Yunanistan’da 1967 yılında işbaşına gelen faşist cuntaya karşı bir semboldür Politeknik direnişi! Her sene bu direnişin yıldönümünde, ayaklanmanın merkezi olan Atina Teknik Üniversitesinde (Politeknik) toplanan binlerce insan, cunta tarafından vahşice hayattan koparılanlar için üniversite kampüsünde bulunan anıta çelenkler bırakır, direniş ezgileri söyler. Sonrasında da faşist cuntanın işbaşına gelmesindeki rolü nedeniyle ABD’nin Atina Büyükelçiliğine doğru yürüyüşe geçilir.
Politeknik direnişinin Yunanistan işçi sınıfı için bugün bile önemli bir sembol olmasının anlamı vardır. Çünkü Politeknik, Ege’nin karşı kıyısındaki emekçilerin direnişlerle, zaferlerle, yenilgiler ve ihanetlerle örülü modern tarihinin en önemli halkalarından biridir.
Komünist bir gazeteci olan Dido Sotiriyu, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşıyla iç içe geçen Yunan İç Savaşı yıllarını anlattığı kitabında şöyle bir tarif yapar: “Direnişi gerçekleştiren ve inanılmaz güçlüklerle karşılaşan, katledilen bu güçlü, bu büyük kuşak topraklarımıza tohumu serpmiştir. Bu tohum bir gün mutlaka yeşerecektir.” Politeknik direnişi, Yunan tarihindeki en yoğun sınıf mücadelesi dönemi olan işgal ve ertesinde gerçekleşen iç savaş yıllarından bağımsız düşünülemez. Çünkü Politeknik’te sürgün veren filizin tohumları o yıllarda atılmıştır. Dahası 1973’ün Kasımında üniversitelerini işgal eden gençler için işgal ve iç savaş yılları sadece toplumsal tarih değil, aynı zamanda kişisel tarihleriydi, anne ve babalarının tarihiydi. Sotiriyu’nun bahsettiği “büyük kuşak” elbette çocuklarına yaptıkları kahramanlıkları da, sırtlarından yedikleri hançeri de anlattı. Bu yönüyle kabına sığmayan bir isyandır Politeknik! Stalinizmin ihaneti yüzünden iktidarı kıl payı kaçıran bir kuşağın çocukları, Politeknik’le birlikte deli gömleğini yırtıp atmak istemişlerdir. Gerek burjuvazinin gerekse de Stalinist bürokrasinin onları mahkûm ettiği koşullara isyan etmişlerdir. Bu nedenle faşist işgal ve iç savaşta yaşananları kısaca hatırlamakta fayda var.
Karşı kıyının alacakaranlığı
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, Yunanistan’ı Eylül 1939’da Metaksas’ın faşist diktatörlüğü altında yakalamıştı. Aslında Metaksas, Avrupa’yı işgal etmeye başlayan Hitler’i destekliyor ve hatta ülke saldırıya uğramadan birkaç gün önce yaptığı konuşmasında şöyle diyordu: “Yunanistan totaliter bir devlettir ve politik felsefesi Hitler’inki ve Mussolini’nki ile aynıdır.” Ancak beklediği gibi olmadı.
İtalyan Duçesi faşist Mussolini, Yunanistan’daki hızlı bir zaferin kendisine ülkesinde prestij kazandıracağını, Mihver Devletleri arasındaki konumunu da güçlendireceğini düşünerek işgale başlamıştı. Her ne kadar Metaksas rejimi böyle bir saldırıyı beklemediğinden son derece hazırlıksız olsa da Yunan halkı kendiliğinden başlayan bir seferberlikle İtalyan işgalini püskürttü. Başta kendisine danışmadan yeni bir cephe açtığı için Mussolini’ye kızgın olan Hitler ise ordusunun bir bölümünü bu yeni cepheye kaydırarak birkaç hafta içinde Yunanistan’ı işgal etti.
Mihver Devletleri hızla Atina’da kukla bir hükümet kurdular. Hükümetin kurduğu Güvenlik Taburlarının öncelikli hedefi ise Metaksas rejimindekiyle aynıydı: komünistler, sendikacılar ve herhangi bir şekilde direnişe karışan herkes! Ölüm kampları kuruldu, cadı avı başladı. On binlerce insan öldürüldü, Yunan Yahudi nüfusunun yüzde 90’ı (yetmiş bin kişi) toplama kamplarında can verdi. Sadece 1941-42 kışında yüz binlerce insan salgın hastalıklardan ve açlıktan dolayı öldü.
İşgalin Yunan halkına faturası çok ağırdı ama öte yandan faşistler de hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaşmışlardı. Ülke çapında silahlanan işçi ve köylü milisleri faşistlere kök söktürüyordu. Nisan 1942’de işgal altındaki Avrupa’nın ilk kitlesel grevi Yunanistan’da gerçekleşiyordu. Naziler, direniş grupları tarafından öldürülen her bir Alman askerine karşılık toplama kamplarındaki tutsakları kırkar kırkar kurşuna dizme kararı bile almıştı, ancak sökmedi.[1] Yunanistan’da direniş öyle uç vermişti ki işgal günleri boyunca bastırmak mümkün olmadı. İşgal karşıtı direnişin etkisiyle Almanlar Yunanistan’da ağır bir yenilgi aldı.
Bu beklenmedik direnişin gerçekleşmesinde Metaksas rejiminin hapislere tıktığı, sürgünlere yolladığı 2000’den fazla komünistin işgal başladıktan sonra bulundukları bölgelerden firar etmesinin büyük rolü vardır. Metaksas diktatörlüğü döneminde harabeye dönmüş komünist hareket bu sayede yeniden toparlanmış ve işgale karşı savaşan tek tutarlı güç olarak kitlelerin akın ettiği bir çekim merkezi olmuştu. Yunanistan Komünist Partisinin (KKE) merkezinde bulunduğu, devrimci Marksist ve anarşist hareketleri de içinde barındıran Ulusal Özgürlük Cephesi (EAM) ve onun askeri kanadı ELAS kurulmuştu. İşgal yılları boyunca büyük bedeller vererek direnişi örgütleyen bu hareket, Almanların Yunanistan’da yenilmesinde tartışmasız en önemli aktördür. Sürecin sonunda ELAS ve EAM başkent Atina ve üç dört başka bölge haricinde neredeyse tüm Yunanistan’a hâkim hale bile gelmişti. Yani iktidar işçi sınıfının parmağının ucunda değil, adeta avcunun içindeydi. Ancak tarihin gördüğü en büyük ihanetlerden biri yaşandı: Varkiza!
Kazanırken kaybetmek
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşının sona yaklaşmasıyla birlikte Stalin liderliğindeki SSCB, İngiltere ve ABD arasındaki gizli anlaşmalarla Balkanlar paylaşılırken, Yunanistan, SSCB tarafından Bulgaristan ve Romanya karşılığında gözden çıkarılıyordu. Stalin önderliğindeki Sovyet bürokrasisi, iktidarı avcunun içinde tutan Yunanistan işçi sınıfını ve komünist hareketi resmen emperyalizme teslim ediyordu. “Sosyalist Anavatan” olarak adlandırılan ancak dünya komünist hareketini kendi dış politikasının ve çıkarlarının bir aracı haline getiren SSCB, bir kez daha bir devrimin, Yunan devriminin boğazlanmasının baş aktörüydü. Tıpkı Fransa, İspanya, İtalya ve daha pek çok ülkede olduğu gibi!
Stalinizme göbekten bağlı KKE’nin tepesindeki bürokratlar ise sadakatle bu ihanet kararını uygulamaya soktular. EAM ile hükümet arasında Şubat 1944’te Varkiza Anlaşması imzalandı. KKE tüm militanlarına, işçilere ve yoksul köylülere silahlarını bırakma çağrısı yaptı. Bu ihanete karşı çıkan kadrolar tasfiye edilerek etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. Sadece iki hafta içinde 41.500 tüfek, 2015 makineli tüfek ve 32 top İngilizlere teslim edildi. İşgal yılları boyunca yiğitçe dövüşerek faşizmi yenilgiye uğratan Yunan komünistleri, silahlarını gözyaşları eşliğinde kendi elleriyle teslim ettiler.[2]
SSCB’deki Stalinist bürokrasinin ve onun Yunanistan’daki uzantısının bu açık ihaneti karşısında komünist militanlar büyük bir moral çöküntüsüne uğradılar. Varkiza Anlaşmasına göre demokratik bir ülke tesis edileceği, siyasi ve toplumsal özgürlüklerin tanınacağı, siyasi tutsakların bırakılacağı ve tüm anti-demokratik yasaların kaldırılacağı sözü verilmişti. Ancak burjuva devlet ve İngiliz emperyalizmi, tam da kendi üzerine düşeni yaptı. Savaş zamanı Mısır’a kaçan Yunan Kralı geri çağrıldı ve krallığın yeniden tesisi çabalarına girişildi. Kısa süre içinde komünistleri ortadan kaldırmak için harekete geçildi. En acısı da şudur ki komünistlerin el konulan silahları faşist çetelere, kralcılara, Nazi işbirlikçilerine dağıtılıyordu.
KKE içinden bu ihanete karşı çıkan bir grup, boyun eğmeyerek direnişi seçti ve silahlı mücadeleyi sürdürme kararı aldı. Ama SSCB’nin desteğini alamayan bu hareket sonunda ezildi, binlerce komünist katledildi, on binlercesi tutuklanıp işkencelerden geçirildi. 40 binden fazlası başta ünlü Makronisos Adası olmak üzere çeşitli toplama kamplarına gönderilirken 65 binden fazla insan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. ABD, daha sonra Vietnam’da korkunç bir yıkıma neden olacak napalm bombasını ilk olarak Yunan komünistlerin üzerinde denemiş, hükümet ordusuna iç savaş boyunca açık destek vermiştir. 1943 ile 1949 arasında gerçekleşen iç savaş farklı yoğunluklarda sürse de ELAS’ın dağınık güçlerinin yenilgisiyle sonuçlandı. Nihayetinde Yunanistan işçi sınıfının büyük mücadelesi, bir proleter devrimin kıyısından dönerek SSCB bürokrasisinin ve KKE yönetiminin ellerinde boğulmuş oldu.
Yunanistan, iç savaş sonrası yıllarını giderek Batı kampının bir parçası kılınmasıyla, sağın güçlenişi ve siyasi istikrarsızlıklarla geçirdi. “Soğuk Savaş” döneminde ABD ülkeyi nüfuz alanı haline getirmeye başlamış, 1947’de Truman Doktrini üzerinden başlayan hegemonya, 1952’de Yunanistan’ın NATO’ya katılmasıyla taçlandırılmıştı. Bu yıllar aynı zamanda solun düzen içi sınırlara daha fazla saplandığı yıllar oldu. Bir dönem tüm yeraltı örgütlerini tasfiye eden KKE, parti üyelerinin daha sonra legal bir partiye dönüştürülecek EDA’ya (Birleşik Demokratik Sol) katılması kararını bile aldı. Sosyalist programdan uzaklaşılıp EDA’nın sosyal demokrat programı alternatif olarak görülmeye başlanmıştı. Sonuç itibariyle zamanla belli bir kitleselleşme sağlansa da uzun yılların deney ve tecrübelerinin biriktiği bir örgüt fiilen ortadan kaldırılmıştı. İşte işçi sınıfı 1967’deki askeri faşist darbeye bu büyük yoksunlukla yakalandı.
Tarihler 21 Nisan 1967’yi gösteriyordu ve ülkenin tüm radyo istasyonlarından sabah saat 06:30’da bir bildiri okundu: “Ülkeyi komünizm tehlikesinden korumak, huzur ve asayişi temin etmek, milli birlik ve bütünlüğü sağlamak için ordu yönetime el koymak zorunda kalmıştır.” “Prometeheus Planı” adı verilen bir NATO planıyla, yeniden yükselişe geçen sol muhalefetin “seçimlerden güçlü çıkma olasılığına karşı” tarihe Albaylar Cuntası olarak geçen askeri faşist bir darbe tertiplenmişti. ABD’nin “bizim çocuklar”ı aynı dönemde Şili, Arjantin ve Türkiye’de olduğu gibi Yunanistan’da da devreydi. Darbenin arkasında kökü iç savaş yıllarına uzanan ve doğrudan CIA’den direktif alan “Yunan Subayların Kutsal Birliği” (IDEA) adlı derin devlet örgütlenmesi vardı. Darbeyi izleyen birkaç gün içinde 10 bini aşkın gazeteci, aydın, sendikacı ve sosyalist tutuklandı. Pek çok stadyumun yanı sıra Sakız ve Leros adaları birer esaret adasına çevrildi. Ünlü sosyalist müzisyen Theodarakis’in müziği yasaklandı, Ritsos’un şiir kitapları Zeus tapınağı önünde yakıldı. Karşı kıyının alacakaranlığı devam ediyordu. Temel mottosu “Vatan, Din, Aile” olan faşist cuntanın Yunan halkına büyük acılar yaşatan yedi uzun yıllık iktidarı başlamıştı.
Kabına sığmayan başkaldırı: “Burası Politeknik!”
“Bir kırlangıç gökyüzünde sevincimin ortağı
Kanat çalar mavilere sıyırıp gider dağı”
Cuntanın işbaşına gelmesinin üzerinden 6 yıl geçmişti. 1973’ün 15 Kasımında sabahın erken saatlerinde başlamıştı o meşhur radyo yayını. Atina Politeknik Üniversitesi öğrencileri okulun teknik olanaklarından yararlanarak bir radyo istasyonu kurmuşlardı ve üniversitelerini işgal ettiklerini duyuruyorlardı dosta da düşmana da! Direnişin sesi, okulun ana kapısının üstüne kurulan dev megafonlar aracılığıyla da kentin sokaklarına yayılıyordu. Kimi öğrenciler bezlerin üzerine sloganlarını ve taleplerini yazıyor, kimileri ağzına kadar dolu amfilerde sosyalizm, devrim, gençlik konulu seminerlere katılıyordu. Üniversite kampüsünde ajitasyonlar yapılıyor, devrimci marşlar söyleniyordu. Cuntanın yasaklı müzisyenlerinden Mikis Teodorakis’in ezgileri çatlamış toprağın suyla buluşması gibi buluşmuştu gençlikle! Ena To Helidoni mesela: “Kırlangıç yalnızdır ve büyüktür baharın gelişinin bedeli… Güneşin dönmesi için çok işimiz var. Dişliler arasında binlerce ölü ve yaşayanların kanları var…” Daha sonra Politeknik direnişiyle özdeşleşecek bu marş, işgal günleri boyunca kabına sığmayan o başkaldırıya eşlik etti. Politeknik direnişi, bulutsuz gökte çakan bir şimşek değildi. Onu hazırlayan bir sürecin en ileri noktasıydı. 1973 yılı daha en baştan gerek işçilerin gerekse de öğrencilerin cuntanın hegemonyasını sarstığı protestolarla, grev ve direnişlerle açılmıştı. Kavala’da balıkçılar, Atina’da matbaa işçileri, havalimanı teknisyenleri, enerji ve ulaşım işçileri greve gitmişti. Köylüler işçi hareketi kadar güçlü olmasa da düşük taban fiyatlarını protesto ediyor, gösteriler örgütlüyordu. Ordu içinde bile cunta karşıtı hareketlenmeler oluşmuş, muhalif denizciler darbeye karşı bir adayı işgal etmek istemişlerdi. Velos (Ok) adlı Yunan destroyeri Adriyatik’teki NATO tatbikatını terk etmiş, bütün mürettebat siyasi iltica talebiyle İtalya’ya başvurmuştu.
Politeknik öğrencileri üniversitenin kapılarını kilitledi. Güvenlik, temizlik, yemek, basınla ilişkiler, propaganda ve ajitasyon faaliyetleri için farklı farklı komiteler oluşturuldu. Okul yönetimi seçimlerinin yapılması talebiyle başlayan işgal giderek siyasallaşmış ve bambaşka bir karaktere bürünmüştü. Öğrenciler ana giriş kapısının sağında ve solunda bulunan sütunlara “ABD Dışarı” ve “NATO Dışarı” yazmıştı. Direnişle özdeşleşen diğer iki slogan ise şunlardı: “Eğitim, Ekmek, Özgürlük” ve “Kahrolsun Cunta”!
Üniversite önünde bildiriler dağıtılıyor, yoldan geçen araçlara dövizler asılıyordu. Direnişin ilk gününün akşam saatlerinde okulun matbaasını da kullanmaya başlayan öğrenciler, “Özgür Politeknik” isimli bir gazete çıkarmaya başlamıştı. Direnişin heyecanı da Politeknik önünde toplanan kitle de giderek büyüyordu. İnşaat işçileri kazma saplarıyla okul önüne desteğe gelmiş, Atina Politeknik’ten yükselen çağrı pek çok kentte karşılık bulmuştu. 15 ve 16 Kasımda radyo yayınının da etkisiyle direniş üniversite sınırlarını aşarak toplumsal bir karaktere büründü. Öğrencileri, işçileri, diğer emekçi unsurları ve kent aydınlarını kapsayan eylemlere 300 bin civarında insan katılmıştı. Her sokaktan marşlar, alkışlar, cunta karşıtı sloganlar yükselmeye başladı. Yaklaşık bir yıldır küçük kabarcıklar düzeyinde açığa çıkan cunta karşıtı toplumsal öfke, fokur fokur kaynama noktasına gelmişti.
Cunta başta işgale karşı umursamaz bir tutum takınıyor, burjuva medya tipik bir söylemle direnişi marjinal göstermeye çalışıyordu. Ancak işlerin aniden raydan çıktığının fark edilmesiyle faşist cunta can havliyle vahşi bir refleks gösterdi. Öncelikle çeşitli kentlerde gerçekleştirilen gösterilere polis yoğun saldırılar düzenledi. Ölü ve yaralı sayıları giderek arttı. Politeknik içinden yapılan radyo yayınları askerleri emre itaat etmemeye çağırdı. Saatler çetin çatışmalarla ilerlemiş, ayaklanmanın ana üssü Politeknik dışında eylemler bastırılmaya başlanmıştı.
17 Kasım gecesi elektrikler kesilmiş, üniversiteye açılan tüm sokaklar polis tarafından tutulmuştu. İnsanı kör eden projektörler ve tankların namluları öğrencilerin üzerine tutulmuştu. Kampüs içinden megafonlarla anons geçiliyor, Politeknik radyosundan yayınlar devam ediyordu: “Silahsızız… Silahsızız… Tek silahımız çıplak göğsümüzdür! Makineli tüfeklerinize göğsümüzü siper ederek direneceğiz! Asker kardeşlerimizin kardeş kanı akıtacaklarına, bize el kaldıracaklarına, bize kurşun sıkacaklarına inanmıyoruz…” Öğrenciler kapıya yapışmış, etten duvar oluşturmuşlardı. Kaçan yoktu. Tankların homurtuları ve mermilerin namluya sürülmesi sırasında silah mekanizmalarının çıkardığı şakırtılar giderek şiddetlendi. Politeknik radyosunun son iki yayını acıydı:
“Herkes bu gecenin sabahında halkın egemenliğinin olduğu bir Yunanistan görmek istiyor… Patisyen Caddesinin sağında ve solunda direniş devam ediyor. Şimdi içeri giriyorlar! Her yerden ateş ediyorlar! Halkımızı dayanışmaya çağırıyoruz!”
“Değerli dinleyiciler, yayınımıza kısa bir süre ara veriyoruz. Az sonra!”
Kaybederken kazanmak
5 Ağustos 1975’te Politeknik katliamı davasının görüldüğü mahkemede ölü sayısı 23, yaralı sayısı ise 200 olarak açıklanırken, Atina Başsavcısının hazırladığı iddianamede 34 kişinin öldüğü belirtiliyordu. Yıllar sonra bir Yunan istihbaratçı, verdiği demeçte 500 kişinin öldürüldüğünü itiraf edecekti. Katledilen çok sayıda genç kayıtlara “trafik kazası sonucu öldü” olarak geçirildi, böylece resmi ölü sayısı azaltıldı.
Politeknik, faşist cunta için kaçınılmaz sonun başlangıcıydı! Politeknik öğrencisi gençlerin kıvılcımını çaktığı mücadele, direnişin üzerinden bir yıl bile geçmeden, 23 Temmuz 1974’te tüm dayanakları erozyona uğrayan faşist cuntanın kitlelerin büyük protestoları eşliğinde iktidardan düşmesiyle sonuçlandı. Cuntanın yıkılmasıyla birlikte zamanı karanlığa boyayanlara inat muazzam bir özgürlük rüzgârı esti Yunanistan’da, sosyalist sürgünler geri döndü, tüm ülkede bir örgütlenme kampanyası başlamıştı. Yunan halkı yaralarını sarmaya başladı çok geçmeden. Ünlü Karaiskakis Stadyumunda 1974 yılında düzenlenen dev konserde Mikis Theodorakis sahne almıştı. Yannis Ritsos başta olmak üzere başkaca pek çok sosyalist sanatçı da yanındaydı. Kitleler hep bir ağızdan devrim marşları söylediler, Politeknik direnişi günlerinde söylenen Ena To Helidoni ezgisine on binlerce insan kırmızı kazaklarını ve gömleklerini sallayarak coşkuyla eşlik etti. Yunanistan işçi sınıfı Politeknik öğrencileri için saygı duruşunda bulunuyordu.[3]
Peki ya darbeciler? 1975 yılında yargılanmaya başlayan darbe önderleri önce idama mahkûm edildi, sonra cezaları ömür boyu hapse çevrildi. Albay Papadopoulos 1999’da tedavi gördüğü hastanede, 7 kez ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Albay Yuannides ise 2010’da hapishanedeki koğuşundan solunum yetmezliği nedeniyle kaldırıldığı hastanede öldü.
Bu direniş, emekçi kitlelerin bir müddet zapt edilebileceğini ama hiçbir zorbalığın onları ilelebet evlerinde tutamayacağını da göstermiştir, devrimci öncünün eksikliğinde nasıl bir potansiyelin heba olduğunu da! Elbette bir yönüyle ağır bir yenilgiyle sonuçlanmıştır Politeknik, ancak diğer yönüyle galiptir bu yolda dövüşen mağlup! Sözünü söylemiş, teslim olmamıştır. Tarihin ilginç ama anlamlı bir ironisidir bu. Bazen kazanmış görünürken de kaybedersin Varkiza’daki gibi, kaybetmiş görünürken de kazanırsın Politeknik’teki gibi! Bunu belirleyen teslimiyet ile direnç, ihanet ile inanç seçenekleri arasında yapılan seçimdir.
Bugünden baktığımızda rahatlıkla söyleyebiliriz ki sınıfımızın neferleri Ege’nin karşı kıyısında, işgal yıllarından Politeknik’e uzanan direniş geleneğiyle gelecekteki sellerin akacağı yataklar açtılar. Bu inatçı gelenek er ya da geç devrimci öncüsünü de yaratacaktır! Ezgide denildiği gibi “güneşin dönmesi için çok işimiz var” ancak yeniden canlanmanın, yaşam ve umudun sembolü kırlangıçlar, bir gün mutlaka Ege’nin her iki yakasında da baharı müjdeleyecektir.
Yararlanılan Kaynaklar
- Elif Çağlı, Bonapartizmden Faşizme, Tarih Bilinci Yay.
- Rıza Özlütaş, Burası Politeknik, Kor Kitap
- Dominique Eudes, Kapetanios-Yunan İç Savaşı, Belge Yay.
- Eleni Fourtouni, Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar, Koral Yay.
- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi cilt 3, İletişim Yay.
[1] Bu süreçte sonradan romanlara, filmlere konu olan çarpıcı hikâyeler yaşanmıştır. Bunlardan birisi Haydari toplama kampında tutulan iki yüz rehinenin öyküsüdür. Naziler, tüm rehinelerin dışarıda en ufak bir eylem yapıldığında toplu infaz edileceğini ilan ederler. Direniş grupları eylemlerini durdurur. Bir hafta geçmeden rehineler dışarı bir mektup kaçırırlar. Faşizme karşı dövüşen yoldaşlarına “bizleri nihai yenilgiye katkıda bulunmuş olmak utancıyla yaşamaya zorlamayın” diyerek onlardan eylemlere devam etmelerini isterler. Haydari Kampında çoğunluğu komünist 200 tutsak, 1 Mayıs 1944’te idam edilir. İdamlarından önceki geceyi ise sabah kurşuna dizileceklerini bile bile dans ederek ve marş söyleyerek geçirirler.
[2] Bu anlara dair görüntülere internet üzerinden ulaşılabilir. Dünyanın neresinde olursa olsun samimi bir şekilde devrimci ideallere bağlanan bir komünistin, bu görüntüleri izlediğinde bürokrasinin alçaklığı karşısında derin bir öfke duymaması imkânsızdır. https://www.youtube.com/watch?v=pR_EYoyQn2E
[3] Mikis Theodarakis’in 1974’te Karaiskakis Stadyumunda gerçekleştirilen konserinde Politeknik direnişçileri için söylenen Ena To Helidoni ezgisi: https://www.youtube.com/watch?v=hRyZbGHBuHg&t=1s
link: Yılmaz Seyhan, Bir Kırlangıç Uyanışı: Politeknik Direnişi, 15 Kasım 2022, https://marksist.net/node/7798
Haydi Gelin Çocuklar
Bir Bombalı Saldırı ve Birçok Hesap