarında da milyonlarca dolarlık rüşvetlerin verildiği ortaya saçılmış durumda. Böylesine büyük oyunların döndüğü futbolda nasıl bir çarkın işlediğini FBI New York saha ofisi müdür yardımcısı William F. Sweeney Jr. şu sözlerle açıklıyor: “Uluslararası futboldaki rüşvet uzun yıllardır yaygın olarak biliniyor. Uzun yıllar boyunca sanıklar ve onlara yardım edenler, uluslararası futbolun yönetimini ve yapılan işleri rüşvet ve komisyonlarla etkiledi ve bozdular. Futbola ciddi zararlar veren hileli planlar yaptılar. Planları, rüşvet ve ödemeleri gizlemek üzerine kuruluydu.” Son olarak, 20 Kasım günü turnuvanın açılış maçı olan Katar-Ekvador maçında Katar’ın Ekvadorlu futbolculara yenilmeleri için rüşvet verdiği iddiasının konuşulması rüşvet skandallarındaki aymazlığı gözler önüne seren nitelikte.
32 ülke federasyonuna çağrı yaparak futbolun siyasete alet edilmemesini isteyen FIFA’nın, Rusya’nın milli takımını tüm organizasyonlardan men ettiğini, aynı şekilde UEFA’nın da tüm Rus kulüplerini turnuvalardan men ettiğini hatırlatalım. Ayrıca FIFA’nın Ukrayna’ya 1 milyon dolar yardım yapması ve Ukrayna yönetiminin İran’ın Rusya’ya silah sattığı gerekçesiyle İran’ın turnuvadan men edilmesini, ondan boşalan yere de kendisinin alınması talebini FIFA’ya sunmasının kapitalizmde futbol ve siyasetin ayrılmayacak denli iç içe olduğunu göstermiyor mu?
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde futbol, yatırım yapılacak bir alan, ülkelerin kozlarını paylaştığı bir arena, kirli ilişkileri örtmeye yarayan paravan ve en önemlisi kitlelerin alıklaştırılmasında kullanılan etkili bir araçtır. Kapitalist sistemin olağanüstü krizlerle sarsıldığı günümüzü düşündüğümüzde, egemenlerin futbol gibi politik araçlara ihtiyacı geçmişe oranla çok daha fazladır. Dolayısıyla işçi sınıfı için zaman, egemenlerin bu oyunlarına gelmeye devam etme değil, her şeyle birlikte kültürü, sanatı ve sporu da çürüten kapitalizme hayatının yenilgisini tattıracak devrimler için mücadele etme zamanıdır!
[1] Yılmaz Seyhan, Dünya Kupası: Katar’ın Prestiji Kaç Tabuta Sığar?, Temmuz 2021, marksist.com
[2] Hakan Sönmez, 21. Yüzyılda Kölelik Devam Ediyor, Kasım 2013, marksist.com
[4] Suphi Koray, Çürüyen Kapitalizmin Eşliğinde Ticarileşen Futbol, Ocak 2018, marksist.com
link: Serkan Tekin, Bir Kupa Gerçeği Daha: Çölleşmiş Dünyada Kirli Futbol, 29 Kasım 2022, https://marksist.net/node/7805
COP27: İklim Değil Riyakârlık Zirvesi
Yedi Yılın Ardından, Tahir Elçi’yi Unutmadık!